Sağırlar da müzik dinleyebilecek
Sağırlar yeni geliştirilmiş bir işitme proteziyle yakında konuşmalar dışında müziği de duyabilecekler. Halihazırda kullanılan koklea implantları, konuşmaların anlaşılmasını sağlayacak şekilde geliştirilmiştir. İngiltere’deki NPL Fizik Ulusal Laboratuarı’ndan Markys Cain tarafından geliştirilen aletin bir prototipi müziğe göre de ayarlanabiliyor.
Koklea implantı akustik titreşimleri elektrik tepilerine dönüştüren minik bir mikrofondan oluşmakta. Bu tepiler duyma sinirine iletilmekte. Cain, akustik sensor olarak titreşim yetisine sahip, tonlar ve seslerle uyarılan dört bağlantıdan yararlanmakta. Bu bağlantılar, elektrik gerilimiyle kısalan veya uzayan piezoelektriksel malzemelerden oluşmakta. Bilim adamları bağlantı uzunluğuna bakmaksızın aleti belli başlı frekanslara göre ayarlayabiliyorlar.
İki santimetrekare büyüklüğündeki prototip, pratikte kullanılmayacak kadar büyük henüz. Bilim adamları aleti nano teknolojik yöntemlerle küçültebileceklerini sanıyorlar. Bilim adamları yeni işitme protezinin en az on yıl sonra hazır olabileceğini bildirdiler.
Oksijen bollaşınca dünyada tür çeşitliği artmış
50 milyon yıl önce oksijen oranının dünyada ikiye katlandığı bulundu. Rutgers Üniversitesi’nden Paul Falkowsi’e göre, oksijenin artışından yararlananlar arasında testere dişli kaplan ve dev tembel hayvanlar da var. Gerçi dinozorların yaşadığı dönemde de küçük memeliler yaşıyordu ama oksijen miktarı çoğalınca daha büyük memeliler gelişti ve oksijen miktarı arttıkça memelilerin boyları da büyüdü diyor Paul Falkowski.
Hatta oksijenin artışı memelilerin çoğalmasında dinozorların yok oluşundan daha etkili olmuş. Tahminlere göre atmosferdeki oksijen artışından fotosentezle yaşayan deniz yosunları sorumlu. Fotosentez sırasında oksijen açığa çıkarken, karbon, organik maddelerle birleşmekte. Ve organik karbon, oksijen yutan bakterilerce parçalanmak yerine deniz diplerine gömüldüğünde atmosferdeki oksijen oranında önemli bir artış yaşanır.
Bilim adamları, dev kıta Pangea’nın yaklaşık olarak 50 milyon yıl önce parçalanmasından sonra fotosentez yapan yosunların ve tek hücreli büyük yosun türlerinin çoğaldığını düşünüyorlar. Büyük yosunlar bakterilerce parçalanmadan dibe gömülür. Petrol rezervlerinin birçoğunun da bu dönemde deniz diplerine çöken yosunlarından oluştuğu bilinmekte.
Mars bitkisi üretilecek
Bitkilerin uzay gibi uç koşullarda yetişebilmeleri için aşırı sıcaklıklara, kuraklığa ve morötesi ışına karşı dirençli olmaları gerekiyor. Mesela Mars’taki ortalama sıcaklık eksi 55 derecedir. Dünya bitkilerinin savunma sistemleri bu koşullarda etkisiz kalmakta.
Bu savunma sistemleri bitkiyi mesela morötesi ışınının veya olumsuz sıcaklıkların ortaya çıkması halinde uyaran hiperoksit üretiyorlar. Fakat eğer alarm durumu çok fazla uzarsa, hiperoksitler aşırı reaksiyon göstererek bitki hücrelerini bozacak kadar müdahale ederek sonunda onları öldürürler.
Pyrococcus furiosus olarak bilinen ve deniz diplerindeki volkanlarda yaşayan bakteri, bilim adamlarına bu konuda yardımcı olabilecek. Bu bakteri, hiperoksit uyarı maddesinin etkisini zayıflatan bir protein üreterek bu tür stres durumlarını atlatabiliyor. Bu proteinin üretimi, şimdi Amerikalı araştırmacılar Wendy Boss ve Amy Grunden’in tütün, hardal ve tere otuna aşıladıkları geni çalıştırıyor.
Bu iki araştırmacı bu genin bitki hücrelerinde de hiperoksidi zararsız hale getiren proteini ürettiğini buldu. Bu gözlem uç koşullarda hayatta kalan ve büyüyen bitki üretiminin yolunu açtı diyen bilim adamları bundan sonra mikrobun savunma sisteminin bitkilere aktarılabilirliğini araştıracaklar.
AIDS virüsüne karşı anne sütü
Hollanda’da gerçekleştirilen son bir araştırmaya göre anne sütü AIDS virüsünü önlemekte. Anne sütü içindeki belli başlı şeker molekülleri, virüsün dendritik hücrelerin bağışıklık sistemine saldırarak bedene yayılmasın önlemekte. Yani diğer sözlerle HIV-1 virüsünün dendrik hücreleri üzerindeki DC-SİGN reseptörüne yapışmasını önlemekte. Konuyla ilgili yazıları Journal of Clinical Investigation dergisinde yayımlanan Amsterdam Üniversitesi bilim adamları, şeker moleküllerinin, antikordan daha kolay üretilmesi nedeniyle daha avantajlı olduğunu ve özellikle de Aids virüsü taşıyan annelerin bebeklerini emzirmeleri önerilen gelişmekte olan yoksul ülkeler için yararlı olabileceğini düşünüyorlar.
Fakat bilim adamları buna rağmen Aids virüsü taşıyan annelerin bulaşma tehlikesi yüzünden bebeklerini emzirmelerini önermemekte. Bulgular, Aids’in emzirme veya cinsel ilişki sırasında bulaşmasını önleyecek bir ilacın geliştirilmesinde yararlı olabilmesi nedeniyle önem taşımakta.
Mamutun soyunu Süpernova mı kuruttu?
Mamutları 13.000 yıl kadar önce dünya sahnesinden kuyrukluyıldız yağmuru silmiş. Amerikalı araştırmacılar kuyrukluyıldızların 250 ışık yılı uzaklıktaki bir Süpernova’ya ait olduğu görüşünde. Bu tez, buluntu yerlerindeki toz tabakaları ve deniz tortullarındaki izlere dayanmakta.
Çeşitli teorilere göre, mamutlar iklim felaketinden, salgınlardan veya Süpernova’lardan etkilenerek yokolmuşlar.. Şimdi son teori, yaklaşık 41.000 yıl önce 250 ışık yılı uzaklıkta meydana gelen bir bir yıldız patlamasından kuyrukluyıldız ve diğer hafif cisimlerin dünyaya yağması sırasında mamutlar ve diğer büyük memeliler yokolmuş. Bu Süpernova patlamasının muazzam ışınına ait izler İzlanda’daki deniz tortullarında radyokarbon ölçümleriyle saptamış.
Zaman olarak uygun tabakalarda yoğun miktarda radyoaktif karbon (C14) saptanması bu tezi akla getirdi. Ayrıca aynı döneme ait mamut dişlerinde radyoaktif demir küreciklerine ait delikler de bulunmuş. Demir küreciklerinin aynı Süpernova’ya ait olduğu ve saniyede 10.000 kilometrelik bir hızla dünyaya çarptıkları sanılıyor. Hesaplara göre küreciklerin dünyaya ulaşması yaklaşık olarak 7000 yıl sürmüş. Ve 13.000 yıl önce de, Süpernova’nın kalıntılarından oluşan kuyrukluyıldızlar dünyaya ulaşmış.
Kuzey Amerika’daki Clovis kültürüne ait yerleşmelerdeki manyetik ve radyoaktif parçacıkların da bu tezi desteklediği ileri sürülüyor. Kuzey Amerika’nın en eski kültürlerinden biri olarak bilinen Clovis kültürünün yerleşmeleri, mamutların tükendiği tarihte, 13.000 yıl önce terk edilmişti. Toz tabakalarında bulunan manyetik parçalar dünyada çok ender olan elementler içeriyor. Bunlar da Süpernova’ya ait olduklarını gösteren bir kanıt olarak kabul edilmekte.
Düzenli sebze tüketimi akciğer kanserini önleyebiliyor
Kişinin genetik donanımına göre düzenli sebze tüketiminin akciğer kanserinden de koruduğu anlaşıldı. The Lancet dergisinde çıkan yazıya göre, sebzelerin içindeki belli başlı içeriklikler yavaş indirgendiğinde hastalanma riski üçte bir oranında azalıyor. Brüksel lahanası ve diğer turpgiller (Brassicaceae veya Cruciferae) lezzetlerini/kokularını izotiyosiyanat grubundan savunma maddelerinden alırlar.
Lyon Uluslararası Kanser Araştırmaları Dairesi’nden Paul Brennan, bu hardal yağı bileşimlerinin koruyucu etkisini hayvanlarla yaptığı deneylerle de kanıtlamıştı. Brennan ve ekibi şimdi altı orta ve doğu Avrupa ülkesinden 2.141 akciğer kanseri hastası ve 2.168 sağlıklı kişinin beslenme alışkanlığını incelerken özellikle de lahana, brokoli veya Brüksel lahanasını ne kadar tükettiklerine dikkat etmişler.
Ayrıca GSTM1 ve GSTT1 enzimlerinin aşırı etkin versiyonlarına (izotiyosiyanitin bedenden atılmasına neden olan Glütasyon Ğ S Ğ Tranferazlar) sahip olup olmadıklarını kontrol edince ilginç bir etkiyle karşılaşmışlar: bu iki enzimlerden biri aşırı çalışmıyorsa ve haftada en az bir kez lahana, karnabahar veya benzeri bir sebze tüketildiğinde akciğer kanseri riski %33 azalmakta. Eğer iki gen de etkisiz ise koruyucu etki %72’ye çıkmakta.
Akıllı görünmek istiyorsanız kısa cümlelerle konuşun
Kimi insanlar zor kelimeler ve uzun cümleler kurarak daha zeki görünmeye çalışırlar. Oysa Princeton Üniversitesi bilim adamlarının son bir araştırmasına göre akıllı görünmek isteyenler daha kısa ve anlaşılır cümleler kurmalı. Bilim adamları Journal of Applied Cognitive Psychology dergisindeki yazılarında okurların kolay anlaşılır ve basit cümlelerden daha çok etkilendiklerini söylüyorlar. Bilim adamları araştırmaları sırasında deneklere, öğrenci ödevlerinden, doktora çalışmaları ve felsefi eserlere ait çeşitli metinleri okutmuşlar.
Yazıların bir kısmı ‘Times New roman’ (kitap yazısı) ve daha sanatsal görünen ‘Juice’ yazı stiliyle yazılmıştı. Okurlar, basit yazı stilinde yazılmış kolay anlaşılır metinleri yazan yazarları daha zeki bulmuşlar.
Oysa gereğinden fazla uzatılan cümleler ve karmaşık yazı stiliyle yazılanlar tam tersi bir izlenim bırakmış. Yazının stili okuma hızını etkilediği için önem taşımakta. Zor okunan yazı, deneklerde yazarın zekası hakkında negatif bir izlenim bırakmış.
Fakat ikinci bir deneyde zor okunan silik mürekkepli ama kolay anlaşılır ve kısa cümlelerle yazılmış bir metini okuyan denekler, yazının zor okunmasına rağmen yazarı zeki bulmuşlar. Çünkü diyor bilim adamları yazının kötü oluşu yazara mal edilmemişti.
Yalan söylerken mide kasları daha az hareket ediyor
16 katılımcının mide kaslarındaki etkinliği ölçen Teksas Tıp Üniversitesi bilim adamları, midedeki hareketlerle yalanların ortaya çıkarılabileceğini söylüyorlar. Yalan konuşmak, kalp frekanslarını yükseltirken, midedeki hareketleri yavaşlatıyor.
Bugüne değin bazı ABD eyaletlerinde kullanılan yalan detektörleri, kan basıncı, nabız ve solunum gibi beden parametrelerinin ölçülmesine dayanır. Bu veriler test süresince aralıksız olarak kaydedilmekte ve değerlerde meydana gelen herhangi bir değişim, deneğin o sırada yalan söylediği anlamına gelebiliyor. Araştırma çerçevesinde her deneğin kalp kaslarındaki elektriksel etkinlik, elektrokardiogram (EKG) ve mide duvarındaki hareketleri ise elektrogastrogram (EGG) ile ölçülmüş.
İşte bu ölçümler sırasında yalan konuşma sırasında mide hareketlerinde yavaşlamanın meydana geldiği ortaya çıkmış. Bu bağlantının nedeni beyin ve mide bağırsak hattındaki sinir sistemi arasındaki iletişimden kaynaklanmakta.
Bu sinir sisteminin iki bileşınğ arasındaki karşılıklı etki, araştırılması gereken karmaşık bir fenomen diyor bilim adamları. Sindirim sistemi zihinsel strese karşı çok duyarlı olduğu için de EGG ölçümleriyle bildik yalan detektörlerinin iyileştirilebileceği sanılmakta.