Araştırma Dünyasından

Güncelleme Tarihi:

Araştırma Dünyasından
Oluşturulma Tarihi: Şubat 11, 2006 00:00

İnsan yüzü ortaçağdan bu yana evrim geçirmiş

14., 16., ve 20.yy’a ait 115 kafatasını inceleyen İngiliz bilim adamları, insan yüzünün ortaçağdan bu yana önemli ölçüde değiştiğini saptadılar. İncelemeler, yüz hatlarının eskisi kadar belirgin olmadığını buna karşın alın bölgesinin yükseldiğini göstermekte.

Birmingham Diş Sağlığı Yüksekokulu’ndan Peter Rock yönetiminde çalışan bilim adamlarının araştırması bilgisayar programında analiz edilen röntgen görüntülerine dayanmakta.

İncelenen kafataslarından otuzu, 1348 yılında Londra’da meydana gelen veba salgını yüzünden yaşamlarını yitirenlere, diğer 45 kafatası ise, 1545 yılında batan Mary Rose adlı İngiliz savaş gemisinin mürettebatına ait. Geriye kalanlar ise diş sağlığı yüksekokulunda tedavi olan hastaların görüntüleri. Tüm bu röntgenlerin incelenip karşılaştırılması sonucunda iki önemli farklılık çıkmış ortaya.

Ortaçağa ait kafataslarının yüz hatları modern örneklerine kıyasla çok daha belirgin. Fakat buna karşın göz boşlukları ve kafatası çatısı arasındaki mesafe günümüz insanınkinden daha kısa. Rock, alındaki genişlemenin, zihinsel yeti artışına bağlı olabileceğini düşünse de kafatasındaki değişimlerin gerçekte hangi faktörlere bağlı olarak yaşandığının saptanabilmesi için yeni araştırmaların yapılması gerektiğini bildirdi.

Diyabet hastaları iğneden kurtuluyor

Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA, ilk kez solunabilen bir ensülin türünü onayladı. "Exubera" adlı ila, Pfizer, Nektar Therapeutics (ABD) ve Fransız Sanofi Aventis firmalarının ortak çabaları sonucunda geliştirildi. Exubera çabuk etkiyen kuru bir ensülin tozu ve elde tutulan bir aletle solunmakta.

Açıklamalara göre alet, kapalı haldeyken bir gözlük kılıfı büyüklüğünde. Dünya Sağlık Organizasyonu’nun (WHO) hesaplarına göre dünya genelinde 194 milyon diyabet hastası bulunmakta ve bu sayının 2030 yılına dek ikiye katlanması bekleniyor.

Fransız adasında virüs salgını

Fransa’nın Runion adasında aylardan beri Chikungunya virüsü yayılıyor. Virüsün 30.000 kişiye bulaşmasından sonra, askerler hastalık etkenini bulaştıran sineklerle mücadele etmeye çalışacak.

Virüs adada on ay önce yaygın olarak görülmeye başlamasına rağmen, yetkililer Chikungunya salgınıyla başa çıkamadılar. Paris hükümeti şimdi 400 asker ve doktor gönderiyor adaya.

Söz konusu virüs, kas ve eklem ağrıları ile birlikte baş ağrısı ve ateşe neden oluyor. Chikungunya sözcüğü Swahili dilinden ve "kambur yürüyüş" anlamına gelmekte. Virüs Güney ve Güneydoğu Asya ve Afrika’da Güney Sahra bölgesinde yaygın ve hastalık ilk kez ellili yılarda Tanzanya’da ortaya çıkmıştı. Yetkililer özellikle de Aralık ayından itibaren çok sayıda yeni vakanın yaşanmaya başladığını söylüyorlar.

Le Nouvel Observateur dergisindeki habere göre virüs bugüne kadar 30.000 kişiye bulaşmış. Virüsün sineklerle bulaşması, salgınla mücadeleyi zorlaştırmakta. Hastalığa karşı henüz etkili bir ilaç veya aşı bulunmamakta. Bununla birlikte henüz bir ölüm vakası meydana gelmemiş.

Bu virüs şişmanlatıyor

Amerikalı bilim adamları Ad-37 virüsünün tavukları şişmanlattığını buldular.

Daha önceleri de adenovirüslerle aynı aileden olan Ad-36 virüsünün tavuk, fare ve maymunlarda, şişmanlığa yol açtığı ortaya çıkmıştı. Şüpheli virüslerin dışında adenovirüsler ailesinde, insanlara bulaşabilen 49 tip daha var ve bunlar normalde solunum yolları hastalıklarına yol açıyorlar. Wisconsin Üniversitesi’nden Leah Whigham ve ekibi şimdi diğer bazı adenovirüslerin şişmanlıkla ilişkisini araştırdı.

Bilim adamları Ad-36’ya çok benzeyen Ad-37 ve Ad-32 ve Ad-2 virüslerini civcivlere aşılamışlar. Civcivler aşağı yukarı aynı oranda yemle beslenmelerine rağmen birkaç hafta sonra önemli bir kilo farkı ortaya çıkmamış ama, Ad-37 virüsü aşılananların karın bölgesinde üç misli yağ birikmişti.

Ayrıca iki misli de beden yağı oluşmuş. Ad-2 ve Ad-31 virüsleriyle yağ birikimi meydana gelmemiş. Ancak Whigham, öncü yağ hücrelerine bu üç adenovirüsü aşılayınca sadece Ad-37 değil Ad-31 virüsünün etkisiyle de öncü hücrelerden yağ hücreleri gelişmiş.

Bilim adamları şimdi Ad-37 ile hayvanlar üzerinde elde edilen sonuçların insanlar için de geçerli olup olmadığını araştırmak istiyorlar. Ayrıca diğer adenovirüslerle ilgili araştırmaların yapılmasını da önerilmekte. Elde edilen sonuçlarla, birçok ülkede adeta salgın haline gelen şişmanlığın virüslerle ilgili olup olmadığı anlaşabilir diyor bilim adamları.

Sınav heyecanını seksle yenmek mümkün

Amerikalı psikolog Stuart Brody’nin son araştırmasına göre, toplum önümde yapılacak bir konuşma veya sınav öncesinde yapılan seks, stresin atılmasına yol açıyor. Ancak bu etki sadece (gerçek) cinsel ilişkiyle ortaya çıkıyor. Diğer aşk oyunlarının stres seviyesi üzerinde etkisi bulunmamakta. Bilim adamı özellikle de çeşitli seks türlerinin kan basıncı üzerindeki etkisini araştırıyor. İki hafta süreyle incelenen 24 kadın ve 22 erkek denek, cinsel yaşamlarıyla ilgili bir günlük tutmuşlar. Araştırma sırasında deneklere topluluk önünde konuşma yapmaları veya matematik problemleri çözmeleri istenmiş. Böylece topluluk önüne çıkmadan önce seks yapanlarda stresin en düşük seviyede olduğu tespit edilmiş.

Brody’nin çalışmasında yanıtsız kalan bir soru homoseksüel ilişkinin stres seviyesi üzerinde ne şekilde etkili olduğu. Bilim adamı, seks sırasında çeşitli sinirlerin uyarılması nedeniyle rahatlatıcı etki yaptığını düşünüyor. Fakat bu en başta heteroseksüel ilişki için geçerli. Özellikle de Nervus vagus, birçok psikolojik süreçte önemli bir rol oynamakta. Ayrıca seks sırasında beyinde salgılanan oksitosin hormonunun da rahatlatıcı bir etkisi olduğu sanılmakta.

Ölü Deniz kuruyor

Uluslararası çevre kuruluşu Global Nature Fund (GNF), Ölü Deniz’deki su seviyesinin azalışına dikkat çekmek için Ölü Deniz’i "2006 yılının, tehdit altında olan denizi" olarak adlandırıldı.

Yaklaşık 600 kilometrekare büyüklüğündeki Ölü Deniz, yeryüzünün en derin noktasında bulunmakta. Dünyanın en tuzlu denizine İsrail, Ürdün ve Filistin komşu. Denizin yüzeyi son 35 yıl içinde üçte bir oranında küçüldü. Halihazırdaki 417m’lik su seviyesinin, 2020 yılında deniz seviyesinin 430m altına düşeceği tahmin edilmekte.

Barajların ve pompalama istasyonlarının kurulması, Ölü Deniz’in doğal su akıntısını önemli ölçüde düşürdü diyor uzmanlar. Bir kısmı komşu ülkeler tarafından içme suyu olarak kullanılırken, önemli bir kısmı kurak bölgedeki tarım alanlarına akmakta. Eşsiz özelliklerine rağmen Ölü Deniz git gide daha büyük bir hızla kurumaya devam ediyor diye konuştu, Friends of the Earth Middle East (FoEME) girişiminin Ürdünlü direktörü Munqeth Mehyar.

Mehyar’a göre su seviyesi her yıl bir metre kadar azalmakta. GNF başkanı Marion Hammerl, Ölü Deniz’in korunması için girişimlerde bulanacaklarını açıkladı. İsrail ve Ürdün, bu amaçta Kızıldeniz’den Ölü Deniz’e uzanan 300km’lik bir kanalın planını yapıyorlar.

Ancak çevre kuruluşları planın başarısı konusunda kuşkulular. Mesela Aquaba körfezinden su alınacağı için mercan resifleri zarar görebilecek. On misli tuzlu olan Ölü Deniz suyunun Kızıl Deniz suyuyla karışması da Ölü Deniz’de jips oluşumuna neden olabilir diyor çevreciler. FoEME bu yüzden şu sıralar kanalının çevreye etkisini değerlendiriyor.

Avrupa’nın meteoroloji uydusundan ilk görüntü

Meteosat 9, Avrupa’nın yeni meteoroloji uydu neslinin ikinci örneği olduğu için "MSG-2" olarak da adlandırılmakta. İki ton ağırlığındaki uydu, Avrupa ve Afrika için daha kesin hava raporu tahmini yapacak. Yeni nesil uyduların ilk örnekleri 2002 yılında gönderilmişti uzaya.

Daha önceki uydular 30 dakikada bir görüntü alabilirken, yeni nesil uydular 15 dakikada bir 15 tayf kanalından dünyaya fotoğraf gönderebiliyor. Meteoroloji uyduları öte yandan iklim araştırmaları, tarım ve çevre felaketleriyle ilgili bilgiler de veriyor.

154 milyon Avroluk, Meteosat 9 uydusu 36.000km yükseklikteki yörüngede çalışacak. Avrupa Meteorolojik Uydu Organizasyonu (Eumetsat), MSG programının yaklaşık olarak iki milyar Avroya mal olacağını bildirdi.

Susuzluk, acı hissini güçlendiriyor

Susuz kalan beden, acıyı ve ağrıyı daha yoğun hissediyor. Bundan ağrının beyinde öncelikliler listesinde yer alması sorumlu.

Açlık, susuzluk, ağrı ve uç sıcaklıklar beyin için çok önemlidir. Çünkü hepsi bedenimiz ve hayatımız için tehlikeyi haber verirler. Beyin bu yüzden risk yaratacak duyunun ortadan kalkması için hemen devreye giriyor. Fakat aynı anda birden fazla hissin uyanması halinde beyin daha tehlikeli olana öncelik tanıyor.

Melbourne Üniversitesi’nden Michael Farrel yönetiminde çalışan araştırmacılar, beynin bu seçimi nasıl yaptığını görmek için deneklerin bir kısmına tuz çözeltisi aşılayarak susuzluk hissini uyandırdıktan sonra baş parmaklarına basınç uygulamışlar. Bu iki uyarıda beyin için ağrı önceliklidir.

Gerçi susuzluk uzun vadede bedene zarar veriyor ama acil bir durumun habercisi değil. Oysa ağrı bir şeyin doğru gitmediğini ve herhangi bir yaralanmanın meydana gelmemesi için hemen giderilmesini uyarır. Deneyler sırasında da gerçekten susuz olan katılımcılar daha fazla acı hissetmişler.

Beyin etkinliklerini izleyen bilim adamları tek başına ortaya çıkan uyarıların etkin bölgelerde kısmen benzeştiğini, kısmen de farklı olduğunu görmüşler. İki hissin aynı anda ortaya çıkması halinde fazladan iki beyin bölgesi etkinleşmekte, ki bunların uyarılarla ilgisi yok. Bilim adamları işte bu nedenle bu iki beyin bölgesinin, öncelikli uyarıyı seçen kontrol merkezleri olduğuna inanıyorlar.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!