Oluşturulma Tarihi: Şubat 04, 2006 00:00
Kuru fasulye artık gaz yapmayacak
Etlisi, pilakisi, piyazı, Türk mutfağının vazgeçilmez hububatı olan kuru fasulye, lezzetli olduğu kadar besleyicidir de. Ne var ki sindirimi zordur ve gaz yapıcı özelliği vardır. Cambridge Üniversitesi’nden Colin Leakey şimdi bilimsel adı Phaseolus vulgaris olan fasulyenin gaz yapmayan bir türünü yetiştirdi.
Spiegel Online’daki habere göre şu sıralar East Anglia’da yaklaşık 20 hektarlık bir tarla üzerinde gaz yapmayan fasulye yetişiyor. Yeni fasulye türü İngiltere’de dondurulmuş olarak satılmakta. Phaseolus vulgaris birçok ülkede çok farklı yöntemlerle yetiştirilmekte.
"Prim beans" olarak adlandırılan yeni tür İsveç ve Fransa’daki fasulye türüyle çiftleştirilerek üretildi. Fasulye normalde ılıman iklimlerde yetişmesine rağmen "prime beans" fasulyesi İngiltere’nin soğuk ikliminde bile yetişiyor.
Baş parmak tırnağı büyüklüğündeki fasulye taneleri yeşil veya kırmızı değil açık sarı renginde. Yani bildiğimiz kuru fasulyeye benziyor. Yeni fasulye türünün gaz yapmayışı kabuğundaki tanen oranının düşük olmasına bağlanıyor.
Güney Kutbu’nda 900.000 yıllık geçmiş aydınlanacak
Uluslararası bir araştırma ekibi, Güney Kutbu’nda 2774m derinlikten buz karot örneği çıkardı. Alfred Wegener Enstitüsü’nden (AW1) yapılan açıklamaya göre böylece dört yıllık araştırma projesi sona ermiş oldu. İlk incelemeler sonucunda buz karot örneğinin 900.000 yıllık olabileceği ortaya çıktı.
Bilim adamları örneğin analizinden sonra küresel iklim geçmişi hakkında önemli bilgiler edinebileceklerini sanıyorlar. Bilim adamlarının Güney Kutbu’nun diğer bölgesinde bir yıl önce çıkardıkları örnek de aynı tarihe ait. Bugüne kadar elde edilen sonuçlar, geçmişte iklim ve atmosferdeki sera gazları arasında doğrudan ve değişmez bir bağlantının varlığını göstermişti. İnsana bağlı zararlı maddeler geçen yüzyıldan itibaren önemli oranda artmış.
Yeni örnek şimdi ölçümlerin daha iyi ve kesin bir şekilde değerlendirilmesine izin verecek. İki sondaj çalışması da Avrupa’nın Epica (European Progrman for Ice Coring in Antarctica) projesi çerçevesinde gerçekleştirildi.
Endüstriyel atıklar Afrika’yı kirletiyor
Endüstri ülkelerinden gönderilen elektronik aletler Afrika’nın doğal çevresini kirletmekte. Teknolojinin her yıl yenilenmesine bağlı olarak eskimiş tonlarca elektronik alet Afrika’ya gönderilmekte.
Fakat bu aletlerin birçoğu kullanılamaz durumda olduğu için güvenli olmayan çöplüklere atılmakta. Çöplükler yeterli olmadığı için de, atıklar düzenli olarak yakılmakta. Böylece çevre ağır metaller ve dioksinle kirlenmekte. Eski elektronik aletlerin önemli bir bölümü Avrupa ve ABD’den gönderilmekte.
Tehlikeli atık dolaşımıyla savaşan Amerikan Basel Action Network organizasyonu, durumu Nijer’de özel olarak araştırdı. Yüzlerce çöplükte dağ gibi elektronik aletlerle karşılaşan organizasyon, bunların genelde yerleşme yerlerinin ortasında bulunduğunu söylüyor. Ve aletlerin çoğu hala ilk kullanıcılarına ait bilgiler taşımakta.
Dondurucu soğuğa aldırmayan sivrisinek
Güney Kutbu’nda sivrisinek larvaları toplayan Amerikalı zoologlar, donma şoku yaşayan bir sivrisinek türünün Ğ20 derecede bile yaşayabildiğini saptadılar. Sinekleri farklı ısılara maruz bırakan bilim adamları, önceden soğukta kalan larvaların yeniden kendine gelmeleri halinde eskiden daha dayanıklı olduklarını görmüşler. Güney kutbunda yaşayan Belgica antarctica sivrisineği haftalarca oksijensiz kalıp, çok tuzlu ve asitli ortamlarda hayatta kalabildiği gibi kısmen kuruyarak da yaşamaya devam edebiliyor. Bilim adamları sineğin canlı olarak donması halinde bile neden ölmediğini merak ediyorlardı. Bu sorunun yanıtını bulmak isteyen Miami Üniversitesi bilim adamı Richard Lee, Güney Kutbu yazında binlerce larva topladı. Amerikalıların Polarstation Palmer laboratuarında gerçekleştirilen araştırmalarda, sinekler Ğ10 dereceye maruz bırakıldıklarında %75’i ölmüş.
Ancak hayvanlar daha önce bir saat kadar Ğ5 derecede kaldıklarında sadece %15’i ölmüş. Geriye kalan larvalar bilim adamlarıyla birlikte Kuzey Amerika’ya getirilirken yolda buz paketleriyle çevriliydi ve böylece kış koşullarına uyum sağlamışlardı. Lee ve ekibi, soğuk ortam testini tekrarlayınca larvaların kış koşullarına alışmaları nedeniyle yaz sıcağına alışkın türlerine göre soğuğa daha dayanıklı oldukları görülmüş. Önceden bir saat kadar soğuk ortamda kalan larvalar Ğ20 derecede bile hayatta kalabilmişler. Önceden soğuk ortamda kalan larvaların dondurucu soğuğa neden daha dirençli oldukları kesin bir şekilde açıklanamıyorsa da doku analizlerinde, bu larvalarda daha az hücrenin öldüğü ortaya çıkmış. Bilim adamları bu nedenle donma sırasında bir tür hücresel sürecin metabolizmayı aşırı soğuğa göre ayarladığını tahmin ediyorlar.
Roma’da 3000 yıllık mezar
İçinde ölü küpü ve diğer çanak çömleklerle birlikte ortaya çıkarılan mezar derin bir kuyuya benziyor. İ.Ö.1000 yılına tarihlendirilen mezar, efsaneye göre İ.Ö.753 yılında Romulus ve Remus kardeşler tarafından kurulduğu bilenen Roma’dan bile daha eski. Tahminlere göre burada bir mezarlık söz konusu. İtalyan arkeolog Eugneio La Rocca, bundan başka daha birçok mezarın bulunduğunu sanıyorum diye konuştu. Mezar, Forum Romanumun altındaki çalışmalar sırasında bulunmuş. Forum Romanum, Kolosseum’la birlikte Roma’nın en önemli mimari eserlerinden biridir.
Bilim adamları eski Roma’yla ilgili bilgilere ulaşabilmek için burada yıllardan beri kazılar yapıyorlar. 2005 sonbaharında, İ.Ö.8.yy’a ait bir evin kalıntıları çıkarılmıştı ortaya. Vestalinnen evinin, bir zamanlar Palatin tepesinin eteğindeki Vesta tapınağının yanında bulunduğu tahmin ediliyor.
HIV virüsüne karşı bakterili savunma
Genetik değişimden geçirilen laktik asit bakterileri, HIV virüsünün bulaşmasını önleyen bir etki maddesi oluşturuyor. Amerikalı bilim adamları Lactococcus lactis bakterisini, kültüre alınmış insan hücrelerini HIV virüsünden koruyan siyanovirin üretecek şekilde değişimden geçirdiler. Rhode Island’daki Brown Tıp Okulu’ndan Bharat Ramrtnam yönetiminde çalışan bilim adamları tarafından gerçekleştirilen araştırmayla ilgili yazı Journal of Acquired Immune Deficiency Syndrome dergisinde yayımlandı.
Normalde laktik asit üreten lakto bakterileri, yoğurt ve peynir üretiminde kullanılmakta. İnsan bedeninde bağırsak veya vajinada da bulunan lakto bakteriler, zararlı bakterilerin gelişimini engellemekte. Genetik değişimden geçirilen bakteriler şimdi siyanovirin üretiyorlar. Bu etki maddesi HIV virüsünün üzerinde bulunan şeker molekülleriyle birleşmekte.
Bu şekilde, virüsün diğer hücrelere sıçramak için yararlandığı bir reseptör bloke edilmekte. Burada ilginç olan, etki maddelerinin tam da etkimesi gereken yerlere ulaştırmanın çok daha avantajlı olması. Bilim adamları şimdi bu özel laktik asit bakterilerini içeren bir jel üretmek istiyorlar.
Fakat etki maddesi, etkisini çabuk yitirdiği için jelin cinsel ilişkiden hemen önce uygulanması gerekiyor ki bilim adamları birçok ülkede jelin bu şekilde kullanılacağına ihtimal vermiyorlar. İlk klinik testlerin 2007 yılında gerçekleştirilmesi bekleniyor.
Görme duyusu ve dokunma duyusundaki ortak nokta
Bilim adamları şimdi aynı durumun dokunma duyusu için de geçerli olduğunu saptadılar. Üçten fazla objeyi sayarak hissediyoruz. Cebimizde on tane bir liradan yedisiyle gazete almak istediğimizde, saymak zorundayız. Oysa üç liraya ihtiyacımız olsaydı, elimiz ve parmaklarımızdaki dokunma duyusuyla saymadan çıkarabilirdik cebimizden. İlginç sonuç on altı kişiyle deney yapan Fransız ve İngiliz bilim adamlarına ait.
İnsan, saymadan üç nesneyi ilk bakışta görebiliyor. Ama daha fazla obje varsa saymak veya tahmin etmek gibi stratejilere başvuruyor. Londra Metropolitan Üniversitesi’nden Kevin Riggs ve meslektaşları son araştırmalarında şimdi aynı durumun dokunma duyusu için de geçerli olduğunu buldular. Denekler deney sırasında ellerini delikli bir zemine koymuşlar.
Bilim adamları alttaki deliklerden yedi ila on tane kalem soktuklarında denekler kalem sayısın sayarak algılamışlar. Bu yüzden deneyin ikinci aşaması daha az kalemle gerçekleştirilmiş. Bu şekilde deneklerin üç kalemi saymadan %90’lık doğruluk payıyla hissedebildikleri görülmüş.
Bununla birlikte obje sayısını dokunarak hissetme gözle görmeye göre daha uzun sürüyor. Bu da insanın dokunarak sayma alışkanlığının bulunmamasına bağlanmakta.
Tütün bitkisiyle ilk kez etkili aşı
Alman bilim adamları genetik değişimden geçirdikleri tütün bitkisiyle önemli miktarda aşı ürettiler. Tütün bitkisi, ilk kez Lyme hastalığına karşı etkili olacak yeterli miktarda aşı maddesi üretecek şekilde değişimden geçirilebildi.
Würzburg Üniversitesi bilim adamları, yeni aşının bakteri kültürlerinden elde edilen aşı kadar etkili olduğunu bildirdiler. Oysa daha önce yapılan genetik değişimler sonucunda bitkiler yeterli miktarda aşı maddesi üretemiyorlardı. Würzburg Üniversitesi Farmkoloji Araştırmaları bölümünde Heribert Warzecha ile çalışan araştırmacılar, aşının oluştuğu proteinin genini tütün bitkisinin kloroplastlarına aktarmışlar.
Böylece genler sadece yoğun miktarda protein üretmekle kalmayıp aynı zamanda aşıyı etkili kılan yağ asitlerini de üretmişler. Bugüne kadarki bilgilere göre proteindeki bu özel değişimin sadece bakterilerle gerçekleşebileceği sanılıyordu diye açıkladı Warzecha.
Freiburg Üniversitesi’nde farelerle yapılan testte, aşının hayvanları Lyme hastalığından koruduğu anlaşılmış. Würzburg Üniversitesi bilim adamları şimdi tütün bitkisinden nikotini ayrıştırıp, tütün yapraklarının yenmesi halinde de aşı etkisi yapıp yapmadığını kontrol edecekler.
Eğer yapraklar içindeki doz yeterli ise aşı maddesinin, sindirim sisteminde indirgenmeden önce ince bağırsağa ulaşabileceği sanılmakta. Kenelerle bulaştırılan Borrelia burgdorferi bakterisiyle ortaya çıkan Lyme hastalığında önce daire biçiminde kızarıklıklarla kendisini belli ediyor ve bunu genelde gribe benzer belirtiler izlemekte. Hastalık tedavi edilmediği taktirde kalpte, eklemlerde hatta beyin ve sinir sisteminde iltihaplara yol açabilmekte.