İngiltere’deki en eski kültür kalıntıları
İngiliz arkeologlar, kuzey Avrupa’nın en eski kültür izlerini buldular. İngiltere’nin doğu ucundaki Pakefield çakmaktaşı atölyeleri İ.Ö.700.000 yılına tarihlendi. Alplerin kuzeyinde kalan en eski yerleşim alanı olduğu sanılan Boxgrove İ.Ö.500.000 yılına ait. Londra College Üniversitesi’nden Simon Parfitt ile çalışan ekip, dört ayrı bölgede boyları iki ila yedi santim arasında değişen 32 çakmaktaşı alet çıkardı gün ışığına. Ayrıca nehir yatağında hayvan ve bitki fosilleri de bulunmuş. Burada ilginç olan bu fosillerin 700.000 öncesi İngiltere’sinde Akdeniz iklimine yakın ılıman bir iklimin hüküm sürdüğünü göstermesi.
Analizlerden anlaşıldığı üzere o zamanlar bölgede su aygırları, gergedanlar ve step mamutları yaşıyordu. Ve sadece ılıman iklimde yaşayabilen böcek ve bitkiler yetişiyordu diyor bilim adamları. Bununla birlikte buluntular, insanların o tarihlerde Kuzey Avrupa’da devamlı yaşadıklarını kanıtlamıyor.
Hollandalı bilim adamı Will Roebroecks, insanlar Akdeniz’den, Kuzey Denizi’ne ulaşabilmek için sıcak bir dönemden yararlanmıştı. Benzer iklim koşullarıyla karşılaştıkları için de yaşam biçimlerini değiştirmemişler diyor
Tatlı yiyecekler acıyı dindiriyor
Amerikalı bilim adamları tatlı yiyeceklerin çocuklarda meydana gelen ağrıların etkisini hafiflettiğini buldular. Bu etki yetişkinlik döneminde yok oluyor.
Araştırmaya yaşları beş ila on arasında değişen 242 çocuk anneleriyle birlikte katılmış. Bilim adamları ilk önce katılımcıların tatlıya düşkünlüklerini ölçmek için şekerli su vermişler. Buna göre çocuklar genelde içinde on bir tatlı kaşığı şeker bulunan suyu sevmişler. Anneler daha az tatlı olan şekerli suyu beğenmişler. Bilim adamları şekerin ağrı dindirici etkisini ölçmek için soğuk su testi yapmışlar.
Bu testte kişinin on derecelik suda elini ne kadar süre tutabildiği ölçülür. Suyun içindeki şeker oranı ne kadar yüksekse çocuklar acıyı o kadar az hissediyorlar. Ve bu etki normal kilolu çocuklarda daha kuvvetli.
Annelerde ise şekerli su hiçbir şekilde etkili olmamakta. Araştırmayı gerçekleştiren araştırmacılar Yanina Pepino ve Julie Mennella, çocuklar ve yetişkinler arasındaki farklı reaksiyonların beyindeki kimyasal süreçlerle ilgili olduğunu düşünüyorlar.
Sabun köpüğü şekilden şekle girdi
Baloncukların yuvarlak olması, doğadaki iyileştirme sürecinin bir sonucudur. Küre biçimindeki yapı en düşük yüzeye sahip. Ve bu durumda yüzey gerilimi de en aza iniyor. Baloncuk en sağlam haline kavuştuğunu için biçimini değiştirmemekte. Fakat Harvard Üniversitesi’nden Manouk Abkarian, farklı biçimlerin de sağlam olabileceğini kanıtlamak için, baloncuğun üzerine ince bir partikül tabakasıyla kaplamış. Bu şekilde sağlamlaştırılan baloncuklar farklı biçimlere bürünebilirler diyor bilim adamları. Spiegel Online’daki habere göre (www.spiegel.de, 19.12.05) bilim adamları iki yuvarlak baloncuğu iki cam plaka arasına sıkıştırarak elips biçiminde bir baloncuk elde etmişler. Üstelik baloncuğun biçimi iki camın arasından çıktıktan sonra da bozulmamış. Abkarian, sağlamlaştırıcı tabakanın içindeki partiküllerin sıvı ve gaz hali arasında bulunmaları nedeniyle baloncukların özelliklerini değiştiriyorlar diye açıklıyor. Anlaşıldığı kadarıyla bu fenomen, doğadaki "şekilsiz" yapılardan da sorumlu.
Doğum sırasında oksijen yetersizliği otizme neden olabiliyor
Bebekler doğum sırasında veya doğumdan hemen sonra yeterli oksijen almadıklarında, işitme ve öğrenme zorluğuyla karşı karşıya kalabildikleri gibi otistik de olabiliyorlar. Amerikalı bilim adamlarının konuyla ilgili araştırmaları Proceedings dergisinde yayımlandı.
Kaliforniya Üniversitesi bilim adamları yeni doğmuş fareleri, bilinçlerini yitirene dek oksijensiz bırakmışlar. Daha sonraları yapılan araştırmalarla bu farelerin "normal" farelerden kötü işittikleri ve daha zor öğrendikleri görülmüş. Bilim adamları aynı sonuçların insanda da ortaya çıkabileceğine inanıyorlar.
Doğum anında göbek kordonu boynuna dolanan bebekler yeterli oksijen alamıyorlar. Otizm bilim adamlarının açıklamalarına göre her şeyden önce kalıtımla ilgili, ama çevre zehirleri, enfeksiyonlar, alkol ve uyuşturucu tüketimi gibi dış etkenlerle de ilişkili olabilmekte. İleri derecede otistik olan çocuklar normal okula devam edemiyorlar.
Yeni alarm, yangın ile sigara dumanını ayırt edebiliyor
Yeni geliştirilen bir yangın alarm sistemi sigara, dumanı ve yangın dumanı arasındaki farkı algılıyor. Bu sistem sayesinde yanlış alarmların önlenebileceği tahmin edilmekte. Farklı sensör türleriyle çalışan yangın alarmı bir ofis binasında ve bir geri dönüşüm fabrikasında başarıyla denendi.
Tahminlere göre otomatik yangın alarmlarının %90’ı hatalı çıkıyor. Yoğunlaşmış nem, havada duman partikülleri gibi davrandığından yanlış alarm oranı kargo uçaklarında daha yüksektir. Fakat binalarda verilen alarmlar da genelde hatalı olduğu için çalışanlar ve ziyaretçiler ciddi durumlarda çok geç reaksiyon gösteriyorlar.
Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki firmalar ve üniversitelerden oluşan bir konsorsiyum şimdi IMOS olarak adlandırılan bir sistem geliştirdi. Yeni alarm sistemi klasik optik sensörler dışında, duman partiküllerini iletken polimerle algılayan sensörlerle donatılmış. Bu plastikler gazların varlığında elektriksel iletim yetisini değiştiriyorlar.
Farklı varyantlar çeşitli gazlara reaksiyon gösteriyor. Bilim adamları IMOS sistemi için önce ahşabın, pamuğun, kağıdın, çeşitli plastiklerin ve sigarının yanışı sırasında oluşan kimyasalları belirledikten sonra bu maddelere karşı reaksiyon gösteren polimer sensörler geliştirmişler. Optik sensör duman partiküllerini kaydedince, plastik sensörler etkinleşmekte. Bu sensörler ise duman türünü saptadıktan sonra alarm çalıyor. Yeni sistemin 2006 sonbaharında satışa hazır olacağı sanılmakta.
Napolyon’un ordusunu bitler mahvetmiş
1812 yılında Rusya savaşından dönen Fransız ordusu, Marsilya Akdeniz Üniversitesi’nden Didier Raoult’un araştırmasına göre bitlerle bulaşan hastalıklar yüzünden büyük kayıplar vermişti.
Napolyon, Rusya savaşından dönerken, açlık, soğuk ve hastalık yüzünden askerlerinin birçoğunu kaybetmişti. 500.000 askerden yaklaşık olarak 25.000’i Litvanya’nın başkenti Vilnius’a ulaşabilmişti. Araştırmacıların hesaplarına göre burada 22.000 asker enfeksiyon hastalıkları yüzünden ölünce toplu mezarlara gömülmüştü.
Askerlerin hangi hastalıklar yüzünden öldüğü bugüne kadar pek bilinmiyordu. Raoult ve ekibi mezarlardan alınan toprakları analiz ederken üniforma kalıntıları ve kemik parçaları dışında elbise bitlerine ait kalıntılar da buldu. Bitlerin kalıtımları incelendiğinde ise hepsinin Bartonella quintana bakterisini taşıdığı ortaya çıkmış.
Bu bakteri bugün de Doğu Avrupa’da hala görülen ve öldürücü olabilen siper hummasına neden olmakta. Bilim adamları aynı bakteri kalıtımını ölen askerlerin dişözünde de bulmuşlar. Diğerleri ise yine bitlerle bulaşan lekeli hummaya yakalanmıştı. Araştırmacılar, askerlerin aşağı yukarı %30’unun bu hastalıktan biri yüzünden öldüğünü tahmin ediyorlar.
Efsanevi gülüşün gizi çözüldü
Leonardo da Vinci tarafından ölümsüzleştirilen Mona Lisa gülüşü, %83 oranında mutluluk ifade ediyor.
Ancak Mona Lisa’nın mutluluk gülüşü altında %9 nefret, %6 korku ve %2 de öfke gizli. New Scientist dergisinde yayımlanan habere göre sonuçlar, gülüşün Amsterdam ve Illinois Üniversitelerinde geliştirilen bir programla incelenmesiyle elde edilmiş. Bilgisayar programı, dudak kıvrımından, göz ucuna kadar tüm yüz hatlarını inceleyerek altı temel duyguyla ilişkilendiriyor. Mona Lisa’nın gülüşü daha önceleri de defalarca incelenmişti. Bazı uzmanlar gizemli gülüşü hastalıklara veya sergi salonundaki etkilere bağlamışlardı. Hatta Leonarda da Vinci’ye ait olmayan taklitlerden kaynaklandığını düşünenler de olmuştu.
Yeni robot, salyangoz gibi duvara tırmanıyor
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü bilim adamları, yapısı salyangoza benzeyen bir robot geliştirdiler. Robotun beş yassı ayağı jölemsi bir
film tabakası üzerinde hareket ediyor. Bilim adamları ilk deneylerde, robotu salyangoz gibi hareket ettirmeye başardılar.
Duvara tırmanan robot, tavanda bile yürüyebiliyor. Salyangoz hareket edebilmek için sümüksü tabakada kayan ayağında bir kas büzüşme-çekilme dalgası oluşturmakta. Bu şekilde büzüşmeyle öne doğru hareket ediyor, arkasından ise beden çekiliyor. Sümük tabakası bu sürecin durmasını ve salyangozun arkaya itilmesini önlemekte deniyor Der Wissenschaft dergisinde (www.wissenschaft.de, 19.12.05).
Anette Hosoi ve ekibi bu süreci en iyi şekilde taklit edebilmek için beş ayaklı birkaç gramlık robotlar geliştirdi. Bu robotların ayakları hep birlikte hareket etmek yerine sırayla hareket ediyor ve sümük yerine laponit olarak bilinen jölemsi bir madde kullanılmış. Hosoi şimdi robotuyla, salyangozun dinamiği hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalışacak.