Oluşturulma Tarihi: Mart 25, 2006 00:00
Chikungaya virüsü Almanya’da
Fransa’nın La Reunion adasında 77 kişinin ölümüne neden olan Chikungaya virüsü, Almanya’nın Solingen kentindeki 77 yaşındaki bir kadında tespit edildi. La Reunion adasında tatile giden kadın, Düsseldorf havaalanına iner inmez St.Lukas Kliniği’ne kaldırıldı. Hasta, henüz adadayken ateş ve şiddetli ağrılar yüzünden tedavi görüyordu.
Virüs adada bugüne kadar 157.000 kişiye bulaşmış olmasına rağmen, kadındaki hastalığa kesin teşhis konamamıştı. Hastanın kan örnekleri Hambugr Bernhard Nocht Enstitüsü’nde incelenince kadının Chikungaya virüsü taşıdığı anlaşıldı.
Chigungaya hastalığı ilk olarak 1952 yılında Tanzanya’da görülmüştü. Chikungaya "kambur yürüyüş" anlamına geliyor. Hastalığın en tipik belirtisi eklem ağrıları ve ateş düşürücü, ağrı kesici ve iltihap önleyici ilaçlarla tedavi edilmekte.
Kalp hastalıkları riski tanısı için kan testi
Yeni bir kan testiyle, arteryozkleroz ve buna bağlı kalp enfarktüsü riski çok basit ve hızlı bir şekilde teşhis edilebiliyor. Kan testiyle koroner kalp damarlarını onarma yetisi olan belli başlı bir enzimin yoğunluğu ölçülmekte. Bu enzim yoğunluğu ne kadar düşükse, damarlardaki bozukluk da o denli ilerlemiş oluyor.
Amerika’daki kardiyologlar konferansında konuşan bilim adamları,yeni testin halihazırdaki testlerin yerini alabileceğini bildirdiler. Arteryosklerozda (damar sertliği) arter damarların endotel hücrelerinden oluşan iç dokusunda biriken yağ parçacıkları,damarları değiştirip zarar veriyorlar. Bu tür bozukluklar az ise beden bunları onarabiliyor.
Bu onarım sürecinde kan dolaşımıyla, kemik iliğindeki EP hücreleri (endoteliyal öncü hücreler) gerekli bölgelere taşınmakta. Ancak hastalık ilerledikçe onarım hücreleri yetersiz kalır. Bu nedenle kandaki EP hücresi yoğunluğu arteryoskleroz ve buna bağlı kalp sorunları için iyi bir gösterge olarak kabul edilmekte. Fakat bu oranı belirlemek çok zahmetlidir.
Genelde 10.000 kan hücresi arasında sadece tek bir EP hücresi bulunmakta. Bu nedenle ilk başta zarar verici tüm hücrelerin yok edilmesi, potansiyel EP hücrelerinin kültüre alınması ve en sonunda da tek tak sayılmaları gerekiyor.
Duke Üniversitesi’nden Thomas Povsic şimdi daha kolay uygulanabilir bir yöntem geliştirdi. Araştırmacı doğrudan doğruya EP hücrelerini saymaktansa, bu onarım hücreleri tarafından üretilen bir enzimin oranını ölçüyor. Kalp kateterine ihtiyaç duyan hastalarda yapılan ilk klinik testler sonucunda bu enzim oranı ve hastalığın safhası arasında belirgin bir ilişkinin bulunduğu ortaya çıktı. Yeni kan testinin güvenirliği daha geniş kapsamlı araştırmalarla da kanıtlanabildiği taktirde, yaygın olarak kullanılabilecek.
Kokain bağımlılığından genler sorumlu
İngiltere’deki Psychiatry Enstitüsü bilim adamları, kokainin, beyindeki dopamin mesafesini bloke eden bir gen varyantı saptadılar. Bu gen varyantının iki kopyası, %50 olasılıkla insanların kokain bağımlısı olmalarına neden olmakta. Araştırma çerçevesinde 700 kokain bağımlısı ve diğer 850 kişinin DNA’sı incelenmiş.
Proceedings of the National Academy of Sciences dergisindeki araştırma yazısına göre sinir hücreleri ve beyin arasındaki bağlantıda aşırı miktardaki dopamin salgısını kontrol eden DAT proteinindeki etkinliğin bloke edilmesi, sinir hücrelerinde fazla dopamin birikerek, kokain alımıyla meydana gelen sarhoşluk haline neden olmakta.
Araştırmayı yöneten Gerome Breen, genetik şifrede DAT üretimini kontrol eden spesifik bir varyasyon tespit ettiklerini söyledi. Anlaşıldığı üzere bu varyantı taşıyan kişilerde kokain, DAT reaksiyonunu durdurmakta.
İklim değişimi de alerjiye yol açabiliyor
Harvard Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir araştırma,iklim değişiminin alerjiyi ve nefes zorluğunu tetikleyebileceğini gösterdi. Havadaki karbondioksit yoğunluğu belli başlı bitkilerin büyümesini dolayısıyla da polen üretimini desteklemekte. Biyolog Christine Rogers bu ilişkiyi Ambrosia artemisiifolia bitkisinde araştırmış.
Bu bitkinin polenleri şiddetli alerjilere yol açar. Bu araştırmadan çıkan sonuç özetle şöyle: Halihazırdaki karbondioksit yoğunluğu (350ppm) ikiye katlandığı taktirde polen üretimi de % 61 oranında artacak.
Karbondioksit yoğunluğunun artışı öte yandan hava sıcaklığını da yükselttiği için ikinci bir etki söz konusu. Sıcaklık yüzünden bitkilerin polen üretme dönemini de uzamakta ve bu durum özellikle de saman nezlesi ve alerjik astımdan şikayetçi olan hastalar için tehlikeli olabilir diyor araştırmacılar.
Nano partiküller kemoterapide kullanılabiliyor
Alman bilim adamları nano partiküllerin kanser tedavisinde etkili olduğunu saptadılar. Yeni yöntem sayesinde halihazırdaki kemoterapi tedavilerinin iyileştirilebilmesi umuluyor. Aachen Polimer Kimya Enstitüsü araştırmacıları, tıbbi etki maddelerini ısıya duyarlı manyetik partiküllerle birleştirmeye başardılar. İlaçlar bedene aktarıldıktan sonra tümör dışardan bir manyetik alanla tedavi edilmekte.
Yeni yöntem organizmaya zarar vermeden tümörleri öldürüyor diyor araştırmacılar. Deneyler sırasında sıcaklık arttırılınca polimer jöle büzüşmüş ve jölenin içindeki suyun dışarı atılması sayesinde tüm kitle %90 oranında küçülmüş.
Tümörün içine hapsedilen maddeler sadece birkaç saniye içinde atılmakta. Dışarıdan kumanda edilen bu teknoloji etkili bir bölgesel kemoterapiye izin vermekte. Tümöre yüksek dozda etki maddesi ulaşırken diğer dokular zarar görmüyor.
Yöntem gelecekte, kan pıhtılarını çözen ya da hedef bölgelerdeki tümör göstergelerini taşıyan, manipüle edilmiş nano veya mikro araçları şeklindeki enzim yüklü polimer taşıyıcılarında da kullanılabilecek.
Ağız bölgesinde gelişen kanser için tükürük testi
Los Angeles’teki Kaliforniya Üniversitesi bilim adamlarınca geliştirilen yeni tükürük testi, ağız bölgesinde gelişen kanserin erken safhada teşhis edilmesini sağlayacak. 100 hastanın tükürük örneğini inceleyen araştırmacılar RNA’daki dört molekülün kesin tanıya izin verdiğini buldular. Tükürük testi bundan sonra pratikte uygulanabilecek şekilde geliştirilecek. Daha önceki araştırmalarda da yedi RNA molekülünün ağız kanseri tanısında yardımcı olabileceği ortaya çıkmıştı.
Yeni araştırmalar sayesinde bu RNA moleküllerinden dört tanesiyle, ağız kanserinin %82’lik doğruluk payıyla teşhis edilebileceği kanıtlandı. Tükürük testi sayesinde doku örneği gereksiz kalıyor ve hastalık belirtiler ortaya çıkmadan önce teşhis edilebiliyor.
Ağız kanseri belirsiz semptomlar yüzünden geç safhalarda teşhis edilmekte. Hastaların yaşam beklentisi hastalığın teşhisinden sonra beş yıl kadar. Oysa erken safhada teşhis edilen ağız kanserinin %80-90 oranında tedavi edilme olasılığı söz konusu.
Laboratuvar ortamında yeni sıcaklık rekoru
New Mexico’daki bir laboratuarda iki ila üç milyar derecelik bir ısı elde edildi. Bu bir dünya rekoru. Sandia Ulusal Laboratuarı’ndaki araştırma için gerekli yüksek gerilim için bir "Z makinesi" (bkz.yandaki resim)üretilmiş. Ve deneyler sırasında Z makinesiyle iki milyar Kelvin’den daha kızgın "Z-Pinch plazmaları" oluşturulmuş.
Bunun için de bir "Marx jeneratöründen" son derece büyük bir elektrik yükünün depolanması gerekiyordu.
Dört kondansatörün aynı anda çalıştırılmasıyla birlikte sekiz milyon volt elde edilmiş. Bunu takip eden muazzam elektrik boşalmasında 20 milyon amper,tellerden oluşan bir sisteme akınca bir patlama meydana gelmiş. Physics News Update dergisindeki habere göre bu işte bu patlama sırasında da rekor sıcaklık oluşmuş ve yoğun miktarda röntgen ışını yayılmış.
Kırmızı şarap dişlere de iyi geliyor
Kırmızı şarabın içerdiği polifenoller dişeti iltihaplarını önlüyor. Kanadalı bilim adamları bu maddelerle iltihapların tedavi edilebileceğini de sanıyorlar. Özellikle de siyah üzümde bol miktarda bulunan bu maddelerin etkisi fare hücrelerinde kanıtlanmış. Polifenoller, dişeti iltihabı sırasında gelişen serbest radikalleri yakalıyorlar.
Daha önceki araştırmalarda da kırmızı şarabın örneğin tümör gelişimini durdurduğu ve kalp hastalıklarını önleyebileceği saptanmıştı. Bu etki üzüm kabuğunda bulunan polifenollere dayanmakta. Polifenoller bedendeki zararlı serbest radikalleri yakalayan antioksidanlardır.
Laval Üniversitesi’nde Fatiha Chandad yönetiminde çalışan araştırmacılar, polifenollerin etkisini, dişetinde iltihaplara yol açan bakterilerle kontrol etmişler. İlk önce farelerdeki makrofajlar yalıtılmış. Makrofajların görevi mikropları ve zarar görmüş hücreleri indirgemektir.
Araştırmacılar makrofajları, bakteri özleriyle işlemden geçirince, ağız dokusunu bozan serbest radikaller oluşmuş. Fakat bakteri saldırısından önce polifenol aşılandığında çok daha az serbest radikal gelişmiş.
Elde ettiğimiz bu sonuçlar, kırmızı şarabın dişeti iltihabını önleyebileceğini hatta tedavi edebileceğini göstermekte diyor araştırmacılar.