Arçelik'ten neden ayrıldın?

Güncelleme Tarihi:

Arçelikten neden ayrıldın
Oluşturulma Tarihi: Aralık 06, 2003 21:33

Bu röportaj aslında birkaç ay önce yapılacaktı. Denedim. Ama olmadı. Çok tazeydi, Nedim Esgin, olayın biraz soğumasını, araya zaman girmesini istedi. Bu yüzden Aralık'ın başına kaldı. Nedim Esgin'i hatırladınız değil mi?

Koç'un, bin yıllık kemikleşmiş amiral gemisi Arçelik'in başına geldikten sonra, herkesin dikkatini çekecek bir cesaretle şirketin logosunu ve konseptini tamamen yeniledi. Bu, cümle şeklinde kurması kolay ama gerçekleştirmesi takdir edersiniz ki, bir hayli zor bir işti. ‘‘İnsanların kafasına yerleşmiş bir imajı, bir önyargıyı değiştirmek, atomu parçalamaktan daha zor bir iş!’’ Einstein'in dediği gibi. Biz direnmedik mi sanki: ‘‘Neden bin yıllık Arçelik değişiyor şimdi?’’ Ama biraz zaman geçince Çelik'i sevdik, yeni logoyu benimsedik. Ve yeni imajla barıştık. Bütün bunları yapan adam Nedim Esgin'di. Tam biz, onun yaptıklarına alışmışken, o yine bizi şaşırtan bir şey yaptı. Arçelik Genel Müdürlüğü'nün üçüncü yılında görevden ayrıldı. Bu alıştığımız bir şey değil. Zirvedesin. Neden gidersin? Ve tabii haliyle fısıltılar, dedikodular, sohbetler, muhabbetler arasında şu soru gündeme yerleşti: ‘‘Nedim Esgin Arçelik'ten neden ayrıldı?’’ İnanın hálá soruluyor. Herkesin merak ettiği bir sorunun cevabını aramak da benim boynumun borcu oluyor...

Ne pişmanım ne de kahramanım

21 yıl Koç bünyesinde çalıştınız. 21 yıl Koç'ta çalışmak nasıl bir şey?

- Yılların nasıl geçtiğini fark etmiyorsun. Mutluysan çalışıyorsun, mutsuzsan seni kimse 21 yıl çalıştıramıyor! Ben kariyerimin ilk 6 yılını seyahatle geçirdim. 12 yıl da Fransa'daydım. Son 3 yıl Türkiye'ye geldim. Onun da epey bir süresinde seyahat ettim. Yani ‘‘21 yıl aynı yerde kaldım!’’ hakikaten diyemem...

Bu süreç sona erince ne oluyor? Normal hayata uyum sağlamakta zorlanmıyor mu insan?

- Bir günde olmadı ki. Kafamda bir hazırlık devresi geçirdiğim için, hayat aynı şekilde devam ediyor.

Koç'ta öğrendiğiniz ve bütün hayatınızı etkileyen en önemli şey?

- Dürüst ve açık olmak.

GÖREVE GELİŞİM YADIRGANDI

Nasıl yani? Bunlar sizde daha önce yoktu da, Koç sayesinde mi oldu?

- Bazı işyerleri sizi alır, sizden başka bir şey yaratır. Size farklı şeyler yaptırır. Doğrusu da o zannedersin, normal kabul edersin. Koç'ta her şey düzgün olmak zorundadır. Karşı tarafa haksızlık yapamazsın. Ve dünyanın her tarafında koruma altındasın. Ailene bir şey olsa, Koç Grubu arkandadır. Ben bile, kendi yetkimde insanları tedaviye, hem de en pahalı hastanelere Amerika'ya yolluyordum. Dünyanın herhangi bir yerinde başına bir şey gelse, Koç seni oradan aldırır. Tarifi zor bir güven duygusu.

Fransa'da geçirdiğiniz 12 yılda, kurduğunuz hayaller neydi? Kendinize nasıl bir gelecek öngörüyordunuz?

- Farklı etaplar vardı. Kariyerimin birkaç yılı, dış ticaretle uğraştım. Sonraki dönem dağıtım. Derken, birkaç üründe uzmanlaştım. ‘‘Böyle olacağım, şöyle olacağım’’ diyemiyorsunuz ki, sürekli çalışıyorsunuz. Ama yine de, birkaç yıllık sürelerde olayın dışına çıkıp, ‘‘Doğru mu yapıyorum? İstediğim bu mu? Yaptığım şeyin geleceği var mı?’’ derdim. Olaylara dışarıdan bakabilme kabiliyetim, genel müdürü olduğum Fransa'daki şirketin faaliyetlerini defalarca değiştirmeme sebep oldu. Küçük ama çok başarılı bir şirketti. Arçelik'in ürettiği ürünlerin Avrupa'daki satışından sorumluydum.

Peki Arçelik'in Genel Müdürü olmak süpriz oldu mu? Buna çok şaşıranlar olmuş, neden şaşırdılar?

- Benim için bile büyük süprizdi. İnsanların şaşırmalarına hiç şaşırmıyorum yani. Ben de olsam şaşırırdım. Bir sürü insan için Türkiye tecrübesi olmayan biriydim, ki doğru, Türkiye'de çalışmıyordum. Dahası mühendis olmak çok önemlidir Koç'ta, ben değildim. Arçelik gibi üretim kökenli bir şirkete, pazarlama ve satış kökenli bir yöneticinin atanması haliyle yadırgandı. Bir de tabii gençtim ve sistem dışıydım. O şirketin pek çok genel müdür muavini vardı. Neden ben? Herhalde bir değişiklik istediler ve beni getirdiler.

Arçelik'te çalışırken ve gündemdeyken zaman zaman kendi kişiliğinizin Arçelik ve Koç'un yani şirketin ve grubun tüzel kişiliğinin önüne geçtiğini düşündüğünüz oldu mu?

- Hayır olmadı.

Ama siz farklı bir yöneticiydiniz...

- Geçmişe bakarak konuşursak, evet. Hedefim, yurtdışına açılmaktı. Şirketlerin bir ‘‘güvenlik alanı’’ vardır. Arçelik'in bayi teşkilatı ve markası çok kuvvetliydi, üretim tesisi de bu ülkedeydi. Fakat ‘‘güvenlik alanı’’mızın sadece Türkiye olması, aynı zamanda büyük bir tehlikeydi. Başka sepetlerinizin de olması gerekiyor. Uluslararası bacağımızın kuvvetli olması icap ediyor. Benimle birlikte Arçelik üst yönetimine çok ciddi yurtdışından beyin göçü oldu. Dışarıyla iş yapan, dışarıda yaşamış insanlar geldi. GS futbol takımı Avrupa Kupaları'nı alırken, yabancı oyuncu getirdi ya, onlarla devrim yaptı ya, bizimki de o hesap. Arçelik'in güvenlik alanı değişti. Yurt dışı normal pazarımız haline geldi. Çember büyüdü.

KENDİMİ HAFİF HİSSEDİYORUM

Sizin yöntemleriniz ve çalışma tarzınız, Arçelik'te dalgalanma yaratmadı mı?

- Yarattı. Ayak uyduramayıp, ayrılanlar oldu. Başarılı olamayacağımı düşünenler oldu. Ama üç sene sonra gördük ki, başarılı olduk.

Nedim Esgin olarak Arçelik ve Koç'a kattığınız en önemli değerin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

- Yurtdışı açılımı. Daha önce böyle bir şey yoktu. Koç Grubu'nun tarihine baktığınız zaman, organik büyüme görürsünüz. Yani, yeni bir işe girilir, sıfırdan bir fabrika kurulur, o ürün üretilir, satılır, satışlar büyür, o zaman fabrika da büyür. Halbuki dünyaya baktığınız zaman -dünya devlerinin hepsi böyle başlamış olsa bile-, rakiplerini satın alır, onları yok ederler. Farklı bir anlayış, farklı bir lig. İşte, biz o lige girmek için uğraştık. Koç da buna hazırdı ki, izin verdi.

Koç grubu içinde sizce nasıl repütasyonunuz var? İsyankar, uyumlu...

- Bu soruya cevap veremem, çünkü bilmiyorum.

Yılın profesyoneli seçildiniz. Arçelik'e 6 marka kattınız ve bütün bunları sadece üç yıl içinde yaptınız. Ve artık o bünyede değilsiniz. Kaçınılmaz soruyu soruyorum: Ayrıldınız mı, gönderildiniz mi?

- Ayrılmadan bir kaç ay öncesine kadar, Koç grubunda daha önemli pozisyonların bana teklif edildiğini söylesem...

İyi de her şey mis gibiyse, niye ayrılır insan!

-21 yıl uzun bir süre. Evet zevk aldığım işler yaptım ama sonunda öyle bir noktaya geldim ki, ‘‘Yaptım, bitti’’ dedim. Yurtdışında ‘‘sabbatical’’ diye bir olay vardır, ara vermek, nefes almak. Tabii bunlar bize yabancı kavramlar. İlla, bir bit yeniği aranıyor, ‘‘Neden ayrılır ki insan böyle bir pozisyondan?’’ deniyor, hálá bana en çok sorulan soru bu. Oysa, farklı şeyler de yapmak isteyebilir hayatta insan. Öyle bir noktaya geliyorsun ki, tatmin oluyorsun. Size tuhaf gelebilir ama çocuklarım küçük, onlarla daha fazla vakit geçirmek istiyorum. Bunu da hak ettiğimi düşünüyorum. 3 ay, 6 ay, bir sene tamamen kafamı boşaltmak istiyorum. Sizi ne kadar ikna edecek bilmiyorum ama çocuklarımla, karımla daha fazla vakit geçirmek istiyorum.

Küskünlük, kırgınlık var mı?

- İkisi de yok.

Peki, tam tersine kendinizi kurtulmuş ve hafiflemiş mi hissediyorsunuz?

- Hafiflemek olabilir. Yattığınız vakit, ertesi günün sorunlarıyla boğuşmuyorsunuz.

Ayrılma nedeninizin yorgunluk olduğu yazıldı. Ben bu yorgunlukta bir aile rolü olduğunu düşünüyorum. Hangi aile diye sormayın! Yanılıyor muyum?

- Yanılıyorsunuz. Ne benim ailemin ne de Koç ailesinin rolü oldu.

Kafanızdaki yeni sayfa nedir? Çocuklarınıza iyi baba ve eşinize işi koca olmak dışında?

- Henüz bilmiyorum. Ama yapacağım şey, gerçekten istediğim bir şey olacak. Tekrar CEO olmam gerekmiyor. En tepeye çıktığınız vakit, yalnızsınız. Müthiş bir yalnızlık var orada. Hep kendinizi ve arkanızı kollamanız gerekiyor. Hep daha iyi sonuçlar almak, hep ama hep pedala daha hızlı basmak. Bu da haliyle bir gün geliyor, anlamsızlaşıyor. Bir dönem meditasyona gitmiştim. Orada insanlar size, en yumuşak halleriyle ‘‘Hayata hep sevgiyle bakın. Size kötülük yapana bile aşk verin ki, hayat anlamlı olsun’’ gibi şeyler söylüyor. Ben de güldüm tabii, ‘‘Nasıl olacak bu?’’ dedim. ‘‘Bizler öyle bir formasyondan geçtik ki, her tarafımızda silah var. Kim kımıldasa, ona ateş ediyoruz. Kimin ne yapacağı belli değil, sürekli dikkatliyiz, biz Rambo gibiyiz...’’

HİÇ PİŞMAN DEĞİLİM

Sizin davranışınızın İbrahim Betil'den ne farkı var? Çekilmek mi bu? Yoksa, gücünü tek başına ispatlamak mı?

- Çekilmek. İnsan kendi isteğiyle böyle bir görevden ayrılıyorsa bu çekilmek anlamına geliyor.

Zaman zaman yaptığınızın ucuz kahramanlık olduğunu düşünüyor musunuz?

- Hayır. Zerre kadar pişmanlık da duymuyorum. Ne pişmanım ne de bir kahramanım. Sadece kendi için başka bir hayatın daha iyi olacağını düşünen bir insanım.

BASKETÇİ NEDİM

Saint Benoit'yı bitirirken, gelecekteki Nedim Esgin olarak şimdiki halinizi mi hayal ediyordunuz?

- Bilmem, çok geride kaldı o yıllar. Hayatımı dolduran en önemli şey, basketboldu o zamanlar. Tabii ki iyi bir basketbolcu olmayı hayal ediyordum.

Peki neden olmadınız? Belli ki, tuttuğunuzu koparan birisiniz. Niye o hayallerin peşinde koşmadınız?

- Teknik Üniversite'de, sonra da Eczacıbaşı'nda oynadım ben. Profesyoneldim. Milli takıma seçildim. Avrupa Kupaları'nda oynuyordum. Fena bir basketçi değildim yani. 8 yaşında başladım, 21 yaşına kadar oynadım. Boğaziçi Üniversitesi'ni bitirdiğimde hálá ‘‘Basketçi Nedim’’ diye anılıyordum. Ama Amerika'ya gidince iki seçeneğim olduğunu fark ettim: Ya okuyacağım ya basketbol oynayacağım. Karar vermek zorundaydım. Baskete ihanet ettim, okulu seçtim.

Bu sporun en çok nesi sizi baştan çıkarıyor?

- Mücadele gücü. Bir de sahada 5 kişisin, ama sen diğer 4 arkadaşının ne yaptığını bilirsin, takip edersin. Yeryüzünde var olan en güzel takım oyunu. Devamlı aynı yere bakmazsın, ama bir şekilde diğer oyuncuları da görürsün. Bu sana ciddi bir analitik düşünme kabiliyet verir. Hep beraber hücum edersin, hep beraber müdafaa edersin.

LOGOYU DEĞİŞTİREN ADAM

Arçelik'te çok büyük değişikliklere imza attınız. Logoyu değiştirdiniz. Siz mi üst yönetimi ikna ettiniz, talep onlardan mı geldi?

- Logo hikayesi 10, 15 yıllık bir sorundu. 70'li yıllarda yapılmış, o dönem için idealmiş ama eskimiş. Fakat hálá üniversitelerde örnek logo olarak okutuluyor ve en tanınan logo olma özelliğini koruyor. Ne var ki, demode. Bunu Arçelik üst yönetimi de biliyor. Üç kere değiştirmek için girişimde bulunuyor ama son anda hep vazgeçiliyor. Ben Arçelik kültüründen gelmeyen biri olduğum için, gayet soğukkanlı bakabildim meseleye. İki seçeneğimiz vardı. Ya eski logoya rötuşlar yapıp, 10, 15 yıl içinde yavaş yavaş değiştirmek. Ya da meseleyi kökünden, radikal bir biçimde halletmek. Büyük bir riskti, halk sevmeyebilirdi ama ikinci alternatifi seçtik.

O geceler, hayatınızın en zor geçen geceleri miydi: Bu yeni logo tutacak mı tutmayacak mı?

-Pek çok zor gece geçirdim ben, onlardan biriydi. Logoyu piyasaya sürerken, aynı zamanda Arçelik'in reklam stratejisini değiştirip, Çelik robotunu çıkarttık. Ve onunla birlikte sunduk. Çelik robotu bir anda acayip sevildi. Ve aslında Çelik, yeni logoyu lanse etti. Geçiş, yumuşak oldu. Bu bizim şansımızdı.

İçeriden çok dirençle karşılaştınız mı?

- Evet.

Bunu sadakatsizlik olarak algılayanlar oldu mu?

- ‘‘Bu adam yenilikçi ama çok risk alıyor!’’ diyenler olmuştur.

Neticede değişiklik tuttu ve her şey yerli yerine oturdu. Ama siz yine de bir bedel ödediniz. Başarılı olduğunuz için mi başarısız oldunuz için mi?

-O bünyeden ayrılma kararını ben verdiğim için bedel ödediğimi zannetmiyorum. Kendi tercihimdi.

KOÇ’A GAZETE İLANIYLA GİRDİM

Amerika'dan dönünce Koç'a girdim. Gazete ilanıyla. O dönem, Türkiye'de bir ihracat patlaması yaşanıyordu ve lisan bilen genç insanlar aranıyordu. Benim de aralarında bulunduğum ihracat ordusu, o ülke, bu ülke, Türk mallarının satışıyla uğraşıyordu. Tabii bu ihracat ordusu neferlerinin değişmez aksesuvarları da vardı: Samsonite çanta, Rayban gözlük, sarı Cross kalem! Uçağa binerdin, uçağın yarısı bu tip aksesuvarlı genç insanlarla dolu olurdu...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!