Otistlerin beyni insan sesini tanımıyor
Otistlerde iletişim kurma zorluğu ses tanımada uzmanlaşmış beyin bölgelerinin hareketsizliğinden kaynaklanıyor olabilir. Fransa, Orsay’deki Frederic Zoliot hastanesinden Monica Zilbovicius beş erişkin otistle sekiz sağlıklı denekte, insan sesi (konuşma, şarkı, gülme...) ile diğer sesleri (hayvan, araba...) dinlerken beyinlerinde oluşan aktiviteleri MR’la görüntüledi.
Deneyin sonunda sağlıklı deneklerden farklı olarak, otistlerin beyinlerinde sesi algılamadan sorumlu üst temporal kortekste bulunan bölgelerin harekete geçmediği gözlendi. Aynı ekibin daha önce gerçekleştirdiği araştırmalar, otistlerde yüzleri tanımadan sorumlu beyin bölgesinin de hareketsiz olduğunu saptamıştı.
Otistlerde bu algısal bozuklukların tanısının konması ses ve yüz bilgilerine dayalı yeni tedavi ve eğitim stratejilerinin geliştirilmesini sağlayabilecek.
Korku neden bulaşıcı?
Bir insanın beden davranışlarında korkuyu gören kişi, otomatik otomatik ve bilinçsiz olarak kaçmaya hazırlanır. Harvard Üniversitesi’nden Beatrice de Gelder ve arkadaşları, 7 kişinin beyin aktivitelerini inceleyerek, korkunun neden bulaşıcı olduğunu ve insanın kaçma eğilimine girdiğini gördüler. PNAS bilim dergisinde (Online, 10.1073/pnas.0407042101) yayımlanan araştırmaya göre, beynin motorik sisitemnedn sorumlu bölgesi, bu durumda, tıpkı duygu bölgesi gibi hareketleniyor.
Deneklere, mutluluk, korku veya rahat ortamlar mesajları veren resimler gösterildi. Ve bu arada beyin aktiviteleri de görüntüleme cihazlarında ölçüldü. fMRI görüntüleme cihazı, beynin, davranışlara karşı farklı tepkiler verdiğini gösterdi. Örneğin, beden dili mutluluk mesajı veren görüntüler sırasında, beynin görsel bilgileri işleyen bölümünün çok küçük bir kısmı aktifleşiyordu. Ancak beden dili korku mesaji verdiğinde, beynin bir çok bölgesi alarma geçti: Duyguları işleyen Amigdal, Orbifrontal korteks ve Nukleus accumbens bölgelerinin yanısıra, insan hareketlerini denetleyen motor korteks bölgesi de hareketleniyor.
Hem duygusal hem motorik bölgelerin hareketlenmesi, insanı, tehlike sırasında derhal tepki vermeye hazırlıyor, yorumu yapıldı.
Nanotüpler insanın soluğunu izliyor
Nanoteknoloji insan sağlığı için her geçen gün daha önemli hale geliyor. Şimdi, acil tıpta, hastanın solunumda tehlikeli değişimleri anında
haber veren nanotüpler üretildi. Böylece sorun ortaya çıktığı anda ilk yardım ekipleri olaya müdahale edebilecek.
Nefes alıp verme sırasında karbondioksit seviyesinde meydana gelen değişimler, hastanın solunumunda bir sorun yaşamaya başladığının habercisidir ve bu durumda acil müdahale gerekir. Bu olgu, yeni buluşa da kapıyı araladı. Hastanelerde doktorlar, bu önemli sinyali gelişmiş tıbbi cihazlar sayesinde ölçebiliyorlar. Ancak acil durumlarda olaya anında müdahale edebilmeleri için ilk yardım ekiplerinin küçük ve taşınabilir cihazlara gereksinimi var.
Kaliforniya’da teknoloji firması Nanomix’den Alexander Star ve arkadaşları, bu soruna çözüm bulmak için karbon nanotüpler üretti. Bu sayede karbon dioksit seviyesindeki minik değişimler bile, elektronik alıcılarla anında anlaşılıyor.
Star ve arkadaşlarının bu araştırması Advanced Materials dergisinde yayımlandı. Laboratuvar araştırmalarını tamamlayan ekip, şimdi doktorlarla beraber çalışarak sahada kullanılacak alet geliştirme aşamasındalar.
Uykuda saldırgan olanlar var
Bazı insanların uykuda saldırgan hale geldikleri ve yanıbaşında uyuyanlara bile zarar verdikleri, ender vakalar olsa da görülmektedir. Hatta bu saldırganlıkların yaralayıcı-öldürücü boyutlara bile vardıkları olur. Şimdi bu tip insanların uykularının özellikle rem devresinde saldırganlaştıkları bulundu. Boston Üniversitesi’nden Patrick McNamara, iki hafta boyu 15 deneğin uyku evrelerini izledi ve denekleri geceleri birkaç kez uyandırarak, rüyalarını not ettirdi. Denekler rüyalarında sosyal ilişkilerle bouşup durmuşlar. Rem uyku evresindeki ilişkilerin ise iki kat kavgalı geçmiş. McNamara, bu bilgilerden, rüyalarda deneklerin zihinlerinde dolaşan sosyal ilişkiler üzerinde yoğunlaştıkları sonucunu çıkardı. Anlaşılan rem uyku evresinde kavgalı, diğer uyku evreleri ise daha dostça ilişkiler ele alınıyor.
Rem uyku devresinde duyguların işlenmesinden sorumlu beyin bölgeleri etkinleşmekte, beyin faaliyetleri artmakta. Uykunun diğer evrelerinde ise daha çok karmaşık düşünce süreçlerini ilgilendiren bölgeler etkin oluyor.
Homo ailelerin çocukları normal
Homo veya heteroseksüel ailelerin çocukları normal büyüyor. Farklı seksüel seçeneklere sahip aileler üzerinde yapılan bir araştırma, çocuklarda farklı bir gelişme olduğuna dair bir bulgu yaratmadı. Child Development (No 75) dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre, genç kızlar ailelerinin cinsiyet tercihlerinden etkilenmeden büyüyor.
88 ailenin 12-18 yaş arası kız çocuklarının katıldığı araştırmada, çocukların annelerinin yarısı lezbiyendi ve diğer yarısı da normal ana baba yanında büyüyordu. Bilim adamları kız çocukların psikososyal gelişmelerini ve okuldaki başarı grafiklerini ele aldı. Çocukların hepsi de kendi yaşıtlarına uygun bir durumdaydılar. Çocuklar toplumsal olarak iyi entegre olmuşlardı, okul başarıları iyiydi ve kendilerine sağlıklı bir güven duyuyorlardı. Abartılı bir korkuları yoktu ve çok seyrek durumlarda depresyon belirtileri veriyorlardı. Ayrıca kız çocukları, ailelerinin seksüel tercihlerinden bağımsız olarak romantik ilişkiler kurabiliyorlardı. Ailelerinden gerekli desteği görüyor ve anneleriyle sıkı ilişkilerini sürdürüyorlardı.
Beyinde yangıların belirtileri otizme benziyor...
Beyinde iltihaplanmalar, otizmin çok açık bir belirtisi olarak saptandı. İltihaplanmaya eğilimi arttıran bağışıklık sisteminin belli elemanlarının, otistik insanlarda düzenli olarak aktif durumda olduğu görüldü. John Hopkins (Baltimor, ABD) üniversitesinden Diana Vargas ve arkadaşlarının bu bulguları, otistik beyinlerde bağışıklıkla ilgili aktivitelerin de rol oynadığı yolundaki teoriyi destekliyor.
Annals of Neurology (Online-sayısı 15 Kasım) bilim dergisinde yayımlanan habere göre, bilim insanları, otistik 11 insanın beyin dokularını incelediler. Bu insanlar 5-44 yaşları arasındaydı ve çeşitli şekillerde hayatlarını kaybetmişlerdi. Hepsinin de beyinlerinin çeşitli bölgelerinde yangılar saptadılar. Ayrıca, tamamen beyine özgü tıpık yangı süreçlerinde rol oynayan, bağışıklık sistemi proteinleri görüldü.
Bu yangıların gelişen bir beyin için zararlı mı yoksa faydalı olduğu konusunda bir bilgi yok. Ancak bu yangıların büyük bir olasılıkla otizmin nedeni olmadığı, ama sadece belirtileri olduğu sanılıyor.
Yapılan değerlendirmede varılan sonuç: beyin büyük bir olasılıkla bu yangı reaksiyonuyla, beyin hücrelerine zarar veren başka bir süreçle mücadele veriyor. Gelecekte, otizmin teşhisinde bu iltihabi süreçler bir işaret olarak kabul edilebilir.
Otizm, gelişen beyinde bir sekteye uğrama durumu. Ve 10 bin çocuğun 2-4’ünde görülüyor. İlk belirtiler, genellikle üçüncü yaştan itibaren saptanmakta ve neredeyse hayat boyunca sürmekte. Otistik çocuk veya insanlar, daha çok kendilerine dönük oluyor, insanlararası ilişkilerde başarısızlar.
İkizler ve aile araştırmaları, otizmin genetik nedenleri olduğunu göstermekte.
Fotodinamik terapi dişlerde bakterileri öldürüyor
Işık tedavisiyle, diş etlerinde iltihaplanmalara ve dişeti çekilmelerine neden olan bakteriler temizleniyor. Almanya- Jena’da Friedrich-Schiller Üniversitesi’nden Bernd Sigusch ve arkadaşlarının araştırmalarına göre (Journal of Periodontology dergisi (Bd. 75, S. 1343), diş eti iltihaplarına karşı antibiyotiklere alternatif ışığa duyarlı bir tedavi biçimi geliştirmek mümkün olacak.
Fotodinamik tedavi, parodontoza neden olan üç ayrı bakteri ailesine karşı uygulandı. Araştırmacılar önce bakterilere ışığa duyarlı bir madde uyguladılar, arkasından da lazer ışığı verdiler. Bütün bakterilerin öldüklerini gördüler. Oksijensiz yaşayan ve hastalık yaratan bakteriler tamamen ölmüşlerdi, ancak hem oksijen hem oksijenrsiz ortamda yaşayanların öldürülemesi ise o kadar başarılı değildi. Henüz ilk aşamada olmasına rağmen, bu yeni yöntemin, dişeti hastalıklarında yeni tedavileri gündeme getirdiği belirtiliyor.
Anadilleri, müzisyenlerin müziklerini etkiliyor
Bir kompozitörün müziği, anadilinin konuşma ritmini, melodisini içeriyor. Örneğin belli bir dilde birbiri ardından gelen hecelerdeki vurgular, ton yüksekliği, kompozitörün müziğinde de görülüyor. Bu bulguya ulaşan Amerikalı araştırmacılar, Fransız ve İngiliz bestecilerin eserlerini karşılaştırdılar. Nature Online’da yayımlanan habere göre, La Jolle’deki Doğa Bilimleri Enstitüsünden Aniruddh Patel ve arkadaşları, İngiliz ve Fransızların konuşmalarından farklı cümleleri kaydettiler. Daha sonra bunları bir bilgisayar yazılımı ile ton yükseklikleri ve dilin vokalleri ile birbirardından gelen hecelerdeki vurgular açısından araştırdılar.
Ardından, 19. ve 20. yüzyıl İngiliz ve Fransız bestecilerin bazı müzik parçalarını da benzer bir analize tabi tuttular. Bunlar arasında Edward Elgar ve Claude Debussy de vardı. Modern besteciler araştırmaya katılmadı. Çünkü modern bestecilerin müziklerinin, çağımızda diller üzerindeki yabancı etkilerinin giderek artması ve kültürel çeşitliliğin ülkeleri etkilemesi söz konusu olabilirdi.
Elde edilen sonuçların değerlendirilmesiyle, İngilizlerde ton intervallerin hem beste hem de konuşmada çok daha baskın olduğu görüldü. Fransız müziğinin ise daha huzurlu ve yumuşak olduğu görüldü. Fransızca konuşmaların da İngilizce’ye göre daha akıcı ve dinlenir olduğu saptandı. Sonuç: anadil, müziği, besteyi de etkiliyor.
Şok dalgaları gıdaları mikroptan arındırıyor
Meksikalı bilim adamları basınç dalgalarıyla gıda ürünleri içindeki bakterileri öldüren bir yöntem geliştirdiler. Araştırmacılar şimdi bu tekniği gıda ürünlerini pastörize edecek şekilde geliştirmeye çalışacaklar. New Scientist dergisinde, şok dalgalarının yiyeceklerin tadını değiştirmediği söyleniyor. Ulusal Meksika Üniversitesi’nden Achim Loske, elektrikle basınç dalgaları ürettikten sonra bunları sıvı içindeki bakteriler üzerinde uygulamış. 1000 barlık şok dalgalarıyla mikroorganizmaların bulunduğu yerlerde patlayan mikroskobik boyutta hava baloncukları oluşuyor. Baloncukların patlaması sırasında fizikçilerin kavitasyon dedikleri bir fenomen ortaya çıkıyor. Kavitasyon, basınç ve flaştan oluşan ve UV ışını ve görülebilir ışık dalgaları içeren bir kombinasyondur. Bilim adamları en iyi sonucu Listeria monocytogenes bakterisiyle elde etmişler. Gıda ürünlerinde bulunan bu mikrop, 15 dakika süreyle yaklaşık olarak 350 şok dalgasıyla işlendiğinde bin misli azalmış. Araştırmacılar şu sıralar şok dalgalarının bakterileri ne şekilde yok ettiklerini öğrenmeye çalışacaklar. Ayrıca şok dalgası tekniğinin halihazırdaki yöntemlerden daha hesaplı olup olmadığı da henüz bilinmemekte.