Güncelleme Tarihi:
Nurçin Sebük ile bundan bir kaç yıl önce, yine bir moda röportajında tanıştık. 25 yıl yaşadığı İtalya'dan henüz dönmüştü. Yeni bir firma kurmuşlardı. Güzel olanın ‘‘sade’’ olan olduğuna inanıyordu. Uzun uzun sadelikten söz ettik. Aradan geçen birkaç yılda, saçlarının rengi dışında çok şey değişmemiş. Artık kendi markası var ama hala sadelikten yana. Armani'den öğrendiği en önemli şeyin detay ve yalınlık olduğunu söylüyor. ‘‘Renk olup da renk olmayan renkleri’’ yani siyah ile bej arasındaki tonları seviyor. Çiçekleri, böcekleri ve caf caflı renkleri, Türkiye'yi öğrenince kullanmaya başlamış. Baskılı şeylerden pek hoşlanmıyor. Özellikle de tişörtlerin önünde kocaman marka ismi geçiyorsa... ‘‘Niye göğüsünde kocaman Vyno D.O.C yazılı dolaşsın, niye bedava benim reklamı mı yapsın?’’ diye düşünüyor ve isim kullanmıyor. Ve firmanın isminden de anlaşıldığı gibi kadını şaraba benzetiyor. İkisi de güzel, ikisi de renkli olduğu için...
‘‘Armani, Ferre'yi çok sayar ve severdi, Versace'den nefret ederdi, Valentino'yu hiç hiç sevmez. Gaultier'yi çok sever. Zaten hep birbirlerinin kopyasıdır bu markalar. Yani dışarıdaki bir insan anlamaz ama gerçekten birbirlerinin kopyasıdır. Tabii adı kopyacılık olmuyor. Esinlenme... Gaultier ile Armani'nin koleksiyonları birbirlerinin aynısıdır ama çok dikkatli bakmak gerek. Kendi stillerini bozmadan yapıyorlar bunu.’’
İtalya'da çok uzun yıllar Armani'yle çalıştınız. Fakat sonra Türkiye'ye döndünüz. Herkes, özellikle de modacılar yurtdışında çalışmak isterken siz neden böyle bir dönüş yaptınız?
- İtalya'ya 19 yaşında gittim. Üniversitede okurken iki arkadaşımla biraz baba parası yiyerek modacılık oynamaya başladık. Hatta bir şirket bile kurmuştuk. Biz farkında olmadan bu iş büyüdü. Ben o arada üniversiteyi bitirip, okulda asistanlık yapmaya başladım. Bir yandan da bu iş devam ediyor. Önemli fuarlara falan katılmaya başladık. Okulda kürsü sahibi olma yolundayım ama hiç sevmiyorum işimi. Tam o sırada bir fuarda Armani ile tanıştım. Armani bana iş teklif etti. Üniversiteden istifa ettim ve onunla çalışmaya başladım. Bir gün Armani'nin beraber çalıştığı sanayicilerden biri, neden iç çamaşırı ve mayo yapmıyorsunuz dedi. Ve Ferre, Moschino, Jean Paul Gaultier ile başladık bu işe.
Siz yer değiştirmiş oldunuz yani?
- Bu işe ben önayak olduğum için böyle bir anlaşmayla ben fabrika tarafına geçmiş oldum. Masanın her iki tarafında da oldum. İnanılmaz cirolarla devam ettik çalışmaya. Ta ki Valentino'nun lisansı alınana kadar. Armani çok kızdı ve çekilmeye karar verdi. Birbirlerini pek sevmezler.
YÖNLENDİRMEK GÜZEL
Kimleri sever Armani?
- Armani, Ferre'yi çok sayar ve severdi, Versace'den nefret ederdi, Valentino'yu hiç hiç sevmez. Gaultier'yi çok sever. Zaten hep birbirlerinin kopyasıdır bu markalar. Yani dışarıdaki bir insan anlamaz ama gerçekten birbirlerinin kopyasıdır. Tabii adı kopyacılık olmuyor. Esinlenme... Gaultier ile Armani'nin koleksiyonları birbirlerinin aynısıdır ama çok dikkatli bakmak gerek. Kendi stillerini bozmadan yapıyorlar bunu.
Sonra Armani çekilmeye karar verince siz ne yaptınız?
- 1990'da başladı bu çekişmeler. Bu arada aradan 15 sene geçmiş, işler yüzünden eşimle aram kötü. Çünkü ben Milano'dayım o Perugia'da. Ayrılmaya karar verdik. Bu arada Armani de, bana sen de geri dön demeye başladı. Halbuki ben bir sürü dizayner ile çalışıyorum ve hepsinden başka şeyler öğreniyorum. İşime gelmiyor Armani'ye dönmek.
Siz moda koordinatörlüğü yapmayı daha çok sevdiniz demek ki?
- Kesinlikle. Dünyanın en güzel işidir. Çünkü sen yönlendirirsin. Karşında senden çok daha fazla bilen Armani, Ferre'yi de sen yönlendirirsin. Yönlendirme, bunu yapacaksın anlamında değil. Ama onun yaptıkları arasından, onu ikna ederek, hem de onun imajını bozmadan, satışı da düşünürek bir şeyleri meydana getiren kişidir.
DEPRESYON BİTTİ
Sonra Armani ile çalışmaya geri dönmediniz...
- Depresyona girmiştim. Armani sen çok kötüsün tatile git dedi. Ben Temmuz ayında arabaya bindim ağlaya ağlaya Türkiye'ye geldim. Seneler sonra İstanbul'a tatile geldim. Burada her şey muhteşem. Unuttuğum bir yaşam. Depresyon falan kalmadı. Eylül'de dönme vakti gelince ne yapacağım diye düşünürken çok güzel bir teklif aldım ve dönmeme bir gün kala ani bir kararla kalmaya karar verdim. Üniversitede nasıl istifa ettiysem o gün de İtalya'dan istifa ettim. Aprido'yu kurduk. İlk başlarda ben çok korktum. Burada yapabilir miyim diye.
Sektörden rahatsızlık duyup gitmek istediğiniz oldu mu?
- Hem de nasıl! Eğer şirketin sahipleri Abdullah Akay ya da Sabri Bey gibi biri olmasaydı, bin kere falan gitmiştim. Çünkü her şey de çok zorlanıldı.
Türk kadını mayoyu dallı güllü seviyor
Türk kadının mayo tarzı, zevki nedir?
- Dallı güllü şeyler... ‘‘Türk kadını neden dallı güllü şeyler giyiyor’’un cevabını çok düşündüm. Bilmiyorum. Mesela çok fazla boyanıyoruz, çok makyaj yapıyoruz, gösterişli olmayı seviyoruz. Sarışın bir millet değiliz ama herkesin saçları sarı. Mayoda florasan renkler hoş oluyor ama onun düzü daha hoş. Belki de hep bu yapıldı, buna alışıldı. Ben renkleri kullanmaya sonraları başladım. Çünkü Türkiye'yi öğrenmeye başladım.
Bu sezon mayodaki tarz, renkler ne olacak?
- Bu yaz bizim mayolarımızın en önemli özelliği kalıplar ve teknik. Yeni bir teknik getirdik İtalya'dan. Kromdan yapılmış metal aksesuvarlar kullandık bu yaz. Modern ve şık yapıyor. Çok uçuk tonların karışımından yapılmış mayolar var. Mesela bir göğüs uçuk pembe, diğeri uçuk mavi gibi.
Teknik çok önemli mi?
- Çok önemli. En önemli ayakkabıda, sonra iç çamaşarı, üçüncü sırada mayo, dördüncü sırada da ceket gelir. Hep görürsünüz, deniz kenarında kadınlar popolarının kenarını düzeltir. Çünkü oturmaz mayo. Sonra kadın göğüsleri farklıdır. İkimiz de 38 giyoruzdur, manken gibiyizdir. Ama senin göğüsün armut göğüstür benim ki elma. Bunlara göre kalıplar yapmak gerek. İkimiz de zayıfız diye aynı mayoyu giyemeyiz.
Her yerde aynı mayoyu satamazsınız yani...
- Hayır. Türkiye'de sattığın mayonun kalıbını Almanya'da satamazsın. Çünkü Almanların gövdeleri daha uzun, Türk kadınlarının daha kısadır. Türk mayoları da kısadır. Türklerin genelde, kalçaları daha geniş. İncecik de olsa yapısı daha geniştir. Ama Fransız kadınlarının dardır mesela. Bu özellikle mayoda belli olur.
Peki 99 yazının mayo renkleri bunlar mı?
- Mayoyu ikiye ayırmak gerek. Biri, bu Vyno D.O.C'un stilidir dediğim renk olup da renk olmayan renklerin, yani siyah ile bej arasındaki tonların kullanıldığı, çok görünmeyen mayolar. Diğeri de çok renkli, florasan, çiçek böcekli mayolar.
Mayo mu bikini mi ağırlıkılı?
- Avrupa'da yüzde 60 mayo, 40 bikini satılıyor. Türkiye'de senelerdir hep yüzde 70 bikini yüzde 30 mayo satılır. Bu senede aynı. Bizim üretimimizde de bikini ağırlıklı.
MENŞEİ KONTROL OLTINDA
Nasıl karar verdiniz kendi markanızı yaratmaya?
- Aprido'dan ayırılınca, ne yapsam diye düşünürken Home Store'un ortaklarından olan Atilla Aksoy, niye sen kendi markanı çıkarmıyorsun diyince finansman gerekiyor dedim. O da beraber yapalım dedi ve Vyno D.O.C'u kurduk. Üçüncü sezona giriyoruz şimdi.
Nasıl bir duygu? Daha mı özgürsünüz örneğin?
- Farklılaşmıyor aslında. Çok uzun süre yöneticilik yaptığımda o şirketlerde, ben zaten sadık bir insanımdır, onu sen kendi markan gibi görüyorsun.
Ne anlama geliyor Vyno D.O.C?
- Vyno şarap demek. Bütün önemli, yıllanmış şarapları açtığında bilirsin, ne mantarı kokar, ne bozulmuştur. O şarapların altında hep D.O.C yazar. Zaman içinde bu kısaltma bütün Avrupa'da başka şeyler içinde kullanılmaya başlandı. Şu adam nasıldır? D.O.C derler. Yani hamuru iyi. Vyno çünkü şarap kadına, kadın da şaraba benzer.
Vyno DOC'ta neler var?
- Mayo ve dış giyisi. Vyno DOC'un kendi stili var.