Beyinde Tanrı’ya ait bir bölge yok!
İsveçli araştırmacılar, Kanadalı psikolog Michael Persinger’in önü sürdüğü, beyindeki bir bölge sayesinde insanların ruhları görebildikleri iddiasının doğru olmadığını açıkladı. Psikolog, beyinde oluşturulan manyetik alanlar sayesinde insanların ruhları görebildiklerini öne sürmüştü. Persinger, deneklerine, üzerinde düzinelerce manyetik bobin bulunan bir başlık giydirmiş ve şakak loplarında oluşturulan manyetik alanlarla denekler sözde doğaüstü yetenekler kazanmıştı ve tek başlarına bir odada bulundukları halde diğer insanların varlıklarını hissettiği iddia edilmişti!
Kaliforniya Üniversitesi’nden Vilayanur Ramachandran da, bir hastasının sol şakak lopunda, önemli bir etkinlik saptamış ve bu etkinliklerin hastaya kendisini Tanrı gibi hissetmesine yol açtığını ileri sürmüştü.
Uppsala Üniversitesi’nden Pehr Granqvist ve ekibi, 90 üniversite öğrencisiyle gerçekleştirdiği deneyler sonucunda, Persinger’in sonuçlarını ve iddiasını kanıtlayacak hiç bir bulguya ulaşamadı.
Granqvist’in deneyleri, deneklerdeki doğaüstü algılamaların manyetik alanlardan çok kişilerin bu tür olaylara duydukları yakınlıkla ilgili olduğunu göstermekte
Tümörlerin gelişiminden alkol de sorumlu
Son araştırmalar alkolün kanseri tetikleyebileceğini gösterdi. Alkol, tümör dokusu içindeki kan damarlarının üretimini tetiklediği için tümör daha hızlı büyümekte. Sonuç tavuk embriyolarıyla araştıran Amerikalı bilim adamlarına ait. Mississippi Üniversitesi’nden Jian-Wei Gu yönetiminde çalışan ekip, Canser dergisinde, alkolün kanser oluşumunu uyaran mekanizma için açıklayıcı bir tez sundu. Aşırı miktarda rakı, şarap ve bira tüketiminin, mide, kalınbağırsak,
yemek borusu ve karaciğer kanseri riskini yükselttiği sayısız epidemiolojik incelemelerle de kanıtlanmıştı. Bilim adamları alkol ve kanser ilişkisiyle ilgili açıklanması çok zor olan hipotezler sunmuşlardı. Jian-Wei Gu ve ekibi şimdi önceden kanserli doku aktarılan tavuk embriyonlarına yoğun miktarda etanol aşılamışlar. Kontrol grubundakilere ise sadece tuzlu su verilmiş.
Dokuzuncu günün ardından etanol grubundaki tümörler iki misi büyüdükleri gibi içlerinde çok daha fazla damar büyümüş. Ayrıca hücre ve damar gelişimini çalıştıran VEGF büyüme faktöre de önemli ölçüde artmış. Deneylerde kullanılan alkol miktarı arttıkça, büyüme faktörünün geni denli o denli etkinleşiyor ki bu da alkolün tümörlerdeki damarların büyümesini teşvik ettiğinin bir kanıtıdır.
Dizüstü bilgisayarı erkekte üreme yetisi üzerinde etkili
New York Devlet Üniversitesi bilim adamlarının son araştırması kucakta kullanılan dizüstü bilgisayarının erbezindeki sıcaklığın artmasına dolayısıyla da sperma üretimi üzerinde olumsuz etki yaptığı şeklinde sonuçlandı. Araştırmacılar bununla birlikte dizüstü bilgisayarının dünya genelde 150 milyon kişi tarafından kullanıldığını ve bu nedenle de daha fazla araştırmanın yapılması gerektiğini bildirdiler. Araştırmayı yöneten bilim adamı Yefim Sheynkin’e göre dizüstü bilgisayarının içi 70 dereceye kadar ısınabilmekte ve bilgisayarlar kucakta kullanıldığında erbezine yakın oluyorlar. Ayrıca bilgisayarın düşmemesi için genelde bacaklar iyice bitiştirilmekte ve erbezi bacaklar arasında sıkışmakta. Araştırmaya yaşları 21-35 arasında değişen 29 sağlıklı erkek katılmış. Bilim adamları dizüstü bilgisayarı ve farklı oturma pozisyonları yüzünden bir saat içinde erbezinde meydana gelen sıcaklık oynamalarını kontrol edince, bacakların bitiştirilerek oturulması sonucunda erbezinde sıcaklığın 2,1 derece arttığı görülmüş. Bu pozisyonda oturan bir adam, kucağında bir de dizüstü bilgisayarı taşıdığında sıcaklık sol tarafta 2,6 derece, sağ tarafta ise 2,8 derece birden yükselmekte. Sheynkin: "Normal bir sperma üretimi için belli bir sıcaklığın korunması gerekir. Ancak hangi sıcaklığın ne kadar sürede sperma üretimini etkilediğini henüz bilmiyoruz" diye konuştu. Dizüstü bilgisayarının devamlı bu şekilde kullanılması halinde sperma üretimi üzerinde uzun vadede etkili olabileceğini düşünen bilim adamları, yeni araştırma sonuçlarına dek dizüstü bilgisayarını kucakta kullanmamalarını öneriyorlar.
Trafik sıkışıklığına karşı akıllı trafik lambası
Belçikalı bilim adamları, trafiğe uyumlu olarak renk değiştirebilen bir trafik lambası geliştirdiler. Her ampul, önünde kaç otomobilinin ne kadar süredir beklediğini kaydederek, yeşil ışığı açıyor. Tek bir otomobilin akıllı trafik lambası üzerinde bir etkisi bulunmasa da bekleyen otomobil sayısı çoğaldığında kırmızı ışık, yeşile dönüyor.
Sistem her trafik durumunda kendi ritmine göre renk değiştiren trafik lambasına göre çok daha verimli işlemekte diyor Hür Brüksel Üniversitesi’nden Carlos Gershenson. Trafiğe uyumlu bir şekilde çalışan trafik lambaları bir süredir denenmekte. Ama bunlar için birçok ampulü merkezi bir işlemciye bağlayan pahalı bilgisayar sistemlerine gerek duyulur. Oysa Gershenson’un yöntemi çok daha basit: Her ampul içinde bulunduğu koşula göre reaksiyon gösteriyor. Bu şekilde işleyen ampuller de var aslında. Fakat bunlar daha çok trafiğin az olduğunu kavşaklarda kullanılıyordu,
Gershenson şimdi bilgisayar tasarımlarıyla aynı ampullerin sıkışık kent trafiğini de rahatlatabileceğini keşfetmiş. Buna göre trafiğe uyumlu olarak işleyen yeni trafik lambaları diğerlerine göre %30 daha verimli işlemekte. Bilim adamı yeni sistemin gerek sıkışık kent trafiği gerekse daha tenha yollar için en iyi çözüm olduğuna inanıyor.
Arı zehri ve bal tümörleri önlüyor
Bal ve arı zehrinde, kanserli tümörlerin gelişimini engelleyen maddeler saptandı. Zagreb Üniversitesi’nden Nada Orsolic, Journal of the Science of the Food and Agriculture dergisinde yayımlanan bilimsel makalesinde, bal ve arı zehrinin farelerde kanserli tümörlerin gelişimini ve metastazların yayılmasını önlediğini açıkladı. Tedavi edilen fareler daha uzun yaşadı. Arı kovanının kaplanmasında kullanılan Propolis, halihazırdaki tümörlerin büyümesini engellemekte. Doğrudan doğruya tümöre aşılanan arı zehri ise tümörleri büzüştürüyor ve büyümelerini de önlüyor. Kanser önleyici olarak özellikle de bal ve arı sütünün çok etkili olduğu söyleniyor. Bal, daha önce tedavi görmüş dokulardaki tümörlerin yayılımını, arı sütü de kötü huylu tümörlerin oluşmasını önlüyor. Propolis ve balın kısa bir süre sonra kemoterapiyle birlikte hastalar üzerinde denenebileceği sanılmakta.
Kıkırdak yaralarına jelli tedavi
Yeni geliştirilmiş jölemsi bir maddenin kıkırdak üreten hücrelerle birlikte yaralanmaları tedavi edebileceği anlaşıldı. Beden dışında sıvı olan madde, kıkırdak üreten hücreler içermekte ve hedeflere uygun bir şekilde yaralı bölgeye aşılanabiliyor. Sıvı madde UV ışınıyla ışınlandıktan sonra jölemsi hale gelerek hücreleri istenilen bölgede tutuyor. Bu şekilde belirlenen bölgede yeni kıkırdak gelişmekte. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) araştırmacılarından Jason Burdick, Biomacromolecues dergisinde farelerle yapılan ilk deneylerin çok başarılı olduğunu söylüyor. Kıkırdak yaralanmaları genelde diz bölgesinde meydana gelir.
Bu tür yaralanmalar bugüne değin protein yapıştırıcıları, çivi veya vidalarla kapatılarak, kıkırdağın uzun vadede zarar görmesi engelleniyordu. Fakat terapiler genelde çok ağrı verirler ve kıkırdak ameliyatları da enfeksiyon riski taşımakta. Yeni jel, örneğin gözün saydam tabakasında, eklemler arasındaki yapışkan sıvıda ve neredeyse tüm bağdokularında bulunan doğal şeker hiyalin asitten oluşmakta.
Sıvının ışığa tepki göstermesi için, bilim adamları bu maddeyi, ışınlama sırasında yatay bağlantılar oluşturarak sıvıyı jölemsi kıvama getiren kimyasal yapıtaşlarıyla donatmışlar. Bilim adamlarının açıklamasına göre bu şekilde oluşan jöle bir zaman sonra indirgenmekte ve tedaviden sonra geriye sadece yeni oluşan kıkırdak kalıyor. Yöntem en az beş yıl sonra insanlarda uygulanabilir hale gelecek.
Kendi kendine hareket eden endoskopi aleti
Marenzelleria viridis kurtçuğundan esinlenen uluslararası bir araştırma ekibi, bağırsağın içinde kendi kendine hareket edebilen bir mikrorobot geliştiriyorlar. Bilim adamları tıpkı kurtçuk gibi kıvrılarak hareket eden endoskopi aletiyle, bağırsak muayenesi sırasında verilen acıların azalmasını umuyorlar. Bildik bağırsak muayenesinde bağırsağın içine yönlendirilebilir bir kol üzerinde bir kamera itilmekte. Fakat bu esnek olmayan aletleri bağırsak kıvrımına uyumlu bir şekilde hareket ettirmek pek kolay değildir ve bazı durumlarda bağırsak duvarı bile yaralanabiliyor. Pisa Yüksekokulu bilim adamı Paolo Dario ile çalışan ekip, bu soruna bir çözüm bulabilmek için denizde yaşayan, kumlu ve çamurlu zeminde yüzebilen ve kırkayağa benzer Marenzellleria viridis kurtçuğunu örnek aldı.
Kıl şeklindeki uzantılar sayesinde diğer kurtlara göre çok daha iyi hareket olanaklarına sahip olan bu hayvan, düz gövdede sadece bacaklarını hareket ettiriyor, kıl uzantılarını kullanarak veya kullanmadan da yılan gibi kıvrılabiliyor.
Araştırmacılar bu ilkeye göre bu hareketleri yapabilen birkaç prototip ürettiler. Fakat endoskopun geliştirilmesi biraz zaman alabilecek. Mesela mekanik kurtların bağırsak cidarına ne şekilde tutunacakları henüz bilinmiyor. Ayrıca bugüne kadar kullanılan metal de pek kullanışlı değil. Yeni modellerde pürüzsüz bir plastik kullanılacak. Tabii diğer önemli bir noktada endoskopi robotunu hızlandırabilmek.
Beyinde iki değil üç dil bölgesi var
On bir deneğin beynindeki sinir liflerine ait görüntülerin değerlendirilmesinden sonra, insanın, beyinde iki değil birbirine bağlı üç bölge sayesinde konuşabildiği anlaşıldı. Sonuçlar, insandaki konuşma yetisinin yeni beyin yapılarının oluşmasıyla değil halihazırdaki sinir bağlantılarındaki değişimlerle geliştiğini göstermekte. Londra King’s College kurumundan Marco Catani’nin konuyla ilgili araştırma yazısı Annals of Neurology dergisinde yayımlandı.
Deneklerin beyin etkinlikleri özel bir manyetik rezonans tomografisiyle incelenirken bilim adamları konuşma sırasında hangi sinir bağlantılarının kullanıldığını görebilmişler. Konuşma sırasında etkin olan üç beyin bölgesi iki paralel sinir yoluyla birbiriyle bağlantılı. Oysa daha önceleri sadece birbirine bağlı iki beyin bölgesinin konuşmadan sorumlu olduğu sanılıyordu ki bunlardan biri dilin oluşumundan diğeri ise konuşulanların anlaşılmasından sorumluydu. Fakat Catani ve ekibi şimdi bu tahminin doğru olmadığını kanıtladı. Bilim adamları üçüncü bölgeyi, daha önce bilinen konuşma bölgeleriyle bağlayan sinir yolunun, özellikle de çocuklardaki konuşma yetisi için önemli olduğunu düşünüyorlar. Çünkü beyindeki bu dil bölgesi, çocukların okumayı ve yazmayı öğrendikleri dönemde gelişmekte.
Catani bundan sonraki çalışmalarında üçüncü bölgedeki bozuklukların otizm ve legasteniyle ilgili olup olmadığını araştıracak. Benzer sinir bağlantılarını daha basit bir biçiminin maymunlarda da bulunması nedeniyle, son bulgunun insanın dil yetisinin geçmişini de aydınlatabileceği sanılmakta.
Neden tek bir sperma yumurtayı döllüyor?
Yumurta hücrelerinin niçin sadece tek bir sperma tarafından döllendirildiği bilmecesi sonunda çözüldü gibi. Sperma hücresi, yumurta hücresine girdikten sonra, rekabet kimyasal olarak yok edilmekte. Döllenme zorlu bir deneyimdir ama rekabetin büyüklüğü de küçümsenemez. Bir seferde 300 milyon sperma boşalır. İnsan burnunun özelliklerine benzeyen koku hücreleriyle spermler, rahim üzerinden yumurtalığa oradan da yumurta hücresinin yolunu bulurlar. Bu yolculukta geriye sadece 300 sperma hücresi kalır ve en sonunda bunlardan sadece bir tanesi yumurta hücresine girebilir. Yumurta hücresine neden sadece bir sperma hücresinin girebildiği bugüne değin bilinmiyordu.
Brown Üniversitesi’nden Julian Wong’un, "Developmental Cell" dergisindeki yazısına göre bir sperma yumurta hücresine girdiğinde, Udx 1 olarak adlandırılan bir enzim aktif bir hidrojen peroksit türü üretiyor. Hidrojen peroksit, hücre kılıfındaki proteinlerin sadece beş dakika için sağlam bir koruma tabakası olarak birleşmelerine izin verir. Wong ve ekibi, bu sonucu deniz kestanesinin yumurta hücreleriyle çalışarak elde etti. Gerçi bilim adamları, hidrojen peroksidin koruyucu kılıf oluşumunda önemli bir rol oynadığını tahmin ediliyordu ama, bu maddenin ne şekilde üretildiği veya kontrol edildiği henüz çözülememişti.