Araştırma Dünyasından

Güncelleme Tarihi:

Araştırma Dünyasından
Oluşturulma Tarihi: Haziran 03, 2006 00:00

Sağırlığa yol açan genetik mutasyon yaraları iyileştiriyor

Avrupa İnsan Genetiği Birliğinin konferansında bilim adamları, sağırlığa yol açan genetik bir mutasyonun aynı zamanda yaraları iyileştirici bir etkisi olduğunu açıkladılar. Londra Queen Mary’s Üniversitesi’nde Stella Man yönetiminde çalışan ekibe göre, bulgu, yaraları iyileştirecek yeni bir ilacın üretilmesi için umut oldu. GJB2 olarak adlandırılan gen Cx26 proteinini üretiyor. İki kopyanın da mutasyona uğraması halinde kişi işitme yetisinden yoksun oluyor, eğer sadece tek kopya değişim geçirdiyse duyabiliyor.

Son araştırmada bilim adamları söz konusu mutasyonun neden bu kadar yaygın olduğunu bulmaya çalışmışlar. Bu amaçta mutasyonun, üst derideki (Cx26 burada da üretiliyor) hücre iletişimini ne şekilde etkilediği incelenmiş.

Laboratuar testlerinde böylece protein ve yaranın iyileşmesinde doğrudan bir ilişki ortaya çıkmış. Bu sonuca göre mutasyonun taşıyıcı kişi için bir kazanç olduğunu söyleyen bilim adamları, Cx26 proteinini geçici olarak bloke eden bir etki maddesiyle, ciltteki yaraların iyileştirilebileceğini sanıyorlar.

Bundan sonraki araştırmalarda, genetik mutasyonun, mesela bağırsak cidarındaki epitel hücreleri üzerindeki etkisi araştırılacak. Nitekim bu bölge de enfeksiyon savunmasında önemli bir rol oynamakta.

Denizin içindeki dev dağ

Avustralya sularında bulunan dağ, ülkedeki ünlü Ayers dağına benziyor.

Oşinografi uzmanları Avustralya’nın güneybatı köşesini haritalandırırken,sürpriz bir bulguyla karşı karşıya kaldılar. Denizin içindeki dev dağ ünlü Ayers dağı ile aynı büyüklükte. Perth Üniversitesi profesörü Charita Pattiaratchi, yeni bulunan dağın, başka bir açıdan dolayı da çok ilginç olduğunu bildirdi.

Denizin içindeki dağın biçimi de Ayers dağına benzemekte. Hem biçimi, hem de yüksekliği ve uzunluğu aşağı yukarı aynı diyor profesör. Dağ, Pattiaratchi’nin eşlikçisinin adına göre Gabi olarak adlandırıldı.

Spor, beyni güçlendiriyor

1300 kadını inceleyen İsveçli bilim adamları, akciğerleri iyi çalışanların Alzheimer gibi bunama hastalıklarına daha ender yakalandığı sonucuna vardılar. Teorimize göre akciğer iyi çalışmadığı zaman beyne yeterli miktarda oksijen gitmemekte diye açıklıyor Göteborg Üniversitesi’nden Xinxin Guo.

Konuyla ilgili araştırma yazısı "Neurobiology of Aging" dergisinde yayımlandı. Araştırmacılar sağlık durumları 1960’lı yıllardan beri takip edilen 1.291 İsveçli kadını incelemişler. Araştırma çerçevesinde 1974 ve 1980 yılında ayrıca kadınların belli miktardaki havayı ne kadar sürede soluyabildikleri kontrol edilmiş.

Bilim adamları 2000 yılına dek 147 kişinde bunama ortaya çıktığını ve bunlardan 96’sının Alzheimer benzeri hastalıklar olduğunu söylüyor. Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre akciğer hacminin %20 daha fazla olması Alzheimer riskini dörtte bir oranında düşürmekte.

Düzenli olarak spor yapanlar ve sigara içmeyenlerin Alzheimer hastalığına yakalanma olasılıkları daha az, diyor bilim adamları.

Yağmur ormanlarında 2000 yıllık gözlemevi

Brezilya’daki Amazona bölgesinde 2000 yıllık olduğu sanılan bir gözlemevi bulundu. Arkeologlar, gözlemevinin İngiltere’deki "Stonehenge" gözlemevleriyle paralelliğin bulunduğunu düşünüyorlar.

Gözlemevi, Fransız Guyana’sının sınırındaki Amap? eyaletinin Calçoene bölgesinde bulunmakta. Araştırmayı yöneten Mariana Petry Cabral’ın "O Globo" gazetesine yaptığı açıklamaya göre gözlemevi belirli aralıklarla daire biçiminde dizilen her biri üç metre yüksekliğinde 127 granit bloktan oluşmakta.

Arkeolog, bu tür bir anıtın ancak gelişkin bir kültüre sahip topluluklar tarafından yaratılabileceğini söylüyor. Yapı, aynı zamanda gözlemevi olarak da kullanılan bir tapınak. Granitler kış gündönümünü gösterecek şekilde dizilmiş.

Güneş ışınları Aralık ayında bloklardan birinde bulunan bir açıklıktan geçiyordu. Bu şekilde tarım veya dini törenler için bilgiler elde ediliyordu. Arkeologlar bu nedenle güney İngiltere’deki Salisbury bölgesindeki "Stonehenge" kült yerleriyle bir paralelliğin bulunduğuna inanıyorlar.

Mozart, dáhi değil miydi?

Mozart’ın yaşamını ve yeteneğini ayrıntılı bir şekilde inceleyen İsviçreli nöropsikoloğun ilginç değerlendirmesi: Besteci, diğer çocuklardan daha fazla çalıştığı için başarılı oldu.

Wolfgang Amadeus Mozart, beş yaşında ilk menüetini, on bir yaşında ise ilk sahne eserini bestelemişti. Amadeus’un yaşamını ve müzik yeteneğini ayrıntılı bir biçimde inceleyen İsviçreli nöropsikolog Lutz J?ncke, Mozart’ın çok erken yaşlarda ve yoğun olarak müzikle uğraştığını ve yeteneğinin şaşırtıcı olmadığını söylüyor.

Nöropsikologa göre, çocuklar herhangi bir alanda çok çalıştıkların zaman o konuda muhakkak ustalaşıyor diyor. Mesela çok küçük yaştan itibaren satranç oynayan çocuk ileride pekala satranç uzmanı olabiliyor.

Mozart’ın bir dahi olarak anılmasını abartılı ve romantik bulan J?nke, Mozart olayına doğa bilimi açısından yaklaşıyor. Bestecinin bu kadar başarılı olmasının başlıca nedeni bilim adamına göre küçük Mozart’ın, müziğin gündelik yaşamda yeme içme kadar önemli bir yeri olan evde büyümesi ve müzisyen olan baba tarafından motive edilmesiyle ilgili.

Aslında tüm bebeklerin içinde bir müzisyen gizli olabilir. Sonuçta beyin yaşamımızın başlangıcından itibaren uzmanlaşmaya başlıyor. Sağlıklı bir bebek dokuz aylıktan itibaren anadilini ve yabancı dili ayırt etmeyi öğreniyor.

Son araştırmalara göre bilişsel ve motorik becerilerin en fazla %50’si genetik. Bu insanın doğuştan sahip olduğu yetenek, diğerlerini çevresel etkenler, eğitim ve çalışmayla ediniyor. Ve bir kişinin başarıya ulaşması üç faktörün bir araya gelmesine bağlı. Yani yetenek çarpı istek çarpı olanak. Mozart üçüne de sahip olan şanslı bir çocuktu.

Denize düşen göktaşı daha tehlikeli

Suya düşen meteorit senaryosu aşağı yukarı şöyle: Çapı 300m’yi bulan bir göktaşı, saatte 18km’lik bir hızla dünyaya doğru yaklaşır ve Meksika körfezine düşer. Ve yalnızca bir saat sonra Texas ve Meksika sahillerinde 30m yüksekliğinde dalgalar oluşur ve bir süre sonra da Florida’ya on metre yüksekliğinde dalgalar vurur.

Pasadena Jet Propulsion Laboratuarı’ndan Steve Chesley ve Kaliforniya Üniversitesi’nden Steve Ward, şimdi ilk kez hangi çarpışmanın daha tehlikeli olduğunu hesapladılar.

Araştırmacılar 6000 yılda bir gerçekleşecek bir çarpışmanın tsunamiye neden olacağını söylüyorlar. Denize çarpan bir meteoritle, 2004 yılında Sumatra’da meydana gelen tsunamiden 300 misli enerji açığa çıkar deniyor New Scientist dergisindeki (www.newscientist.com, 12 Mayıs 2006) yazıda.

Dev dalgalar bir milyon kişiye zarar vereceği gibi maddi hasarların da 110 milyar kadar olabileceği tahmin edilmekte. Oysa aynı büyüklükte bir göktaşının karaya çarpması haline maddi hasarlar bunun sadece üçte biri kadar olabilir diyor araştırmacılar.

Taş devrinde en sık görülen ölüm nedeni, kafa yaralanması

Ülkelerinde bulunan 350 neolitik dönem insan kalıntısını inceleyen İngiliz bilim adamları, taş devrinde şiddetin altı bin misli daha etkili olduğu sonucuna vardılar. Belfast Queen’s Üniversitesi’nden Rick Schulting ve ekibi, İ.Ö.4000 ila 3200 yılları arasında yaşamış olan insanların ne şekilde öldüklerini inceledi.

Buna göre özellikle de güney İngiltere’ye ait kafataslarının %4-5’inde iyileşmiş, %2’sinde ise iyileşmemiş darbe izlerinin bulunduğunu görmüşler. İyileşmemiş yara izleri tabii ki bu kişilerin öldüğünü göstermekte.

Ölümlerin çoğu, kafatasının sol yanında alınan darbelerle gerçekleşmişti. Bilim adamlarına göre bu darbe sağ elini kullanan iki kişiyle yapılan kavga sonucunda meydana gelmiş. Neolitik dönemde genelde küt uçlu aletlerle dövüşülüyordu, ama kimileri taş balta da kullanmış, diyor araştırmacılar.

Dünyanın en küçük altın kafesi

Amerikalı bilim adamları Buckyballs olarak bilinen ve en az altmış karbon atomundan meydana gelen kafesleri altın atomlarıyla üretmeyi başardılar.

Karbon moleküllerin aksine içi boş altın molekülleri yuvarlak değil, üçgenlerle bir kare biçimini oluşturuyorlar. Milyonda bir milimetre büyüklüğündeki yapı tek bir atomu içine alacak kadar geniş. Buckyballs yapılarının 1985 yılında ilk kez açıklanmasından bu yana dünya genelinde birçok bilim adamı, bu moleküler kafesi metalden üretmeye çalışıyorlardı.

Burada sorun birkaç metal atomundan meydan gelen bağlantıların, birbirine çok yakın bir şekilde dizilme eğilimleri olması. Bu şekilde ya yassı yapılara ya da piramit gibi içlerinde boşluk bulunmayan masif yapılara dönüşüyorlar.

Daha önceleri yapılan araştırmalarla aynı şeyin altın için de geçerli olduğu görülmüştü. Mesela 13 altın atomu bir araya geldiğinde yassı yapılar, 19 alton atomuyla ise içinde boşluk bulunmayan üçboyutlu yapılar meydana gelmekte.

Richland Pasifik Kuzeybatı Ulusal Laboratuarı’nda Lai-Sheng Wang ile çalışan araştırmacılar bu yüzden 14-18 atomlu altın yapılar üzerinde duruyorlardı. Bu amaçta en sağlam düzenlemeleri hesapladıktan sonra, bu yapıların belli dalga uzunluğundaki ışınların etkisindeyken ne şekilde davranacaklarını bilgisayarda tasarlamışlar.

Daha sonra bir lazer yardımıyla 14, 15, 16, 17 ve 18 altın atomunu birleştirerek, ışınlamışlar ve ortaya çıkan motifi, teorik olarak tahmin edilen motifle karşılaştırmışlar. Bilim adamları gerçekten de 16, 16 ve 18 altın atomuyla kafesimsi yapıların oluştuğunu ve bunların oda sıcaklığında sağlam kaldıklarını söylüyorlar.

Minik kafesler herhangi bir yüzeyle temas etmedikleri müddetçe bozulmuyorlar. Bilim adamları bundan sonra kafesin boşluklarına başka atomları yerleştirerek, ne şekilde etkilendiklerini kontrol edecekler.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!