Oluşturulma Tarihi: Aralık 24, 2005 00:00
Beyin inmesi milyonlarca hücreyi öldürüyor
Kaliforniya Üniversitesi’nde bir bilim adamı ilk kez bir beyin inmesinden sonra ölen hücre sayısını hesapladı. Tedavi edilmeyen bir felçten sonra dakikada 2 milyon beyin hücresi ölüyor.
Doktorlar, bir beyin inmesinden sonra acil yardımın önemini her zaman vurgularlar. Bunun ne kadar önemli olduğunu şimdi Jeffrey Saver, sayılarla gösterdi. Bir beyin inmesinin tamamlanması ortalama olarak on saat sürmekte. Bu bozukluktan ortalama olarak 54 milimetrelik bir alan etkilenmekte, ki bu iki likör kadehine eşittir. İnme sürecinin başlamasından hemen sonra dakikada 1,9 milyon sinir hücresi, 14 iletişim bölgesi ve 12 kilometrelik sinir lifi ölüyor. Böylece iki saat içinde ön beyindeki 22 milyar hücre içinden nöronların %17’sinden fazlası tamamen hasar görmekte.
Beyin inmesinden genelde bir sonraki dokuya kan akışını engelleyen damar tıkanıklığı sorumludur. Oksijen ve besleyici madde aktarımının aksaması sonucunda hasar gören sinir hücrelerinin çoğu ölüyor. Bu kayıp ise görme ve konuşma bozukluğu, baş dönmesi veya bedende tek taraflı felce neden olmakta. Saver’in araştırması, önemli hasarları önlemek için tıkalı damarın bir an önce açılmasının ne kadar önemli olduğunu göstermekte.
Güney Amerikan yerlileri Avustralyalılara daha yakın
Orta Brezilya’daki Lagoa-Santo bölgesindeki kazılardan çıkarılan 81 kafatasının incelenmesi sonucunda Güney Amerikan yerlileri ve Avustralyalılar ve Afrikalılar arasındaki akrabalığın Kuzey Amerikan yerlilerine göre daha yakın olduğu ortaya çıktı. Araştırmacılar Walter Neves ve Mark Hubbe, 7500 Ğ11.000 yıllık kafataslarını dünyanın diğer bölgelerinde bulunan örneklerle karşılaştırmışlar. Bilim adamlarına göre yeni sonuçlar, Yeni Dünyaya yerleşen insan soyunun iki farklı köke uzandığına dayanan tezi kanıtlamakta.
Kuzey Amerikan yerlilerinin tarihöncesi ve günümüzdeki kafatası yapısı Kuzey Asyalılara benzemekte. Oysa Lagoa-Santa bölgesinde bulunan kafatasları daha çok Avustralya, Melanezya ve Sahra’nın güneyindeki Afrika topluluklarına benziyor. Tüm bu topluluklar, öne doğru çıkık altçene, geniş burun ve büyük göz boşlukları gibi özellikler yansıtan paleoamerikan morfolojisine sahip. Bir hipoteze göre Amerika’ya yerleşen yerliler iki farklı bölgeden gelmişti.
Son Pleistosen dönemde (yaklaşık 10.000 yıl önce) Bering boğazı üzerinden Doğu Asya kökleri gelmişti ki bunların morfolojisi paleoamerikalılarla örtüşmekte. Güney Amerikan yerlilerinin soyları da bu köke uzanmakta diye tahmin ediyor bilim adamları. İkinci göç dalgası yine Bering boğazı üzerinden ama bu sefer Sibirya’dan yola çıkmıştı. Bu kökler de Kuzey Amerikan yerlilerinin ataları olarak kabul edilmekte.
Korkuyu güven hormonuyla yenmek mümkün
Bethesda Ulusal Zihin Sağlığı Enstitüsü (NIMH) ve Giessen Üniversitesi bilim adamlarından oluşan bir araştırma ekibi, güven duygusu veren oksitosin hormonunun korkuyu önleyebileceğini gösterdi. Anlaşıldığı üzere kimyasal uyarı maddesi, korkuya duyarlı beyin yapıları üzerinde etkili. Bilim adamları yeni bulgu ışığında otizm gibi psişik bozukluklara karşı yeni tedavi yöntemleri geliştirebilmeyi umuyorlar.
Zürich Üniversitesi bilim adamları da geçen Haziran ayında oksitosin hormonunun diğer insanlara güvenme hissini uyandırdığını bulmuşlardı. Bu maddenin, duygusal ve sosyal davranış biçimlerinin işlemesinde bir anahtar rolü olduğu hayvan deneylerinden zaten biliniyordu.
Mesela hayvanların anne şefkatine ne kadar gereksinim duydukları, bağlılık veya saldırganlık gibi davranışlar beyindeki oksidosin seviyesine bağlı. Hormon, hayvanlarda da korku hissini azaltarak, korku reaksiyonlarını öğrenme ve unutma yetisinin değişmesine yol açmakta. Bilim adamları bu etkinin beyinde ne şekilde işlediğini görmek için çekirdek spin tomografisiyle çalışmışlar.
Araştırma sırasında oksitosin hormonunu burun spreyi şeklinde alan 15 erkek deneğin beyin bademciğindeki (amigdala/ korku hissinin dengelenmesinden sorumlu beyin bölgesi) etkinliğin azaldığı saptanmış. Bundan sonraki deneyler sadece kadın katılımcılar üzerinde gerçekleştirilecek. Beyin bademciğindeki etkinliğin azalışı özellikle de korku dolu yüzlerde çok belirgindi. Ayrıca oksitosin alımı, beyin bademciği ve bedensel korku reaksiyonlarından sorumlu beyin kökü bölgelerindeki işlevsel bağlantıyı da azaltmakta diye açıklıyor bilim adamları.
Bilgisayar çocukları aptallaştırıyor mu?
Anne babalar çocuklarının bir an önce bilgisayar kullanabilmeleri için çaba harcıyorlar. Okullarda da bilgisayar kullanımını iyice yaygınlaşmakta. Fakat kimi uzmanlar bilgisayarın çocuklar için sanıldığı kadar yararlı olmadığını savunuyorlar. Mesela Almanya’daki Ulm Üniversitesi Psikiyatri Kliniği müdürü ve beyin araştırmacısı Manrfred Spitzer, bilgisayarın öğrenmeyi teşvik etmek yerine çocukları aptallaştırdığı görüşünde. Bu konuda yeterli kanıtların bulunduğuna dikkat çeken bilim adamı bilgisayar, bağlantıların mantıklı bir şekilde öğrenilmesine yardımcı olmuyor diyor. Yani Spitzer’e göre on bir yaşındaki çocuğuna iyilik yapmak isteyen anne babalar bilgisayar almamalı.
PISA verilerinin değerlendirilmesi sonucunda da bilgisayarın, eğitimdeki başarı oranını yükseltmek yerine olumsuz etkileyebileceği ortaya çıkmış. Okulöncesi çocuklar asla ekranlı medyalardan yararlanmalı diyen uzman, şiddet içeren bilgisayar oyunlarının (veya televizyondaki şiddet içeren programların) çocukları şiddet kullanmaya eğimli kıldığını vurguluyor. Bu bağlantının istatistiksel açıdan sigara içimi ve akciğer kanseri arasındaki ilişki kadar güçlü olduğunu önere süren uzmana göre aksini savunanlar doğruyu söylemiyor.
Ani çocuk ölümlerine karşı emzik
Amerika’da gerçekleştirilen bir araştırmaya göre emzik, ani çocuk ölümlerini önemli ölçüde önleyebiliyor. Buna göre emzikle uyuyan bebeklerin ölüm riski %90 oranında düşmekte. Anlaşıldığı üzere bebekler yumuşak yatakta yüzüstü yattıklarında emzik, soluğun kesilmesini engellemekte. De-Kun Li, 185 ani ölüm vakasını rasgele seçilen, aynı yaşta ve aynı etnik kökenden 312 bebekle karşılaştırmış. Sonuçlar emziğin ani ölüm vakalarında olumlu etki yaptığını göstermesine rağmen, emziğin çene ve diş gelişimi üzerindeki olumsuz etkileri geçerliliği korumakta. Ani çocuk ölümlerinden yüzüstü uyuma, sigara içen anne babalar ve erken doğum gibi faktörler sorumlu tutulmakta.
Beyin protezine doğru bir adım daha
Alabama Üniversitesi bilim adamları Parkinson hastaları için beyin implantı üretme çabasında önemli bir adım daha attılar. Parkinson, genelde Levodopa ilacıyla tedavi edilmekte. Ancak ilaç aynı zamanda belirgin bir şekilde istenç dışı titreme gibi yan etkiler doğurabiliyor.
Araştırmacılar altı hasta üzerinde yaptıkları testlerle, Levodopa üreten ve hiçbir yan etki yapmayan göz hücrelerinin aktarılabileceğini kanıtladır. Altı hastaya iki yıl önce takılan implantların etkisi katılımcıların değerlendirmeleriyle test edilmekte. Bilim adamları implant taşıyan hastaların hareketlerinde %48 oranında düzelme olduğunu ve istenç dışı titremelerin ortadan kalktığını söylüyorlar.
Kokain bağımlılığında sosyal çevre belirleyici
Wake-Forest-Üniversitesi’nden Michael Nader’in yaptığı araştırmaya göre, sosyal çevresi iyi olan maymunlar kokaine uzak duruyorlar. Bu maymunlar rahat ve daha az stresli bir yaşam sürüyorlar, bunların beyin kimyası stresli ve zorlu koşullarda yaşayanlardan farklı. Bilim adamına göre, bu beyin kiması, hayvanları bağımlılığa karşı dirençli kılıyor ayrıca uyuşturucuyu bıraktıktan sonra yeniden başlamalarını da önlüyor. Kokain, beyindeki uyarı maddesi dopaminin seviyesini yükselterek bir tür sarhoşluk durumu yaratmakta.
Michael Nader’ın keşfi: bir maymun beyninde ne oranda dopamin reseptörü bulunduğu, maymunun sosyal statüsüne bağlı. Hemcinsleri arasında saygın olan maymunların dopamin reseptörleri daha fazla. Fakat bu farklılık doğuştan değil, hayvanın içinde bulunduğu çevreye göre gelişmekte. Ayrıca daha yüksek statüye ait bir maymunun kokain kullanma olasılığı da daha zayıf.
Araştırmacı, bu gözlemlerinden yola çıkarak, beyindeki dopamin reseptörü oranı ve kokain bağımlılığı arasında bir ilişkinin varolduğu inancında. Ve bu sonuçların, kokain bağımlılığından kurtulan insanlara yardımcı olabileceğini düşünüyor. İnsan beyninde de kokain alımı durduktan sonra dopamin reseptörlerinin yükseldiğini tahmin ediyor. Ama bu konuda sosyal çevre önemli. Çalışma hayatı, eğitim olanakları ve ailenin desteği gibi faktörler, bağımlılıktan uzak tutuyor ve kişilerin yeniden uyuşturucuya yönelmelerini engellemekte.
Kemoterapi riski beş gene bağlı
Belli başlı kalıtım özellikleri, kanser hastalarını kemoterapinin yan etkilerine karşı duyarlı kılıyor. Sonuç Almanya Ulusal Genom Araştırma Ağı (NGFN) bilim adamlarına ait. Araştırmacılar, antrasiklin verilen hastalarda kalp sektesi riskinin artmasında etkili olan beş gen saptamışlar. Bu bağlantının diğer araştırmalarla kanıtlanması halinde risk altındaki hastalara genetik test sonuçlarına uygun tedavi yöntemleri seçilebilecek diyor uzmanlar. NGFN’nin açıklamasına göre antrasiklinle tedavi edilen 200.000 kanser hastasından 10.000-12.000’inde kalp sektesi görülüyor ve bunların çoğu hayatını kaybetmekte. Sonuçlar, anktrasikline karşı işleyen normal koruma mekanizmasının bazı insanlarda genetik sebeplerden dolayı çalışmadığını göstermesi açısından önem taşımakta.
Pirinç, alerjiye karşı aşılanarak ilaç oldu
Poln alerjisine karşı Japon bilim adamları pirinci etkin kıldılar. Pirinci genetik değişimden geçirdiler ve alerjik reaksiyon tip 1’e karşı etkili bir madde haline getirdiler. Tip 1 alerjilerinde, alerjiye yol açan maddelerle temastan sadece birkaç saniye veya birkaç dakika sonra ciltte kızarıklık, hapşırma veya kaşıntı gibi çeşitli alerji belirtileri görülür. Burada alerjenlerle temastan sonra histaminin açığa çıkmasına neden olan E sınıfı antikorlar sorumludur. Bu madde daha sonra bir iltihap sürecini başlatarak belirtileri geliştirir.
Alerjiye karşı uygulanan duyarlılığı azaltma tedavi biçimi uygulanır., Burada alerjik olanlar, aslında zararsız olan maddeye karşı bağışıklık kazanmak için alerjenin dozunu yavaş yavaş arttırarak alır. Tıpkı aşı uygulamalar gibi. Bilim adamları şimdi yenilebilir bir aşı peşinde. Japonlar kadife çamına karşı, ağızdan alınan bir aşı üzerinde çalışıyor. Pirinç bitkisinin genlerine alerjiye yol açan polen proteinleri yerleştirdiler. Genetik değişimden geçirilen pirinçlerle beslenen farelerde E sınıfı antikor oranı ve histamin, kontrol grubundakilere göre çok daha az saptanmış. Fakat aşının insanlarda denenebilmesi için daha birçok test yapılacak.
Deterjan kokusu akla temizliği getiriyor
Hollanda’daki Nijmegen Üniversitesi’nden Rob Holland ilginç bir araştırma yaptı. Limon kokulu deterjanla temizlenmiş bir kantinde üniversite öğrencilerine kolay ufalanan kek verildiğinde, öğrenciler kırıntıları toplamak için üç misli çaba harcamışlar. İkinci bir araştırmada ise limon kokulu deterjanla temizlenmiş bir mekanda bulunan deneklere aynı gün içinde ne yapacakları sorulduğunda %36’sı "temizlik" yanıtı vermiş. Oysa deterjan kokmayan ortamda bu oran %11 de kalmış. Konuyla ilgili araştırma yazısı "Psychological Science" (Sayı 16, s.689) dergisinde yayımlandı