Son 24 saat içinde yediklerinizi şöyle bir kafanızdan geçirecek olursanız, büyük bir olasılıkla bir miktar aspartamı da mideye indirdiğinizi görürsünüz. Öğle yemeğini düşük kalorili yoğurtla geçiştirip, üzerine bir de diyet soda içmiş, ardından da ağzınıza şekersiz bir sakız atmış olabilirsiniz.
Dişiniz şekerden etkilenmemiş bile olsa, midenize biraz aspartam girmiştir. Bu tatlandırıcı işlemden geçirilmiş birtakım atıştırmalık besinlerde de karşımıza çıkar.
Avrupa’da E951 adıyla da bilinen aspartam insanlarda genellikle nefret duygusu uyandıran yapay bir tatlandırıcı. 25 yıl önce besinlerde kullanımının onaylanmasından beri, beyindeki urlardan uykusuzluğa ve ruh durumundaki dalgalanmalara dek, sağlıkla ilgili birçok sorunla aspartam arasında bir bağlantı kuruldu. Ancak, her seferinde kanıtlar olayın yakından incelenmesi sonucunda yerle bir oldu.
Şimdilerde aspartam yeni bir saldırıya hedef oldu. İtalya’daki Avrupa Ramazzini Vakfı 2005 yılında aspartamla ilgili birtakım yeni bulgular yayımladı.
Farelerde kanserler
Vakıftan bir grup bilim insanı tarafından yapılan araştırmada 1500 sıçanın yemeklerine aspartam eklendiğinde, özellikle dişilerde, lösemi ve lemfoma olaylarında bir artış meydana geldiği görüldü.
Daha da önemlisi, sıçanlara Dünya Sağlık Örgütü tarafından öngörülen günlük tüketim miktarı olan kilo başına 40 miligramın yarısı kadar aspartam verildiğinde bile kanser olaylarının artışa geçtiğine tanık olundu.
Rapor dünya üzerinde beslenmesine özen gösteren herkesin ilgisini çekti. Onca ürkütücü öykü ve söylentilere karşın, ulusal ve uluslararası denetim örgütleri aspartamın güvenli olduğuna inanıyorlar.
Gelgelelim, aralarında Avrupa Besin Güvenliği Kurumu (EFSA) ile A.B.D Besin ve İlaç Denetim Kurumu (FDA) ve buna özdeş kimi ulusal kurumların da olduğu kimi örgütler şimdilerde Ramazzini Vakfı’nın bulgularını yeniden gözden geçirip bunların belli bir temele dayanıp dayanmadığını bulmaya çalışıyorlar.
6 bin besindeHenüz kesin bir sonuca varılmamakla birlikte, EFSA "risk değerlendirme" konusunda bir rapor hazırladı. Bu rapora göre, altı bini aşkın besin maddesinde bulunan aspartamın kanserojen olmadığı ve rahatlıkla tüketilebileceği belirtiliyor.
Aspartam 1965 yılında kimya uzmanı James Schlatter tarafından bir rastlantı sonucu bulundu. Schlatter laboratuvarında deney yaparken bir alaşımı yanlışlıkla yere döktü. Parmağını dudağına değdirdiğinde hiç beklemediği tatlı bir tatla karşılaştı.
Bu kimyasal bileşimi daha da geliştirdiğinde şekerden 200 kat daha tatlı bir maddeye ulaştı. O günden sonra aspartam besin endüstrisinin vazgeçilmez maddelerinden biri durumuna geldi.
Günümüzde 10 bin tonun üzerinde üretimi olan ve bu miktarın her geçen gün daha da arttığı aspartam dünya çapında 200 milyon kişi tarafından tüketiliyor.
İlgi odağı
Aspartam, besinlerde kullanımı henüz onaylanmadan, beslenme düzeniyle sağlık arasındaki bağlantıyı araştıran bilim insanlarının ilgi odağını oluşturdu.
Bu süreç bileşimin Besin ve İlaç Denetim Kurulu tarafından onaylanmasını geciktirdi.
Ne var ki, kapsamlı araştırmalar sonucunda aspartamın sağlığa zararlı olduğu yönünde somut herhangi bir kanıt elde edilemediğinden, FDA 1981 yılında bu maddenin kuru besinlerde kullanılmasına izin verdi.
Avrupa Birliği tatlandırıcının tüm besinlerde kullanımını 1994’te onaylarken, FDA da 1996 yılında aspartamın daha geniş kapsamlı biçimde kullanılmasına olanak tanıdı.
Kanıt sıkıntısıGelgelelim, beyin ve meme kanseri olaylarındaki artışın tatlandırıcıyla ilgisi olduğu yönündeki söylentiler 1990’larda da sürdü.
Ancak söz konusu hastalıkların yükselişe geçmesiyle aspartamın kullanıma girmesinin aynı döneme denk geldiğinin anlaşılmasıyla birlikte söylentiler de geçersiz kılındı.
Bu ikisi arasında nedensel bir ilişkinin olması durumunda, aspartamın kitlesel kullanımıyla kanser olaylarındaki artış arasında belli bir zaman diliminin de geçmesi gerekmeliydi.
Aspartamın depresyon, bipolar bozukluk, migren, uykusuzluk ve panik atak gibi rahatsızlıklarla bağlantılı olduğu görüşü bugün de öne sürülmekle birlikte, bunların hiç biri somut kanıtlara dayanmıyor.
Ciddi bir kurum
Uzmanlar aspartamla ilgili son araştırmanın sonuçlarını bugün de kavramaya çabalıyorlar. Bunun bir nedeni, Ramazzini’nin bağlı olduğu Avrupa Onkoloji ve Çevresel Bilimler Vakfı’nın son 35 yılda 200’ü aşkın kanser araştırması yapmış olmasından kaynaklanıyor.
Ramazzini tarafından daha önce yapılan araştırmalar bileşkenlerinden birinin kansere neden olduğunun kanıtlanmasıyla birlikte plastik PVC ile ilgili yasaların yeniden düzenlenmesine yol açmıştı.
Yasalarda yapılan değişikliklerde MTBE adlı katkı maddesinin de kansere neden olduğu belirtilmekteydi. Dahası, araştırma A.B.D Ulusal Çevre ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü (NIEHS) tarafından yayımlanan bir dergide yer aldığından ciddiye alınmayı gerektirmekteydi.
En önemli bulguAraştırmanın en önemli bulgularından biri insanların tükettikleri miktarda aspartamla beslenen sıçanlarda lösemi ve lemfoma olaylarının belirgin bir artışa geçmesiydi. Bu sıçanların bir bölümünde böbrek urlarına da tanık olunmuştu. Böbrek urlarının sayısı istatistiksel bir değer taşımayacak denli az olmakla birlikte, bu tür kanserlere çok ender rastlandığından, Ramazzini Vakfı araştırmacılarının ilgisini çekmişti.
Ramazzini Vakfı öncelikle, böbrek kanserleri de dahil, tanık olunan kanser olaylarının kilo başına 20 miligrama eşit dozlarda, yani Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenenin yarısına eşit dozlarda görüldüğüne dikkat çekiyordu.
Bu da aspartamın resmi kullanımının onaylanmasından önce yapılan araştırmalarda denemeye tabi tutulan en düşük miktarın ellide birine ve bir yetişkinin günde yaklaşık 3 litre diyet soda tüketimine eşitti.
Aspartamın zararlarını ortaya koymayı hedefleyen öteki birçok araştırmanın tersine, bu araştırmadan elde edilen bulguların hayvanlara insanların tükettiklerinden daha fazlası verildiği gerekçesiyle göz ardı edilmesi olanaksızdı.
Çelişkili sonuçlar
Ne var ki insanlar aspartamın nasıl olup da zarar verebildiğini kavramakta zorlandıklarından, araştırma yine de tartışmalara neden olmayı sürdürüyor.
Aspartam biraraya getirilen iki amino asitten oluşan bir dipeptit. Amino asitler ise proteinlerin yapı taşları ve aspartamı oluşturan aspartik asit ile fenilalanin adlı iki amino asit de sıradışı maddeler değil. Normal koşullarda peptitler bağırsaklarda sindirilerek onları oluşturan amino asitlere dönüştürülüyor ve bu ürünler tıpkı kahvaltıda yenen yumurta gibi metabolize eder.
Ramazzini Vakfı bilimsel başkanı Morando Soffritti tehlikenin bileşimin basit bir dipeptitten biraz daha karmaşık olmasından kaynaklandığını öne sürüyor. Soffritti bu bileşimin fenilalanine ilişik metil ester adlı ek bir grup içerdiğine, bu ek grubun da bağırsakta daha önceki çalışmalarda oldukça düşük dozlarda bile sıçanlarda lösemi ve lemfomalara yol açtığı kanıtlanan metanole dönüştüğüne dikkat çekiyor.
Farklı görüşlerAspartam karşıtları metanol unsuruyla ilgili kaygılarını çoktandır dile getiriyorlar. Ancak A.B.D Kalori Denetimi Heyeti’nden Lyn Nabors bu kaygıları yersiz buluyor ve alkollü, hatta alkolsüz içeceklerin bile çok daha yüksek düzeylerde metanol içerdiğine parmak basarak,"On iki gram domates suyunda bile aynı miktardaki diyet sodanın içerdiğinin altı katı kadar metanol var," diyor.
A.B.D Kamu Yararı Bilim Merkezi başkanı Michael Jacobson da, farklı nedenlere bağlı olmakla birlikte, sakıngan bir tavır sergiliyor. Aspartamın öylesine düşük dozlarda bile kansere yol açması durumunda, neden son 25 yılda lösemi ve lemfoma olaylarında bir salgın yaşanmadığını merak ediyor.
Farklılık neden?
Bunu merak eden tek kişi Jacobson değil. Ramazzini bulgularından yola çıkan A.B.D Ulusal Kanser Enstitüsü’nden bir ekip 50-69 yaşlar arasındaki yarım milyonu aşkın kadın ve erkeğin beslenme ve kanserle ilgili verilerini inceden inceye bir taramadan geçirdi.
Bu yılın Nisan ayında yapılan Amerikan Kanser Araştırma Derneği’nin toplantısında açıklanan sonuç aspartam tüketimiyle lösemi, lemfomalar ve beyin urları arasında herhangi bir bağlantı olmadığı yönündeydi. Jacobson bu sonucun aspartamla ilgili tüm kaygıları "belirgin biçimde ortadan kaldırdığına" dikkat çekiyordu.
Öyleyse, iki araştırma arasındaki bu farklılık nereden kaynaklanıyor? Bunun yanıtı Italyan ekip tarafından uygulanan sıradışı protokolde yatıyor olabilir. Toksikoloji araştırmalarının büyük bir bölümü iki yılda sonuçlanırken, Ramazzini Vakfı’nın politikası bileşimin hayvanların tüm yaşamları boyunca denenmesini öngörüyor.
Kanser yaşlılık hastalığı
Soffritti sıçanlar üzerinde yapılan bir araştırmayı iki yılla sınırlamanın insanlar üzerindeki bir araştırmayı 55 yaşla sınırlandırmaktan hiç de farklı olmayacağına inanıyor.
Kanserin büyük ölçüde bir yaşlılık hastalığı olduğuna dikkat çeken Soffritti, kanser tanılarının %80’inin yaşamın son üçüncü evresinde konduğunu belirtiyor. Jacobson Ulusal Kanser Enstitüsü araştırmasının da tümden 50’li ve 60’lı yaşlardakilere odaklanıp daha yaşlıları göz ardı ettiğini vurguluyor.
Bir başka farklılık da çoğu araştırmada en çok birkaç yüz sıçanın denek olarak kullanılmasına karşın, Ramazzini’nin aspartamla ilgili araştırmasında denek sayısının bunun bir hayli üzerinde olmasından kaynaklanıyor.
Yaşam boyu süren araştırmalar yapmak böylesine olumlu ise, o zaman neden herkes bu yola gitmiyor? Genellikle bu yöntem çok daha büyük bir maliyet gerektiriyor. İki yıllık bir araştırma sıçanın ölümüne dek sürecek bir araştırmadan çok daha ucuza mal oluyor.
Yöntem tartışması
Hükümet destekli araştırmalar genellikle, belli bir zaman dilimini bu çalışmaya ayırmak zorunda olan, sözleşmeli laboratuvarlarda sürdürülüyor. Ramazzini Vakfı ise araştırmalarını kendi laboratuvarlarında sürdürdüğünden, en uzun ömürlü sıçanların yaşam boyu gözlenebilecekleri araştırmalar tasarlaması çok daha kolay oluyor.
Yaşam boyu süren araştırmalar birtakım yöntemsel sorunları da beraberinde getiriyor.
Deneklerin ileri yaşlarına dek izlenmeleri gözlenen etkilerin ne kadarının bir bileşimden, ne kadarının yaşlılıktan kaynaklandığı gibi çetrefilli bir soruyu gündeme getiriyor.
Nabors’a göre, bu bile araştırmanın geçersiz kılınması için başlı başına yeterli bir neden. Ancak NIEHS çevresel toksikoloji birimi başkanı John Bucher, salt yaşlanmaya bağlı değişimleri belirleyen istatistiksel yöntemler olduğunu öne sürerek bu görüşe karşı çıkıyor.
Oysa, denetim grubunda lösemi ve lemfoma oranları ortalamanın daha altında olduğundan, aynı yöntem bu iki rahatsızlıkla ilgili bulgulara gölge düşürüyor.
Araştırmayı eleştirenler tarafından duyulan en büyük kuşku Ramazzini Vakfı’nın bugüne dek elde ettiği yığınla veriye ulaşılmasına görünürde olanak tanımamasından kaynaklanıyor.
Kısıtlama önerisi yok
Kimi kanser türlerine tanı koymanın son derece karmaşık bir işlem olduğuna dikkat çeken Nabors ur olarak değerlendirilen kitlelerin gerçekten de ur olup olmadıklarının belirlenebilmesi için Ramazzini araştırmacılarının ellerindeki mikroskobik fotoğrafları uzman kurumlara vermeleri gerektiğine inanıyor.
Ancak vakıf buna pek yanaşmadığı gibi, Soffritti de yasa düzenleyici kurumların aspartam kullanımına kısıtlama getirilmesi gerektiği konusunda herhangi bir öneride bulunmaya da yanaşmıyor.
New Scientist 6 mayıs sayısındaki yazıya göre: Öte yandan, bağımsız toksikoloji uzmanlarından F. Jay Murray son araştırma bulgularının son derece ilginç ve önemli olduğunu dile getirerek tüketicilere aspartamın "uzun geçmişinde sonradan asılsız olduğu anlaşılan yığınla suçlamaya hedef olduğunu" anımsatıyor.
Diğer kuşkular
Araştırmayla ilgili bir başka eleştiri de "tarihsel denetim", bir başka deyişle, deneyle ilgili sonucun denetim gruplarına uygulanan tüm deneylerden elde edilen sonuçlara uyarlanmasıyla ilgili.
Dışarıdan bakıldığında, tarihsel denetimlerden yararlanmak bu tür kanserlere normalde ne denli ender tanık olunduğunu ortaya koyduğundan, Ramazzini Vakfı’nın böbrek kanseriyle ilgili bulgularına ağırlık kazandırıyor.
Kaygı nedeni mi?Aspartam bağırsakta çözüldüğünde düşük miktarlarda metanole dönüşür.
Asılsız Olduğu Ortaya Çıkan KorkularSöylenti Sözde Zararlı Etkiler Kanıtların gösterdiği
Beyin urları1996 yılında yapılan bir araştırma beyin kanseri olaylarındaki artışın aspartam kullanımıyla bağlantılı olduğunu öne sürmekteydi
2006 yılında ABD Ulusal Kanser Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırma aspartam ile beyin kanseri arasında herhangi bir ilinti olmadığını ortaya koydu
Meme ve prostat kanserleri Dergiye 1999 yılında gönderilen bir mektupta meme ve prostat kanserlerinde görülen artışla aspartam arasındaki ilişkiye dikkat çekilmekteydi
Meme ve prostat kanserlerinin yükselişe geçtiği dönemle aspartamın kullanılmaya başladığı dönem arasında bir uyuşmazlık söz konusu
Migren ve baş ağrılarıKimi araştırmacılar aspartamın "duyarlı kişilerde" baş ağrılarına yol açtığını belirtiyorlar
Küçük ölçekli çok sayıda araştırma aspartam ile baş ağrıları ve migren arasında istatistiksel açıdan herhangi bir bağlantı olmadığını ortaya koyuyor
Sara nöbetleriİnternet sohbetlerinde aktarılan öyküler ve hayvanlar üzerinde yapılan daha önceki araştırmalar
Denetimli araştırmalar ve FDA araştırmalarında bu görüşü destekleyici herhangi bir bulgu yok
Multiple Skleroz Aspartam karşıtı internet sitelerinde bu maddenin neden olduğu rahatsızlıklardan bir tanesinin de MS olduğu belirtiliyor
Bu konuda somut hiçbir kanıt bulunmuyor. ABD Ulusal MSA Derneği "asılsız iddiaların" ciddiye alınmaması konusunda uyarıda bulunan bir bildiri yayımladı
İçki Sorunu mu?Ramazzini araştırmasında aspartamın günde kilo başına 20 miligram tüketilmesi durumundaki etkileri incelendi. Bunun gündelik yaşamımızdaki yansımaları ise şöyleydi:
Aspartamın tek tatlandırıcı olduğu varsayıldığındaBir litre sodalı içeceğin tatlandırılması için
525 mg aspartam
105 g sükroz gerekir
ya da75 kilo ağırlığında bir insanın kilo başına 20 mg aspartam tüketebilmesi için
1500 mg aspartam
2,86 litre diyet soda içmesi
gerekir
Aynı kişinin Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen kilo başına 40 mg aspartam tüketmesi için
3000 mg aspartam
5,72 litre soda içmesi gerekir