Oluşturulma Tarihi: Aralık 10, 2005 00:00
Zehirli nektar ile beklenmedik yan etki
Yalancı yasemin (Gelsemium sempervirens) gibi bitkiler, "hırsızlardan" korunmak için nektarlarına acımsı hatta zehirli maddeler katıyorlar. Bu şekilde polenlerin sadece kendilerine yarar sağlayan "konuklar" tarafından kullanılmasını hedefliyorlar. Fakat iki Amerikalı bilim adamı şimdi bu taktiğin bir de bedeli olduğunu buldular. Çünkü zehirli nektar beklenen misafirleri de uzaklaştırmakta. Zehirli nektarın evrim süresince varlığını neden koruduğunu araştırmacılar bilemiyor henüz.
Geçerli olan teoriye göre aslında tozlaşma için gerekli canlıların zehirli nektardan yararlanmaları gerekiyor. Tozlaşmayı yerine getirenler ve değiştirilmiş nektarı değerlendirmesini öğrenenler, rakipleriyle fazla uğraşmak zorunda değil ve bitki sadece kendisinden yararlanmak isteyenleri korkutmakta. Bu nedenle sonuçta tozlaştırıcının tok olması gerekirken, bitki de polenlerin en iyi şekilde taşınmasını ve dolayısıyla da çoğalmayı garantilemiş olmalı.
Massachusetts Üniversitesi’nden Lynn Adler ve Rebecca Irwin bu teoriyi kontrol ederken tamamen farklı bir sonuca ulaşmışlar. Yalancı yaseminin nektarındaki Gelsemin maddesinin miktarını değiştiren biyologlar, çiçeklerin içine flüoresanlı polen aşıladıktan sonra ne kadar hırsız ve tozlaştırıcının geldiğini ve flüoresanlı polenin nereye taşındığını izlemişler. Nektar ne kadar acı olursa o kadar az ziyaretçi gelmiş.
Ve daha az acı olan nektarın üzerinde kaldıkları kadar bile kalmamışlar. Bu nedenle de bitkinin polenleri çok az taşınmakta. Anlaşıldığı üzere acı nektar bitki için başka avantajlar sağlıyor. Ya da biyologlar tam da olumsuz bir özelliği yakalamış olabilirler diyor Kaliforniya Üniversitesi’nden (Santa Cruz) John Thompson.
Bakteriler içinde manyetizma nasıl işliyor?
Bremen Max-Planck Deniz Mikrobiyolojisi Enstitüsü ve Martinsried Max-Planck Biyokimya Enstitüsü bilim adamları, bakterilerin, içlerindeki mini pusulayı ne şekilde yapılandırdıklarını buldular. Magnetospirillum gryphiswaldense bakterisi manyetik duyusu olmadan varolamazdı. Hücrelerinin içinde neredeyse mükemmel bir zincir şeklinde dizili manyetit kristalleri bulunmakta.
Bu zincir, bakterilere tıpkı bir pusula iğnesi gibi yönlerini göstermekte. Çamurda yaşayan bakteriler böylece alttan en uygun yaşam koşullarının bulunduğu su tabakalarına geçebiliyorlar. Bilim adamları söz konusu bakterileri küçük bir nehrin çamurlu tabakasında bulmuşlar. Ayrıntılı incelemeler sırasında manyetit kristallerini çevreleyen zarın bazı içeriklerini de üreten bir gen keşfedilmiş.
Bu gen iptal edildiğinde, manyetit kristalleri zincir şeklinde dizilmiyor, manyetik alanla konumlama bozuluyor. Bakteriyel nano mıknatısların zincir yapılarının genetik olarak kesin bir şekilde ayarlanabiliyor olması gelişkin organizmalardaki manyetizmanın da daha iyi anlaşılmasında önem taşımakta diyor bilim adamları. Mesela güvercinlerin belli başlı dokularında bakterilerinkine çok benzeyen manyetit kristalleri ürettikleri bilinmekte. Tahminlere göre bunlar da benzer mekanizmalarla oluşmakta.
Dünya genelinde 40.3 milyon HIV taşıyıcısı var
AIDS salgını HI virüsünün ortaya çıkışından bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. Son rapora göre dünya genelinde 40.3 milyon kişi HIV taşıyıcısı.
Yalnızca 2005 yılında 4,9 milyon yeni enfeksiyon vakası kaydedilmiş. AIDS yüzünden ölen kişilerin sayısı ise 3,1 milyon. AIDS virüsü her gün altı saniyede bir 14.000 kişiye bulaşıyor. 21.11.05 Pazartesi günü açıklanan UNAIDS raporu 2005 sonu itibariyle dünya genelindeki AIDS salgınını ele alıyor. Aids virüsü 1981 yılında ilk kez görülmüştü, o zamandan bu yana 25 milyon kişi yaşamanı yitirmiş. Bağışıklık sistemini zayıflatarak kişiyi ölüme sürükleyen hastalığa karşı etkili bir aşı geliştirilemedi henüz ve kesin bir tedavi yöntemi de bulunmuyor. Bununla birlikte alınan önlemler etkili olmakta. Örneğin Kenya, Uganda ve Zimbabwe gibi ülkelerde aydınlanma ve önlem sayesinde HI virüsü taşıyanların sayısında azalma söz konusu. "Test yaptıranların sayısında önemli bir artış var. Çünkü insanlar artık tedavi olanaklarından haberdar diyor UNAIDS uzmanları. Sahranın güneyindeki Afrika ülkelerinde durum hala pek iç açıcı değil. AIDS virüsü bu bölgede neredeyse 26 milyon kişiye bulaşmış ve 2005 yılında 3,2 milyon yeni enfeksiyon vakası teşhis edilmiş. Enfeksiyonlu sayısı Doğu Avrupa, Orta ve Doğu Asya’da da artmaya devam ediyor. Aids vakalarında artış ülkemizde de sürmekte. Sağlık bakanlığının verilerine göre Türkiye’de HIV vakaları 2004 yılında 1922’ye yükselmiş. Dünya genelinde AIDS enfeksiyonu vakaları kadınlarda daha büyük bir artış göstermekte. 2003 yılında yaklaşık 16,5 milyon kadın HIV taşıyıcısı vardı son rapor bu sayısının 2005 sonunda tam bir milyon daha fazla olacağını söylüyor. Bunun başlıca nedeni birçok Afrika ülkesindeki kadınların daha düşük sosyal statüde bulunmaları. Bu yüzden korunmasız sekse her zaman karşı koyamıyorlar. AIDS öte yandan çocukları da vuruyor. Bu yıl içinde 15 yaşından küçük 2,3 milyon çocuğa HIV bulaştı ve 570 000 çocuk yaşamını yitirdi.
UNAIDS’e göre 2006-2008 yılları arasında AIDS’le savaşım için yaklaşık 85 milyon dolar gerekli. Her ne kadar geçen yıl yardımlar arttıysa da yeterli olmadı diyor rapor.
İlgisizlik, bebek beynini olumsuz değiştiriyor
Yeterli ilgi görmeyen bebeğin beynindeki hormon üretiminde uzun vadeli değişimler yaşanabilmekte.
Araştırmayı gerçekleştiren Wisconsin Üniversitesi bilim adamları, bu gelişme nedeniyle bebekler büyüdüklerinde sevgiye dayalı ilişkiler kurmakta zorlanıyorlar diyor. Araştırmacılar, Amerikalı çiftler tarafından Rus veya Romen yetimhanelerinden evlat edinilen dört yaşından küçük 18 çocuğu incelemişler. Yetimhanede yeterince ilgi görmeyen evlatlık çocukların beyni, doğumlarından itibaren biyolojik anne babalarıyla birlikte yaşayan çocukların beyinleriyle karşılaştırılmış. Bilim adamları sosyal ilişkilerden ve stresle başa çıkılmasından sorumlu olan oksitosin ve vasopresin oranını ölçünce, bu hormonların evlatlık çocuklarda daha düşük olduğu ortaya çıkmış.
İlginç bir şekilde hormon seviyesi yeni annelerinin sevgisiyle de değişmemekte. Araştırmayı yöneten Seth Pollak, sonuç, evlatlık çocukların gündelik yaşamda mutlaka sorun yaşadıkları anlamına gelmez, fakat sosyal sorunların kökenleri biyolojik olabilir diyor. Bu sorunun bilinmesi halinde daha iyi yetiştirme yöntemleri geliştirilebilir.
Venedik suyla kurtulacak
Yıldan yıla çöken Venedik, yavaş yavaş kokmaya başladı. Bilim adamları şimdi kazıklar üzerinde kurulu kenti suyla yükseltmek istiyorlar.
Proje başkanı Guiseppe Gambolati tarafından açıklanan ilginç girişimin en önemli avantajı, kentin 300 yıl içinde çöktüğü kadar yükseltilmesinden ibaret. Geçen yıl ilk kez teorik olarak sunulan proje şimdi test edilecek. Spiegel Online’daki (www.spiegel.de) habere göre Venedik’te on kilometrelik alana açılacak 30 cm çapındaki on iki delikle, deniz dibinin 750m derinliğine deniz suyu pompalamak 100 milyon Avro’ya mal olacak. Deniz suyuyla dipteki kum genişleyecek.
Kumun üzerinde su geçirmeyen bir kil tabakası bulunduğu için, mühendisler kentin altındaki zeminin 30cm kadar yükseleceğini hesaplamışlar. Yöntem ilk önce küçük bir alanda test edilecek. Kentin tümden yükseltilmesi 10 yıl içinde tamamlanabilecek. Kentin bu girişim sırasında çökmemesi için zeminin her yerde eşit bir şekilde yükseltilmesi gerekiyor. Ancak yetkililer böyle bir tehlikenin pek söz konusu olmadığını söylüyorlar.
Cilt kanserinde yeni tedavi umudu
İki Alman araştırmacı dünyada ilk kez insan cildinin bilgisayar modelini geliştirdi. Modelin, cildin oluşumu hakkında daha fazla bilgi vermesi ve yeni terapi yöntemlerinin geliştirilmesine yardımcı olması bekleniyor. Hamburh-Eppendorf Üniversitesi Kliniği (UKE) dermatologu Karsten Neuber ve biyobilişimci Niels Grabe ilk önce insan cildinin çok katlı üst tabakasının (epidermis) oluşumu ve yenilenişiyle ilgili bilinen verileri yüklemişler bilgisayara.
Bu süreçte katkısı olan her hücre için küçük bir program yazılmış. Bu programlar hücrenin temel oluşumunu dikkate alıyor ve kendi kendine çalışıyorlar. Bu şekilde ortaya çıkan iki boyutlu model, kök hücrelerin, bilgisayarda tasarlanan moleküler mekanizmaların etkisiyle, nasıl kontrollü bir şekilde bölündüklerini ve deri tabakalarının ne kadar yavaş geliştiğini göstermekte. Bilim adamları bilgisayar modeliyle, günümüzde durmadan artan cilt kanseri için yeni terapi yöntemleri geliştirebilmeyi umuyorlar.
Kadında cinsel isteği uyandıran ilaç test aşamasında
Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), Viagra’dan farklı olarak kadındaki cinsel isteği uyandıran ve orgazm sorununu gideren PT-141 ilacının son test aşamasına başladı.
Cinsel isteksizlikten yakınan kadınlar için halihazırda herhangi bir ilaç bulunmamakta. Kadınlar bunun yerine can sıkıcı psikolojik tedavilerle yetinmek yetiniyorlar. New York Magazine dergisindeki habere göre PT-141 sadece birkaç dakika içinde etkiyerek cinsel arzuyu uyandırmakta.
Farelerle yapılan deneyler sırasında ilacı alan dişi fareler birkaç dakika sonra, çiftleşecek erkek fare peşine düşmüşler. Üretici firma Palatin Technologies’e göre PT-141, beyinde cinsel uyarımdan sorumlu bölgeyi etkinleştiren bir hormonun kopyası. İlaç Viagra’dan farklı olarak sertleşme sorunu olan erkeklerde işe yaramıyor. Üretici firma ilacın üç yıl içinde piyasaya çıkmasını umuyor.
Parkinson hastalığı ve eğitim durumu ile ilişkisi
Son bir araştırma sonucuna göre eğitim seviyesi yüksek kişilerde Parkinson hastalığı daha sık görülmekte. Bilim adamları Rochester’deki Mayo kliniğinde elde edilen sonuçların daha ayrıntılı bir şekilde incelenmesi gerektiğini söylediler.
Araştırma çerçevesinde 1976-1995 yılları arasında Minnesota’nın belli bir bölgesinden gelen Parkinson hastaları incelenmiş. Eğitim seviyesinin yükselmesine bağlı olarak Parkinson riski de artmakta. En büyük risk altında bulunanlar ise on yıldan fazla eğitim görenler. Bilim adamları ayrıca hastalığın riskini, çeşitli meslek gruplarına göre de araştırmışlar. Buna göre en büyük risk altında bulunan meslek grubu doktorluk. Tarım alanındaki meslek gruplarında hemen hemen hiç tehlike bulunmuyor diyen bilim adamları yine de meslek ve Parkinson arasındaki ilişkinin daha ayrıntılı bir şekilde incelenmesi kanısındalar.