Araştırma Dünyasından

Güncelleme Tarihi:

Araştırma Dünyasından
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 01, 2006 00:00

Migren hastalarında seks isteği daha fazla

Beyindeki bir uyarı maddesi aynı zamanda migren ve libido üzerinde etkili. Eğer migren hastalarının başları ağrımıyorsa cinsel istekleri daha fazladır diyor bilim adamları.

Migren hastalarının, gerginliğe bağlı baş ağrısı çekenlere kıyasla seks için daha arzulu olmalarını, araştırmacılar beynin biyokimyasıyla ilişkilendiriyorlar. Migren ağrılarının oluşumunda ve cinsel arzunun uyanmasında aynı uyarı maddesinin rolü var. Serotonin aşırı miktarda salgılandığında libido üzerinde etkili oluyor. Bununla birlikte migren hastalarında normalde serotonin seviyesi genelde düşüktür. Wake Forest Üniversitesi’nden Timothy Houle ile birlikte çalışan bilim adamları, şimdi bu iki fenomen arasındaki ilişkiyi araştırdılar.

Bu amaçta yılda en az on kez baş ağrısı çeken, yirmili yaşların ortalarında bulunan 68 kişiyle görüşülmüş. Ağrıların migren ağrısı mı yoksa gerginliğe bağlı baş ağrısı mı olduğunu saptadıktan sonra deneklere soru formları doldurtmuş araştırmacılar. Headache dergisindeki habere göre erkek denekler, cinsel isteklerini kadınlara göre dörtte bir oranında daha fazla tahmin etmişler. Migren hastalarının cinsel arzuları ise cinsiyeti bağlı olmaksızın, diğerlerine göre beşte bir oranında daha fazla. Bilim adamları migren ağrısı çeken kadınların cinsel isteklerinin en az gerginliğe bağlı baş ağrısı çeken erkekler kadar yüksek olduğunu söylüyorlar.

Sonuçlar, serotonin salgısının migren ve libido üzerindeki etkisini göstermekte. Uzmanlar, bundan böyle benzer nörokimyasal temele dayanan diğer fenomenleri de göz ardı edebileceğiz diyor. Mesela migren hastalarının sıkça depresyon geçirdikleri bilinir. Bilim adamları şimdi farklı migren semptomlarının, serotonin sisteminde bozukluklara yol açıp açmadığını araştıracaklar.

Nano parçacıkların hücreler üzerindeki etkisi

Nanoteknoloji alanında özellikle de son yıllarda önemli gelişmeler yaşanıyor. Bilim adamları her yeni gelişmenin ardından nano parçacıkların marifetlerini sıralıyorlar. Bizlere de bu harika gelişmeleri ağzı açık bir şekilde izlemek kalıyor.

Peki bu nano parçacıklar sağlığımızı ne şekilde etkileyecek acaba? Fraunhofer Seramik Teknolojileri, Dresden IKTS sistemleri, Dresden Teknik Üniversitesi ve UFZ Leipzig Çevre Araştırmaları Merkezi şimdi INOS projesini başlattı.

Alman Araştırma Bakanlığına ait projenin hedefi, nano parçacıkların sağlık ve çevre üzerindeki kısa ve uzun vadeli etkilerini araştırmak. Nanoteknolojinin sağlık üzerindeki etkileri bugüne kadar hiç araştırılmadı. Bilim adamları şimdi örneğin volfram karpit ve platin nano parçacıkları üretiyor ya da oksit veya organik kılıflı karbon nano tüpleri kontrol ediyorlar.

Su ve hücrelerin karşılıklı etkisi koruyucu kılıfları değiştirebilir. Araştırmacılar koruyucu kılıfları tek tek ya da hücre kültürlerinde toplu halde inceliyorlar. Bu şekilde partiküllerin cilde, akciğere, bağırsağa ya da sinir sistemine ne şekilde ulaşacağı ve nano parçacıkların kalıtım üzerinde ya da bağışıklık sistemi üzerinde etkili olup olmadığı araştırılacak. Sonuçlar www.nanotox.de adresindeki veri bankasında açıklanacak.

230 milyon kişi diyabet hastası

Diyabet hastalarının sayısı son yirmi yıl içinde sekiz misli arttı. Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun açıklamasına göre dünyada şu anda 230 milyon diyabet hastası bulunmakta. Oysa 1980’li yıllarda bu sayı sadece 30 milyon civarındaydı. Yaşlılık diyabeti olarak bilinen tip 2 şeker hastalığı artık daha çok 40 ila 59 yaşlarında ortaya çıkıyor. En fazla diyabet hastasının bulunduğu ülke Çin. Çin’de yetişkinlerin %2,7’si (39 milyon kişi) diyabet hastası. Hindistan’da ise 30 milyon şeker hastası bulunmakta.

Buna göre Hindistan’daki yetişkin nüfusunun %6’sı şeker hastası. Bazı Yakındoğu ülkelerinde ve Karayiplerde diyabet hastası nüfus oranı %12-20’lerde seyretmekte. Sağlık Bakanlığına göre ülkemizde yaklaşık olarak 4 milyon diyabet hastası bulunmakta.

Avrupa ve diğer gelişmiş ülkelerin aksine az gelişmiş ülkelerde diyabet teşhisi ölümle aynı kapıya çıkıyor. Mesela Mozambik’te her gün ensülin iğnesi olması gereken kişiler, hastalığın teşhis edilmesinden sonra en fazla bir yıl, Mali’de ise 30 ay kadar yaşayabiliyorlar.

Son rapora göre hastalığın yaygınlaşmasında tüm dünyada, yaşam biçimlerinin ve beslenme alışkanlıklarının değişmesi sorumlu tutulmakta. Endüstrileşme nedeniyle insanlar neredeyse hiç hareket imkanı vermeyen işlerde çalışıyorlar.

Ayrıca yağ ve kalori açısından daha zengin olan ucuz gıda ürünleri tercih edilmekte. Federasyonun hesaplarına göre diyabet hastası sayısı 2025 yılının ortalarına kadar 350 milyona çıkacak. Rapor, Amerikan Diyabet Birliği’nin 66. Bilim Toplantısı’nda sunuldu.

Artçı depremin mekanizması çözüldü

Büyük bir depremin ardından, yerkabuğu hemen sakinleşmez. Aynı bölgede birkaç gün boyunca üst üste küçük artçı depremler yaşanır ve bunlar kurtarma çalışmalarını zorlaştırabilir. Artçı depremler, şimdiye dek sanıldığı gibi, ana deprem tarafından kaydırılan levhalara bağlı olarak yeni gerilimlerle oluşmuyor. Bilim adamları, artçı depremlerin sismik dalgaların bir tür yankısıyla meydana geldiğini söylüyorlar şimdi Nature dergisinde yayımlanan makalede.

Kaliforniya Üniversitesi’nde (Santa Cruz) Emiliy Brodsky ile çalışan uzmanlar, güney Kaliforniya’da 1984 ila 2002 yıları arasında meydana gelen depremleri incelemişler. Küçük depremlerin ardından bile 50 km uzaklıkta artçı depremler meydana gelmiş. Oysa levha kaymasına bağlı gerilim yüklenmesiyle ancak en fazla iki kilometre uzaklıkta meydana gelen artçı depremler açıklanabilmekte.

Artçı depremler sismik dalgalarla aynı ölçüde uzaklaşıyor, diyen bilim adamları, artçı deprem olasılığının doğrudan doğruya ana depremin şiddetiyle ilişkilendirilebileceğini söylüyorlar. Artçı depremin zamansal olarak sismik dalgaların yayılmasında ne derece ilişkili olduğunu bilim adamları, bundan sonraki araştırmalarda öğrenmeye çalışacaklar. Her ne kadar deprem uzmanları, depremleri önceleme konusunda başarısız olsalar da son bulgunun en azından artçı depremlerin öncelenmesine izin vermesi beklenmekte.

Hayvanlardan bulaşan hastalıklar toplantısı

Enfeksiyon hastalıkları ülke sınırı tanımıyor. Hastalıkların beklenmedik anda beklenmedik yerlerde ortaya çıkabilmesi araştırmacıları endişelendiriyor. Avrupalı bilim adamları şimdi bu tür hastalıklarla daha iyi mücadele edebilmek için bir uzmanlık ağı kurdular.

Epizone, uzmanlık ağında 14 ülkeden 250 bilim adamı kuş gribi, domuz vebası veya şap gibi hastalıklarla mücadele edecek. Epizone ağının hedefi, koordinasyonun, hastalık teşhisinin, aşıların ve mücadele stratejilerinin iyileştirilmesi.

Ağın diğer bir görevi de önemli hayvan hastalıkları salgınlarını daha iyi gözetebilmek ve daha iyi risk analizi yapabilmek. Ülke sınırlarını aşarak yayılan hayvan hastalıklarına epizootik enfeksiyon hastalıkları deniyor. Bu salgınlar hayvancılıkta önemli ekonomik kayıplara yol açıyorlar.

Avrupalılar da şişmanlıyor

Almanya’daki Friedrich-Schiller Üniversitesi profesörü Michael Ristow, kısa bir süre önce yapmış olduğu konuşmada, şişman insanların tıpkı Amerika’daki gibi çoğaldığını göreceğiz, çünkü yaşam biçimi git gide amerikanlaştırılmakta diye konuştu. İtalya ve İspanya gibi kendilerine özgü beslenme alışkanlıklarını koruyan ülkelerde bu etki daha zayıf.

Ancak diğer ülkelerde genel olarak nüfusun aşağı yukarı yarısı aşırı kilolu ve 1999 yılına oranla şişmanlarda %2’lik bir artış söz konusu. Avrupa’da şişmanlığın beraberinde getirdiği sorunlar pek önemsenmemekte ve şişmanlık sadece kozmetik bir kusur olarak görülüyor. İnsanların şişmanlık ve şişmanlığa bağlı hastalıklar konusunda bilinçlendirilmeleri gerekiyor diyor uzmanlar.

11.400 yıllık incir kalıntısı tarıma geçişin kanıtı

İnsanoğlu milyonlarca yıl avcı ve toplayıcı olarak yaşadıktan sonra tarım yapmayı öğrendi. İsrailli bilim adamları şimdi tarıma geçişin en eski kanıtını bulduklarını sanıyorlar. Bar-Ilan Üniversitesi’nden Mordechai Kislev, bir yapının yıkıntıları arasında dokuz incir ve diğer meyvelere ait yüzlerce kalıntı buldu. Gilgal I kazı alanı Jericho’nun iki kilometre kuzeyinde yer almakta. Karbonlaşmış incirler parçalanmadan korunagelmiş ve arkeologlar bunların insanlar tarafından bilinçli olarak kurutulduklarını sanıyorlar.

Araştırmacılar bu kanıya günümüzdeki örnekleri inceleyerek ulaştılar. Çünkü partenokarpik (döllenme olmadan oluşan ) incir türünde meyve tozlaşma olmadan gelişmekte ve iyice olgunlaşana dek ağaçtan düşmez. Bu tür meyveler sperma üretmedikleri için de sadece insanların girişimleriyle çoğalabiliyorlar.

"Partenokarpik mutasyon meydana geldikten sonra insanlar meyvelerin lezzetli olduğunu ama çoğalmadıklarını fark etmiş olmalılar" diyor Ofer Bar-Yosef. Böylece incir ağaçlarının kültüre alınmasıyla

başlamış. İncirin ekilmesi sebze ve tahıl ekiminden daha kolaydı. İncir ağacının dallarını kesip dikmek yeterliydi diyor arkeologlar. Ve yabani incirdeki küçük genetik değişimlerle meyve çok daha lezzetli bir hale gelmiştir.

Bu da incirin, Yakındoğu’da niçin üzün, zeytin ve hurmadan 5000 yıl önce ekildiğini açıklıyor aslında. Birçok araştırmacıya göre insanoğlu en az 10.500 yıl önce Ortadoğu’da, Çin ve Amerika’da tarım yapmaya başlamıştı. Son olarak bulunan incirler ise 11.500 yıl öncesine ait.

Fotoğraf makineniz, artık neyin güzel olduğunu da söyleyecek

Diyelim ki tatildesiniz, şahane bir eserin fotoğrafını ya da minik bir kedinin fotoğrafını çekmek istiyorsunuz. Birden ekranda bir yazı beliriyor: Çekmek istediğiniz görüntü güzel değil ya da çekmek istediğiniz kişi iyi çıkmıyor, ayarınızı değiştirin. Artık bunun bir rüya mı yoksa kabus mu olduğuna herkes kendi karar verecek ama senaryo hayal değil.

Pennsylvania Eyalet Üniversitesi bilim adamları, "Avrupa Bilgisayar Görüntüleri Konferansı’nda" güzelliği algılayacak bir bilgisayar üzerinde çalıştıklarını açıkladılar. Gerçi James Z.Wang ile çalışan ekip neyin "güzel" olduğuna karar vermenin hiç de kolay olmadığını biliyor. Bunun için 400.000 kayıtlı üyesi bulunan bir Online müzik borsasında 3500 fotoğraf için yapılan değerlendirmelerden yararlanmışlar.

Üyeler, fotoğraflara 1-7 arasında değişen puanlarla değerlendirmişler. Bilim adamları ortalama olarak 5,8 puandan fazlasını alan resimleri seçmişler. İşte bu resimlerin yardımıyla bilim adamları güzellikle ilişkili 15 özelliği bilgisayara öğretmeye çalışmışlar.

Gerçi güzellik için belli bir standart bulunmuyor ama bazı özellikler genelde daha çok beğeniliyor. Mesela kontrast, renk ayarı ya da perspektif gibi. Araştırmacılar güzelliğin değerlendirilmesinde önemli rol oynayan 56 özellik saptamışlar. Bu görüntü değerlendirme teknikleri, fotoğraflarda olduğu kadar biyotıptaki görüntü bankaları için de önem taşımakta diyor uzmanlar. Bilgisayarlar, mesela belli başlı hastalıkları sınıflandırabilecek şekilde "eğitilebilecek".
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!