Oluşturulma Tarihi: Nisan 22, 2006 00:00
Nehir bakterisinde yapışkanlık rekoru
Basit bir tatlı su bakterisi en güçlü doğal yapışkanı üretiyor. Caulobacter crescentus bakterisinin yapışma yetisini inceleyen Amerikalı bilim adamları, bakteri yapışkanının ıslak zeminde etkili olması nedeniyle, tıpta kullanılabileceğini düşünüyorlar. Derelerde, ırmaklarda ve su borularında yaşayan Caulobacter crescentus bakterisinin her hücresinde bir sap,bunların ucunda da vantuza benzer bir organ bulunmakta.
Bu tutunma organının üzeri, bakteriye her türlü zemine tutunmasına izin veren polisakkarit ile kaplı. Bu şeker molekülü zincirlerinin çok kuvvetli bir yapıştırıcı olduğu daha önceki araştırmalarla da ortaya çıkmıştı. Yüzeye yapışan bakteri hücreleri örneğin çok tazyikli suyla bile temizlenememekte.
Brown Üniversitesi’nden Peter Tsang, polisakkarit maddesinin yapışma kuvvetini test edince ilginç bir sürprizle karşılaşmış. Bu tür karşılıklı etkilerin incelendiği halihazırdaki tüm yöntemler, bakterinin yapışkanlığını analiz etmek için yeterli değildi. Araştırmacılar bu nedenle yeni bir yöntem geliştirdiler. Bu yöntemde bilim adamları, bakterilere saplarıyla son derece esnek bir cam pipetin yüzeyine yapışmalarına izin vererek bakteri hücresini anında ince bir tüpe aktarmışlar.
Bu tüpün her hareketi mikrobun tutunma organına ve cam pipetin üzerine bir kuvvet yansıttığı için, araştırmacılar bu şekilde, tutunma organını camdan ayırmak için gerekli kuvveti hesaplayabilmişler. Buna göre tek bir hücrenin camdan ayrılması için gereken kuvvet yaklaşık olarak bir mikronewtona eşit. Bir milimetrekare için gerekli kuvvet ise neredeyse 70 Newton diyor bilim adamları. Bundan sonraki araştırmalarda, süper yapışkanın kimyasal bileşimi açıklanmaya çalışılacak.
İyi beslenenler genç kalıyor
Berlin’deki Charit Enstitüsü bilim adamlarının son bir araştırmasına göre düzenli olarak meyve ve sebzeyle beslenenlerde daha az kırışık oluşuyor. Hatta "normal beslenenler" bile kısa bir süre için örneğin bol miktarda domates ve kırmızı biber tükettiklerinde ciltleri daha genç görünüyor diyor araştırmacılar. Hastalıklar ve yoğun stres ise kırışıkların oluşumunu hızlandırıyorlar.
Zamansız cilt yaşlanmasından (cilt kanserine de yol açabiliyor) serbest radikaller sorumlu. Bu zararlı oksijen molekülleri,hücrelere saldırmadan önce organizmadaki antioksidanlarca yakalanırlar. Ancak beden tüm "radikal avcılarını" kendisi üretemiyor, birçoğu, örneğin A,C,D ve E vitaminleri ve belli başlı karotinoitlerin besinlerle alınması gerekiyor.
Havuç, domates, biber ve yeşil lahanagiller ve yeşil çay içinde bol miktarda antioksidan bulunmakta. Bilim adamlarının 450 katılımcıyla gerçekleştirdikleri araştırma sonucunda,bedenlerindeki antioksidan miktarı yüksek olan kişilerin ciltlerinde daha az kırışık bulunduğu, dolayısıyla da daha genç gösterdikleri görülmüş.
Kırışıkların incelenmesine dayanan ve yaşları 40-50 arasında değişen katılımcılarla gerçekleştirilen ikinci bir araştırmayla bilim adamları bu tezi kanıtladıklarını söylüyorlar. Araştırmacılar bununla birlikte aşırı miktarda antioksidanın radikal oluşumunu güçlendirebileceği konusunda da uyarıyorlar.
Ancak bedendeki antioksidan miktarını çok fazla arttırmamak için yapay vitamin takviyesi yerine taze meyve ve sebze yenilmesi halinde bu tehlike söz konusu değil.
Bukalemun gibi tişört
Bilim adamlarının son bir buluşu sayesinde insanlar da tıpkı bukalemunlar gibi tek tuşla görünmez olabilecek Ğ ama sadece mavi bir fonun önünde duranlar. Connecticut Üniversitesi’nden Greg Sotzing, elektrik gerilimine göre renk değiştirip maviye dönüşen bir polimer dokuma geliştirdi. "Bunlar renk değiştirici özellik taşıyan ilk uzun iplikler" diyor Sotzing.
Bu yöntem bugüne kadar elektrokrom polimerlerle sadece milimetrenin onda biri formatında mümkündü. Oysa yeni ipler bir kilometre boyunda olabiliyor ve örmeye, dokumaya ve yıkamaya karşı dayanıklılar. İnce metal teller ve pil bağlantısıyla donatılarak, tişört olarak işlenebiliyor.
Bu tişörtler ise gerilimdeki değişime göre çizgiler veya motifler şeklinde renk değiştirebilmekte. Bu da, elektrokrom polimerlerin karbon ve kükürt atomlarının uzun bir zincir şeklinde kenetlenmelerine dayanan bir yöntemle mümkün olmakta. Sotzing şimdilik sadece maviye dönüşen turuncu veya kırmızı ipler üretebiliyor. Bundan sonra yeşile dönüşen kırmızı, mavi ve yeşil ipler üretilecek.
Taş devrinde diş tedavisi?
Pakistan’da bulunan dişlerdeki delikler, insanlar henüz hayattayken açıldıkları için bunların tedavi amaçla açıldıkları düşünülmekte. Poitiers Üniversitesi’nden Roberto Macchiarelli başkanlığında çalışan ekip, dişleri Neolitik döneme ait bir yerleşmeden çıkarmış. Nature dergisindeki yazıda araştırmacılar, dokuz iskeletten dördünün dişlerinde delikler bulunduğunu söylüyorlar. Deliklerin çapı bir ila üç milimetre derinlikleri ise üç milimetre kadar.
Deliklerin kenarlarındaki çıkıntılar, dişlerin delindiğini ve kullanım izleri de tedaviden sonra delik dişlerle çiğnendiğini kanıtlamakta diyor bilim adamları. Delikler bir olasılıkla doldurulmuş da. Çünkü tedavi sırasında dişin ağrıya duyarlı kısımları açıkta kalmış. Fakat bilim adamları dolgu kalıntısı bulamamışlar. Deliklerin, o dönemde boncukların da delindiği çakmaktaşı aletlerle delindiğin tahmin edilmekte. Aslında deliklerin tam olarak niçin açıldıkları bilinmemekte, çünkü delikler çürük değil sağlam dişler üzerinde açılmış.
Yaralar balla iyileşiyor
Yeni Zelandalı bilim adamlarının son bir araştırmasına göre balın yaralar üzerinde iyileştirici bir etkisi bulunmakta.
Sonuç, balın tıpta kullanımıyla ilgili kırk bilimsel çalışmanın verilerine dayanıyor. Araştırmacılar, balla farklı yaralanmalarda gayet iyi sonuçlar alındığını söylüyorlar.
Waikato Üniversitesi’nden Peter Molan, balla tedavi edilen toplam 2.062 hastanın verisini kapsayan 22 araştırmayı incelemiş. Buna göre balın yara tedavisinde olumlu etki yapan çok sayıda özelliği var. Bal, halihazırdaki enfeksiyonları iyileştirdiği gibi, yarayı yeni enfeksiyonlardan da korumakta.
Hafif iltihap önleyici etki göstererek, dokunun düzenli olarak yenilenmesini ve izlerin kaybolmasını sağlamakta. Ayrıca kirlenmiş yaralar da bal pansumanıyla temizlenmekte. Birçok olumlu etkisine rağmen, bal yara merhemi olarak pek kullanılmamakta. F
akat bal artık steril halde bazı yara ilaçlarında bulunduğu için bu durum belki değişebilir. Molan, doktorların yara tedavisinde baldan daha fazla yararlanmalarını önermekte.
Meksiko’nun göbeğinde 1500 yıllık bir piramit
Bilim adamları Meksika’nın başkentinde 1500 yıllık bir piramit buldular. Piramit kentin doğusundaki Iztapalapa bölgesindeki "Cerro de la Estrella" (Yıldız Tepesi) tepesinde korunagelmiş. Yüz yıllar boyu yığılan toprak tabakalar sonucunda piramit gerçek bir dağa dönüşmüş.
Ulusal Antropoloji Enstitüsü arkeologlarının açıklamasına göre 18m yüksekliğindeki piramit, İ.S.500 yılında Teotihuacan döneminde, 150x120m’lik bir alana kurulmuş. Proje başkanı Jesus Sanchez, yapının gün ışığına çıkarılmayacağını bildirdi. Çünkü Hıristiyanlar bu tepenin üzerinde neredeyse iki yüzyıldır, Paskalya yortusunda, İsa’nın haça gerilmesini temsil eden geleneksel törenler yapıyorlar ve her yıl binlerce insan bir araya gelmekte.
İspanyollar, Aztek ve Mayalara ait birçok kutsal alana Katolik kiliselerini kurmuşlar. Iztapalapa’da bulunan yeni piramidin boyutları, yüksekliği hariç, Teotihuacan’daki Ay piramidiyle aynı. Meksiko kentinin 50km kuzeyinde yer alan bu piramit 9.yy’a kadar inşa edilmiş ve bilim adamlarına göre Teotihuacan’ların, Teotihuacan kültürünün yok olmasından önce, kuzeyden gelen Coyotlatelc’lerle karıştıklarını kanıtlamakta. Teotihuacan kültürü Aztekler üzerinde büyük bir etki yapmıştı.
Çin, beyaz yunusları koruma altına alıyor
Cin, soyları tükenmekte olan beyaz yunusları koruma altına alabilmek için, güneybatıdaki Kwangtung bölgesinde yer alan İnci Nehri deltasındaki 460 kilometrekarelik alanda özel bir bölge oluşturulacak. Doğayı Koruma Vakfı müdürü Chen Jialin’in açıklamasına göre bu yıl içinde de beyaz yunuslar için acil kurtarma merkezi kurulacak.
Tahminlere göre sadece 2000 beyaz yunus bulunuyor ve bunların da yarısı İnci Nehri deltasında yaşamakta. Chen’in açıklamasına göre bu yunus türünün doğal yaşam alanı, kağıt üretim tesislerinin, kimya fabrikalarının ve diğer endüstrilerin zehirli su atıkları yüzünden büyük bir tehdit altında.
Ayrıca Dünya Çevre Organizasyonu WWF’nin gözlemleriyle de deniz trafiği ve yoğun balıkçılık da hayvanların yaşam alanlarını önemli ölçüde tehdit etmekte.
Pasif içicilik de diyabet riskini artırmakta
4572 kadın ve erkekle bir araştırma gerçekleştiren Amerikalı bilim adamları, pasif sigara içiciliği yüzünden bedenin kan şekeri seviyesini iyi kontrol edemediğini saptadılar. Deneklerin %17’sinde, 15 yıl içinde glikoz toleranslığı bozukluğu gelişmiş. Diyabetin bir ön safhası olan bu hastalıkta, kan şekeri seviyesi ensülinle normal seviyeye getirilememekte.
Bilim adamlarının, British Medical Journal dergisindeki yazılarına göre sigaranın içindeki zehirli maddeler, ensülin üreten hücrelere zarar vermekte. Araştırmaya Amerikanın dört farklı kentinden 18-30 yaş arası denekler katılmış. Deneklerin, sigara içimiyle ilgili bilgilerini doktorlar, kandaki nikotin indirgeme ürünlerinin ölçümleriyle kontrol etmişler.
Buna göre hiç sigara içmeyenler ve pasif içici olmayanlarda kan şekeri seviyesinde bozukluk riski %11,5, sigara içenlerde %22, sigarayı bırakmış olanlarda %14 ve pasif içicilerde %17 civarında. Sigara içmeyenlerce alınan zehirli maddeler, sigara içenlerin içlerine çektikleri dumandan çok daha fazlasını içermekte diyen bilim adamları bundan sonra tütünün içindeki zararlı maddelerin, pankreasta ensülin üreten hücrelere ne şekilde zarar verdiklerini ve diyabetin gelişimini nasıl tetiklediklerini araştıracaklar.