Kuş gribi salgını 150 milyon kurban alabilir
Ülkemizde ilk kez Manyas çevresinde görülen kuş gribi konusunda BM genel sekreteri, David Nabarro’yu kuş gribi ve insanda görülen grip türlerinin koordinatörü olarak seçti. Uzman 150 milyonun yaşamına mal olabilecek yeni bir grip salgınının başlamasından endişeli.
Grip salgını olasılıkla Asya’da kuş gribinden sorumlu olan virüsün değişmesi halinde ortaya çıkabilecek. Kuş gribi 2003 yılından bu yana çeşitli kümes hayvanlarında görülmekte.
Bugüne kadar çok sayıda hayvan öldürüldü, 60’ı aşkın insan hastalanarak yaşamını yitirdi. Bir WHO çalışanının yaptığı açıklamaya göre David Nabarro’nun seçilmiş olması BM’in kuş gribi salgınını ne kadar ciddiye aldığının bir işareti. Yeni UN-koordinatörü, bir virüs mutasyonu olasılığının ve insana bulaşma riskinin yüksek olduğunu sanıyor. Olası bir salgında meydana gelecek ölüm vakaları gribin çıkış noktasına bağlı. Tahminlere göre kurban sayısı 5 ila 150 milyon olabilecek.
Beyincik, sanılandan daha önemli
Son araştırmalara göre beyincik, sadece ilk çocukluktaki gelişmede değil büyük beynin anne karnındaki hatasız gelişiminde de önemli bir rol oynamakta. Oysa bugüne dek Cerebellum (serebelum) olarak da adlandırılan beyinciğin yalnızca bilinçsiz hareket süreçlerinden ve bilinçsiz öğrenmede etkili olduğu biliniyordu. Manyetik rezonans tomografisiyle 74 bebeğin beynini inceleyen Amerikalı bilim adamları şimdi embriyonun gelişimi sırasında beyincik ve büyük beyin arasında sıkı bir bağlantının bulunduğunu keşfettiler. Mesela büyük beyinde bir bozukluk olduğunda küçük beyin de doğru gelişmiyor. Ya da tam tersi olarak beyincikteki bir hata büyük beynin gelişimini etkilemekte. Ve bu bozukluklardan karşıt beyin bölgeleri etkileniyor.
Havadaki ‘Futbol topu molekülü’ ile yağmur engeli
Bir Alman bilim adamı havada beklenmedik bir yoğunlukta "futbol molekülü" saptadı. GSF Çevre ve Sağlık Enstitüsü’nden yapılan açıklamaya göre bu moleküllerden yağmurdan korunmak isteyen böcekler yararlanmakta. Klaus Wittmack havadaki ince tozları toplarken Scaphoideus titanus böceklerine yağmurluk görevi gören brokozomlara (brochosome) rastlamış. Brokozomların insan sağlığına zararlı olup olmadığı bilinmiyor henüz.
Bilim adamının açıklamasına göre brokozomlar özellikle sıcak mevsimlerde genelde binlerce parçacıktan oluşan topaklar halinde havada uçuşuyorlar. Bu durumda bir litre havada 200-2000 brokozom bulunmakta. Tüyümsü yüzeyleri nedeniyle brokozomları yakalamak zordur. Wittmaack bu yüzden ince toz yakalama tekniğini biraz daha geliştirmiş.
250 brokom üst üste geldiğinde bir saç telinin çapı kadar oluyor. Scaphoideus titanus böcekleri, kabuklanmadan sonra brokozom içerikli bir salgı salgılayarak arka bacaklarıyla tüm bedenlerine dağıtıyorlar. Su geçirmeyen brokozomlar hayvancıkları yağmurdan korumakta.
Annenin kanında doğmamış bebeğin DNA’sı incelenecek
Uluslararası bir araştırma ekibi, hamile kadınlarının kanında, doğmamış bebeğin DNA’sını saptamaya yarayan bir yöntem keşfetti. Ceninin kalıtım maddesinin belli başlı noktalarında, annenin DNA’sında bulunan kimyasal işaretler eksik. Bilim adamları bu farklılık sayesinde, kalıtsal hastalıkların kontrol edilmesine yönelik döl suyu testinin yerini tehlikesiz kan testinin alabileceğini sanıyorlar.
Trisomi 21 gibi kromozom bozukluğuna bağlı kalıtsal hastalıklarının teşhis edilmesi için yapılan döl suyu testleri hem anne hem de bebek için riskli olabiliyor. Karın duvarından itilerek, döl kesesine batırılan uzun bir iğne enfeksiyona ve düşük doğuma da neden olabiliyor.
Bilim adamları bu yüzden hamilelerin kanlarında ceninin de DNA’sını taşıdıklarının öğrenilmesinden bu yana ceninin kalıtımını güvenirli bir şekilde teşhis etmenin yollarını arıyorlardı. Ancak burada şöyle bir zorluk var: Bebekte, anneye kıyasla çok daha az bulunan DNA moleküllerinin karşılaştırılması. Bu yöntem şimdilik sadece erkek bebeklerde işlemekte. Bu durumda bebeğin ve annenin cinsellik hormonları farklı olduğu için, annenin kanında sadece Y-kromozomunun aranması gerekiyor.
Ancak Hongkong Çin Üniversitesi’nden Stephen Chim’in yönetiminde araştıran bilim adamlarının yöntemi hem erkeklerde hem de kızlarda işliyor. Bilim adamları kalıtım malzemesindeki farklı harf sırasını incelemek yerine, annenin ve bebeğin DNA’sında kimyasal işaretlerin yani metil gruplarının bulunup bulunmadığını kontrol etmişler.
Annenin kalıtım malzemesi çok fazla metil grubu taşımasına rağmen, bebeğin DNA’sındaki aynı bölgede bu işaret molekülleri bulunmuyordu. Bebeğin kalıtımındaki bu eksiklik annenin hamileliği boyunca kanında izlenebilmekte ama doğumdan sadece 24 saat sonra kayboluyor diyen bilim adamları, şimdi bu sonuçtan yola çıkarak yeni tanı testleri geliştirebilmeyi umuyorlar.
Mesela hamilelik zehirlenmelerinde, anne kanındaki bebek DNA’sında bir artışın yaşandığı saptanabilmiş. Bu artış aynı zamanda trisomi 21’in veya erken sancıların habercisi olabilir.
Statin tedavisi yaygınlaşmalı
The Lancet dergisinde (www.lancet.com, 27.9.05) yayımlanan bir araştırmaya göre kolesterine karşı kullanılan ilaçlar, arter damarlarından rahatsız olanlarda kalp hastalıklarını ve inmeyi önlemekte. Araştırma sonuçları Oxford ve Sydney Üniversitesi bilim adamlarına ait. Statinler yüksek kolesterol değerine bağlı kardiovasküler hastalıklara sahip kişilere verilmekte. Colin Baigent yönetiminde çalışan ekip, statin tedavisine dayanan 14 testten geçen 90.000’i aşkın kişinin verilerini inceleyince statinlerin düşük kolesterollü insanlarda da yararlı olduğunu görmüş. Statinlerden en çok, ilaç sayesinde kolesterol değeri en çok düşen hastalar yararlanmakta. Baigent, son araştırmanın statinlerin, bugün statin tedavisi görenlerden çok daha yaygın bir şekilde kullanılabileceğini göstermesi açısından önem taşımakta dedi. Burada en önemli nokta doktorların, kalp enfarktüsü veya inme riski taşıyan kişileri teşhis edip kolesterol değerine bakmaksınız günlük bir statin dozu ayarlamaları.
Kolesterol değerinin 1,5 mmol/l değere düşürülmesi, kalp enfarktüsü ve veya inme riskini en az üçte bir azaltmakta. 5,5 mmol/l değeri genel olarak sağlıklı kabul edilmekte. Daha önceki araştırmalar, statin tedavisinin belli başlı kanser türleri veya benzer hastalıklara neden olabileceği şeklinde sonuçlanmıştı.
Son araştırmayı gerçekleştiren uzmanlar bu sonuçların kanıtsız olduğunu ve statinlerin çok güvenli olduğunu söylüyorlar. İngiltere’de statinler geçen yıldan itibaren reçetesiz satılmakta.
Yalancının beyin yapısı farklı
Yalancıların, kötü duyguların hissedilmesinden sorumlu beyin yapıları, normal insanların beyin yapısından farklı. Belli başlı sinir liflerinin daha fazla bulunması, hastalık derecesinde yalan söyleyenlerin bu"sanatlarını" kolayca icra etmelerine izin veriyor.
Aslında daha önceki araştırmalarda da yalan söyleyen insanların prefrontal kortekslerinde (alın loplarının ön bölgeleri) daha büyük bir etkinlik kaydedilmişti. Kötü duyguların hissedilmesinden sorumlu prefrontal korteksin diğer bir görevi de ahlaki durumların öğrenilmesini sağlamak.
Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden Yaling Yang ve Adrian Raine, aralarında 12 hastalık derecesinde yalancının bulunduğu 49 gönüllünün beyin yapısını manyetik rezonans tomografisiyle inceleyince, yalancılarda ak maddenin yaklaşık olarak %25 oranda daha fazla bulunduğunu görmüşler. Oysa gri madde yalancılarda %14 daha azdı. Gri madde daha çok sinir hücrelerinden oluşmasına karşın ak madde sinir liflerinden gelişmekte. Bu sonuçlardan anlaşıldığı üzere yoğun ak maddeye sahip insanlar daha iyi yalan söyleme yetisine sahip. Sonuçta yalan söylemek o kadar kolay değildir. Yalan söyleyen kişi, yalanının ortaya çıkmaması için kendi duygularını bastırmak zorunda. Ve sinirler arasındaki bağlantılar ne kadar çok ise yalan söylemek o denli kolaylaşır diyor bilim adamları.
Hastalık derecesinde yalancı olmayanlarda gri madde veya birbirlerine ak maddeyle bağlı beyin hücreleri yalan söylemeyi kontrol altına almakta. Örneğin otistik çocukların prefrontal korteksinde gri madde oranı ak maddeye kıyasla daha fazla olduğu için bu çocuklar yalan söylemekte zorlanırlar.
Bilim adamları bununla birlikte her yalandan beyindeki farklılıkların sorumlu olmayacağını da söylüyorlar. Bundan sonraki araştırmalarda, yalan söylemede diğer beyin bölgelerinin de etkili olup olmadığı öğrenilmeye çalışılacak.
Prostat kanserine karşı nar suyu
Nar suyunun prostat kanseri tedavisinde yararlı olabileceği bildirildi. Farelerle deney yapan Amerikalı bilim adamları, nar özünün iyileştirici etkisini gördüler.
Wisconsin Üniversitesi’nde Hasan Mukhtar yönetiminde çalışan ekibin açıklamasına göre fareler suyla birlikte ne kadar çok nar özü verilirse kanserin gelişimi o denli yavaşlamakta. Araştırmacılar bundan sonraki çalışmalarda, nar suyunun insanlar üzerindeki etkisini araştıracaklar. Orta Asya kökenli narın koyu kırmızı veya soluk pembe meyveleri yoğun miktarda antioksidan ve iltihap önleyici madde içermekte. Daha önceki araştırmalarda da ciltteki tümörler üzerindeki önleyici etkisi saptanmıştı. Mukhtar öte yandan insandan alınan prostat kanseri hücreleriyle de başarılı sonuçlar elde etmiş.
Prostat kanseri hücreleri 24 fareye aşılandıktan sonra kötü huylu tümörler oluşturmuşlar. Bilim adamları bunun üzerine farelerin içme suyuna %0,1 veya 0,2 oranında nar özü karıştırmışlar. Bu oranlar bir insanın bir günde tüketebileceği nar suyu miktarına eşit. İçme sularına en fazla nar özü karıştırılan farelerde, prostat kanseri önemli ölçüde yavaşlamış ve insanda prostat kanserinin varlığına işaret eden prostata özgü antijen sayısı da azalmış.
Buzun ilginç bir itme etkisi keşfedildi
Cok düşük ısılarda, üzerlerine diğer buz tabakalarının iyi yapışmadığı, su buzu tabakaları oluşabilmekte. Pasifik Kuzeybatı Laboratuvarı’ndan Greg Kimmel, sudan "korkan" buzun platinin üzerinde oluştuğunu buldu. Bilim adamları Ğ213 derecedeki su moleküllerinin platinin üzerinde tam olarak bırakıldığı yere yapışıp kaldığını görmüşler. Biraz daha yüksek ısıda su molekülleri, su moleküllerinden oluşan tek bir atom tabakasıyla buz adacıkları şeklinde birleşiyorlar.
Buz adacıklarına yeni atom molekülleri düştüğünde boşluklara düşerek, platinin tüm yüzeyi atom tabakasıyla örtülüyor. Ancak bundan sonra gelen su, buza iyi yapışmıyor. Çünkü su molekülünün dört olası bağlantısı tamamlanmış oluyor. Bağlantılarından biri platinin yüzeyi için, diğer üçü ise buz tabakası için kullanılmıştır çünkü.
Bilim adamlarının açıklamalarına göre, diğer 40-50 tabaka için yeterli su bulunduğunda üç boyutlu bir buz tabakası oluşmakta. Kimmel ve ekibi ayrıca, suyu iten atom tabakasının oluşması için buz ve tabakanın yeterince kuvvetli olması gerektiğini saptamışlar. Bağlantı zayıf olduğunda buz yine suyu iten topaklar şeklinde büyüyor.