Oluşturulma Tarihi: Ekim 08, 2005 00:00
Antibiyotiğin çevre üzerindeki etkisi araştırılıyor
AB, 9000 ton antibiyotikle domuzları, sığırları ve kümes hayvanlarını besliyor.
AB, yılda 9000 tonu aşkın antibiyotiği domuzlara, sığırlara ve kümes hayvanlarına yediriyor. Antibiyotik, hayvanlar tarafından %90 oranında değiştirilmeden atıldığı için ilaçlar gübreyle birlikte tarlalara veya suya karışıyor. Bonn Üniversitesi bilim adamları şimdi Almanya’daki dört üniversite ve Jülich Araştırma Merkezi ile ortak bir proje başlatarak antibiyotiğin toprak üzerindeki etkisini araştırıyorlar. Tahminlere göre antibiyotik dirençliği, antibiyotiklerin geniş alanda kullanımıyla ilgili.
Araştırmacılar ilk testlerle veterinerlikte sık olarak kullanılan "Sulfadiazin" maddesinin toprak üzerindeki etkisini kontrol edecekler. Projeye gösterilen ilginin sebebi şu: Toprağa karışan maddenin yarısı birkaç saat içinde suyla yıkanabilmekte. Bir ay sonra sanki toprakta hiç Sulfadiazin kalmamış gibi görünmekte.
Oysa madde gerçekte yok olmuyor. Bilim adamları Sulfadiazin’in hangi mekanizmalarla toprakta kalıcı hale geldiğini ve ne oranda bulunduğunu öğrenmek istiyorlar. Bu amaçta radyoaktif olarak işaretlenmiş bir antibiyotik türüyle çalışıyorlar. Sulfadiazin’in humus ve diğer toprak içerikleriyle birleşmesi veya toprağın belli başlı yerlerinde sıkışıp kalmasını bilim adamları, "maddenin toprakta yaşlanması"olarak adlandırıyorlar. Ve bu durumda toprağın içindeki Sulfadiazin’i saptamak mümkün değil diyor araştırmacılar.
Sulfadiazin gibi hayvanlarda kullanılan antibiyotikler iki açıdan tehlikeli olabiliyor. En başta toprak bakterilerini öldürüyorlar ki bu doğal mikroorganizma dengesini bozabilir.
Mesela topraktaki azotu, bitkilere ulaşılabilir hale getiren bakteriler vardır. Bunlar zarar gördüğünde bitkilerin azot aktarımı da durur. Ayrıca toprakta dirençli bakterilerin çoğalması ve bunların daha sonra insanlara bulaşma riski de söz konusu. Bilim adamları bu tehlikenin boyutunu da araştırıyorlar. Üç yıl devam etmesi planlanan projede daha sonra Difloxacin maddesinin etkisi de araştırılacak.
Antarktik üzerindeki ozon deliği büyümeye devam ediyor
Antarktik üzerindeki ozon deliği 2003 yılındaki rekor büyüklüğe yaklaştı. Dünyamızı zararlı ışınlardan koruyan ozon tabakasında hala bir düzelme yok diye açıkladı Dünya
Meteoroloji Organizasyonu (WMO) geçen Cuma (16.9.05). Bu açıklamaya göre ozon deliği o hafta içinde 27 milyon kilometrekareye ulaşarak, neredeyse Eylül 2003’teki kadar büyüdü.
Bu gelişme sürpriz değil, sadece ozon tabakasındaki bozulmanın devam ettiğini göstermekte diyor WMO uzmanı Geir Breathen. Bir yenileme saptamak için daha çok erken. Bunun için önümüzdeki on yıl içindeki gelişmelerin takip edilmesi gerekmekte. 1987 yılında kabul edilen Montréal protokolüne, 150 ülke ozona zarar veren madde üretiminin azaltılacağına dair imza atmıştı. Bilim adamlarının tahminlerine göre ozon tabakası ancak 2050 yılında yenilenerek eski haline dönebilecek.
Canlı hücrelere yakın takip
Alman bilim adamları canlı hücrelerdeki süreçleri izlemeye izin veren bir yöntem geliştirdiler. Max-Dellbrück Moleküler Tıp Merkezi (MDC) ve Münih Ludwig-Maxmilians Üniversitesi (LMU) bilim adamları, bu sayede DNA’ya yapışan ve genleri devre dışı bırakan metil grubundaki enzimlerin işlevini "objektifle" takip edebilmişler. Bunun için metilleştirmeden sorumlu enzimleri yeşil veya kırmızı flüoresanlı boya maddesiyle işaretliyorlar. Ayrıca hücrelerin içine, DNA’ya yapışan metil grubu enzimini yakalayan "tuzaklar" (traps) da kurmuşlar. Parlak moleküllerin tuzaklara düşüşü uygun mikroskoplarla izlenebilmekte. Yeni gelişme sayesinde kansere yol açan bozukluklarla ilgili yeni bilgiler bulabileceklerine inanan bilim adamları, bozuklukları düzelten ve hatalı işleyen genlerin yeniden doğru işlemesine sağlayacak etki maddeleri bulmak istiyorlar.
Kök hücre tedavisi sırt omuriliği yaralanmasında etkili oldu
Sırt omuriliğindeki yaralanmalar gelecekte kök hücreleriyle tedavi edilebilecek. Amerikan Bilimler Akademisi araştırmacılarının "Proceedings" dergisindeki yazılarına göre, farelere aşılanan (insana ait) kök hücreleri,sırt omuriliğindeki yaralanmaları önemli ölçüde iyileştirmiş. Bilim adamları bununla birlikte, çalışmalarının, kök hücre tedavisinin insanda uygulanmasına atılan ilk adım olduğunu söylüyorlar. Kaliforniya Üniversitesi’nden Aileen Anderson ve ekibi en azından sinirsel kök hücrelerin fare bedenlerinde yaşadığını gösterebildi. Kök hücreleri burada sinir hücrelerine dönüşerek diğer sinir hücreleriyle birleşmişler. Ayrıca yalıtıcı kılıfın sinir uzantılarını oluşturan oligodendrositler de gelişmiş. Fareler tedavinin 16.gününden itibaren daha iyi hareket edebilmişler. Bilim adamları aktarılan hücreleri öldüren bir hücre zehri aşıladıklarında tedavinin etkisi de kaybolmuş. Bu durum olumlu etkinin gerçekten de kök hücre tedavisiyle ilgili olduğunu kanıtlamakta diyen bilim adamları, bundan sonra kök hücre tedavisinin insanlar üzerindeki kullanılabilirliği üzerinde araştıracaklar.
Buz devrine ait ikiz bebek fosili bulundu
Avusturyalı arkeologlar buz devrine ait iki bebek iskeleti buldular. Yaklaşık olarak 27.000 yıllık ve 40cm uzunluğundaki iskeletlerin ikiz oldukları ve çok iyi koruna geldiklerini açıklayan bilim adamları kemiklerin Tuna’nın yakınındaki bir tepede, bir mamutun kürek kemiği altından çıkardılar. Anlaşıldığı üzere tepenin yakınında bir yerleşme yeri bulunmakta. Bebeklerin mezar çukurunda bulunan objeler arasında fildişinden yapılmış 31 boncuk dikkat çekmekte. Kazı başkanı Christine Neugebauer-Maresh: "İlk kez buz devrine ait bir çocuk mezarı bulduk ve bebeklerin ikiz olduğunu tahmin ediyorum" diye konuştu. Bebeklerin kesin yaşı ve ölüm nedeni şimdi Viyana Doğa Bilimleri Enstitüsü tarafından saptanmaya çalışılacak.
Yeşil çayın içindeki bir madde unutkanlığa çare olabilir
Sonuç, Alzheimer hastalığına yakalanacak şekilde genetik programlamadan geçirilen farelere yeşil çayın içindeki bir etki maddesini aşılayan Güney Kaliforniya Üniversitesi bilim adamı Jun Tan ve ekibine ait. Yeşil çayın içindeki Epigallocatechin-Gallat (EGCG) maddesi birkaç ay boyu her gün farelere aşılanınca beyindeki plak oluşumu %50’i azalmış. Her ne kadar içinde yoğun miktarda EGCG maddesi bulunmasına rağmen yeşil çayı içecek olarak tüketmek aynı etkiyi yapmıyor. Bilim adamları bu yüzden yeşil çay içindeki EGCG maddesinin yoğunlaştırılıp gıda ürünü olarak sunulmasını öneriyorlar. Tabii bunun için önce insandaki Alzheimer mekanizmalarının faredeki gibi işlediğinin saptanması gerekiyor.
Alerjik mantarları yok etmenin yolu
Çamaşır suyu katkılı temizlik malzemeleri alerjiye neden olan mantar sporlarını etkisiz bırakıyor.
Sodyum hipoklorit içerikli temizlik malzemelerinin küf mantarı sporları mücadelesinden etkili olduğu anlaşıldı. Çamaşır suyu, mantarı öldürmekle kalmayıp ölü mantar malzemesi içindeki alerjen sporların işlevini de durdurmakta. Sonuç Denver Ulusal Yahudi Tıp Merkezi’nden John Martyny ve ekibine ait. Bir cilt testinde sekiz alerjik katılımcıdan altısında alerjik reaksiyon kalmamış. Evdeki rutubetli bölgelerde kolayca oluşan küf mantarları insanda alerjiye neden olabiliyorlar. Bilim adamları deney tüplerinde Aspergillus fumigatus küf mantarını yetiştirerek üzerine evlerde kullanılan iki tür temizlik malzemesi ve karşılaştırmak için destile su püskürtmüşler. Sodyum hipoklorit içeren iki temizlik malzemesinden biri 1:16 inceltilmiş. Diğer temizlik malzemesi ise araştırmayı destekleyen üreticinin küf mantarına karşı geliştirdiği özel temizlik malzemesiydi diyor bilim adamları. Püskürtmeden sonra küf mantarlarının yüzey yapılarında deformasyon meydana gelmiş ve alerjen proteinler için yapılan antikor testinin de negatif sonuç vermesinden sonra bilim adamları sporların etkisizleştiğini görmüşler. Bilim adamları ayrıca sekiz alerjik kişi üzerinde yaptıkları testlerle temizlik malzemelerinin Aspergillus sporlarını etkisiz hale getirdiğini kanıtlamışlar. İnceltilmiş temizlik malzemeleriyle yapılan testlerde sekiz kişiden yedisinde alerjik reaksiyon durmuş. Özel mantar önleyici malzeme ise altı kişide etkili olmuş.
Baş ağrısından kurtulmak için su için
Yetersiz su içmek genelde baş ağrısına sebep veriyor. Son araştırmalar bedenin susuz kalması halinde, beynin de etkilendiğini gösterdi. Çünkü yeterli su içilmediğinde tüm beden kuruyor.
Yarım saat veya en geç üç saat sonra semptomlar kayboluyorsa, baş ağrısının nedeni susuzluk diyor İngiliz nörolog Joseph N.Blau. Londra Migren Kliniği kurucularından olan bilim adamı, 2004 yılında susuzluğa bağlı baş ağrısıyla ilgili bir araştırma yaparak ilginç bir sonuca ulaşmıştı. Araştırmaya katılanların üçte ikisi yarım litre su içtikten yarım saat sonra baş ağrılarından kurtulmuş. Katılımcıların üçte birinde ise su içimine bağlı olumlu etki üç saat kadar sonra ortaya çıkmış. Blau, son araştırmasında aynı araştırmayı migren hastalarıyla gerçekleştirince 95 kişiden 34’ünde su içmenin etkili olduğunu gördü. Susuzluk tüm beden üzerinde etkili oluyor. Bedenin susuz kaldığını gösteren belirtiler ise idrar miktarında azalma ve ağız kuruluğu. Ve bu belirtiler sinir hücrelerinin yetersiz çalışmasına dolayısıyla da baş ağrısı ve migrene yol açabiliyor. Bilim adamı bu yüzden baş ağrısı çekenlere su içmelerini öneriyor. Ancak ağrılar yarım saat veya en geç üç saat içinde kaybolmazsa doktora görünmekte fayda var diyor Blau.