Oluşturulma Tarihi: Ağustos 16, 2004 00:01
Solaklık anne karnında belirleniyor
Bir insanın solak veya sağlak olacağı on haftalıkken ağırlıklı olarak kullanılan ele göre belirlenmekte. Sonuç Queen’s Üniversitesi bilim adamlarına ait. New Scientist dergisinde yayımlanan araştırma, solaklığın veya sağlaklığın üç yaşından önce gelişmediğine dayanan tezi çürütecek nitelikte. Sağ başparmağını emen 60 cenini ve sol başparmağını emen 15 cenini on ila on iki yaşına geldiğinde yeniden inceleyen bilim adamları ilk gruptaki altmış çocuğun sağlak, ikinci gruptaki çocukların üçte ikisininse solak olduğunu görmüşler. Diğer bir araştırmada da 15 haftalık ceninlerin onda dokuzunun sağ başparmaklarını emdikleri saptanmış ve bu dağılım toplumdaki solak ve sağlak oranıyla örtüşmekte. Araştırmayı yöneten Peter Hepper’e göre on haftalık ceninin hareketleri beynin kontrolünde veya bilinçli olarak yerine getirilmemekte. Beyin ve beden arasındaki sinir bağlantıları 20. hamilelik haftasında gelişmekte. El hareketlerinin, sırt omuriliğiyle ilgili olan bölgesel reflekslerin sonucu olduğuna inanan Hepper, bir taraf biraz daha çabuk geliştiğinden öncelikli olarak tercih ediliyor olabilir diyor. Diğer birçok uzman da sağlaklığın veya solaklığın beyindeki gelişmeye gösterilen bir reaksiyon olduğunu kabul eder.
Ani bebek ölümlerinde genetik faktör etkili
Diğer toplumlardan soyutlanmış olarak yaşayan Amiş gruplarındaki ani çocuk ölümlerini inceleyen Amerikalı bilim adamları, belli başlı ani ölümlerin genetik faktörlere bağlı olduğunu blelirtti. Araştırmacılar işlevi henüz bilinmeyen bir gen saptadı. Sağlıklı doğan bebekler bir yıl içinde kalp sektesi ya da nefes zorluğu yüzünden yaşamlarını yitirmişler. Dietrich Stephen başkanlığındaki ekibin araştırma yazısı PNAS dergisinde yayımlandı.
Ani bebek ölümlerinden, bir yaşından küçük bebeklerde meydana gelen ani ve açıklanamayan ölümler kastediliyor. Bu ölüm vakalarında genetik değişimlerin önem taşıdıkları anlaşılıyor. Amiş tarikatına bağlı dokuz ailede sadece iki kuşakta 21 bebek ani çocuk ölümüyle yaşamını yitirmiş. Stephen ve ekibi bu çocuklardan dördünün DNA’sını incelediklerinde, TSPYL genine ait iki kopyanın da önemli ölçüde değiştiğini fark etmişler. Oysa ölen bebeklerin sağlıklı yakınları değişime uğrayan genin tek kopyasına sahip. İşlevi kesin olarak bilinmeyen gen, beyinde ve cinsel organlarda etkin. Genetik değişime sahip bazı erkek bebeklerin erbezlerinde bozukluk görülmekte diyor araştırmacılar. Ancak bunun dışında dikkat çekici başka semptomlara rastlanmamış. Bulgu, bebeklerin risk grubuna ait olup olmadıklarının erken tanısında yararlı olabilecek.
Deniz bitkileri bulut oluşumunu tetikliyor
Araştırmacılar minik planktonların hava koşullarını değiştirdiklerini saptadı. Planktonlar aşırı derecede kızılötesi ışınının etkisinde kaldıklarında kendilerini savunmak için daha fazla bulutun oluşmasını sağlıyorlar. Nasa’dan yapılan bir açıklamaya göre Woods Hole Oşinografi Enstitüsü’nden Dierdre Toole ve Santa Barbara Üniversitesi’nden David Siegel, şimdi Atlantik’teki Sargasso denizinde bu karmaşık mekanizmayı ilk kez doğada izlemişler. Yaz aylarında suya yansıyan güneş ışığı yüzünden aşırı derecede UV ışınının etkisi altında kalan planktonlar, kendilerini savunmak için dimetil sülfon propionat (DMSP) olarak bilinen bir madde salgılayarak hücre duvarlarını güçlendiriyorlar. DMPS suya karıştığında bakteriler tarafından dimetil sülfite (DMS) dönüştürülüyor.
Suda çözünmeyen DMS ise yüzeyde birikiyor ve gaz olarak havaya salınarak oksijenle birlikte çeşitli kükürt bileşimleriyle reaksiyona girmekte. İşte bu şekilde üzerinde nemin yoğunlaştığı minik asılı parçacıklar ve bunlara bağlı olarak da yeni bulutlar oluşuyor. Planktonlar bu dolambaçlı süreci, bulutları suyun üzerinde şekillendirerek güneş ışının zararlarından etkilenmemek için yerine getiriyorlar. Araştırmacılar gözlemleri sırasında bu karmaşık mekanizmasının son derece hızlı bir şekilde meydana geldiğini saptamışlar. Bu da planktonun kendi hava koşulunu yaratabilmek için yeterince hızlı reaksiyon gösterebildiğini kanıtlamakta.
Embriyo ayıklamasına şartlı izin
İngiltere, insan embriyolarının ‘belli özelliklere göre’ ayıklanmasında şartlı izin getirdi. Yeni yasaya göre kardeşleri kurtaracak ısmarlama bebeklere izin verilecek.
Geçtiğimiz haftalarda Londra’da alınan karardan sonra böylece ender bir kan hastalığına sahip iki yaşındaki bir erkek çocuğa yaşama şansı doğdu. Hasta çocuk, bedeni yeterince akyuvar üretene dek kök hücreleriyle tedavi edilecekti ama ne anne babası ne de kendisinden üç yaş büyük ağabeyi bağışçı olacak kadar benzer kalıtıma sahip değil. Doktorlar bu yüzden yapay döllenmeyle on iki kadar embriyo üreterek çocuğa uygun olanı seçerek anneye aktaracaklar. Bu işleme izin verilmesi farklı tepkilere yol açtı. Üreme teknikleri uzmanı Simon Fischel, yaşam kurtarabilecek embriyoların kullanılmaması etiğe uygun değil derken, kürtaj karşıtı Jack Scarisbrick de diğer insanları tedavi etmek için ısmarlama bebek üretmenin doğru olmadığını söyledi.
Etnik özelliğe göre ilk ilaç Afrika kökenli Amerikalılara
Siyah tenli hastalar üzerinde denenen bir kalp ilacı, etnik gruba yönelik ilk ilaç olmaya aday. Bilim adamları öte yandan ırkın ilaç kullanımında ne derece etkili olduğunu tartışıyorlar. NitroMed ilaç firması tarafından üretilen ilaçla 80’li yıllarda yapılan deney, sonuçların pek kanıtlayıcı olmaması nedeniyle iptal edilmişti. Ancak veriler beyaz ve siyah hastalarda farklı reaksiyonlara işaret ettiği için NitroMed 2001 yılında sadece Afrika kökenli Amerikalılar üzerinde klinik deneyler yapmaya karar verdi.
Bu testlerle ilgili sonuçların açıklanmasından sonra araştırmayı yöneten Anne Taylor (Minnesota Üniversitesi) sonuçlar gerçekten de çok etkili diye konuştu. İlaç BiDil adıyla onaylandığı taktirde NitroMed, ilacı 2005 yılında piyasaya sürecek. BiDil’in içerdiği iki türdeki etki maddesi damarları gerginleştiren ve kalbin yükünü azaltan azot oksit oluşumunu sağlayan bir molekülün üretimini hızlandırmakta. Taylor, kalp hastalıklarına yakalanmaya eğimli olan Afrika kökenlilerde azot oksit seviyesinin daha düşük olması nedeniyle ilaca daha iyi tepki verdiklerine inanıyor.
Bununla birlikte bazı bilim adamları bir ilacın etkisinin kanıtlanmasında ırkın tek başına önem taşımadığını savunuyorlar. Örneğin Washington Üniversitesi’nden Howard Mcleod, ciltteki pigmentasyonun, kalp fonksiyonuyla ilişkili olmadığı kanısında ve ırktan bağımsız olarak genetik varyasyonlara göre bedenin bir ilaca ne şekilde reaksiyon gösterdiğinin araştırılmasını daha uygun olacağını söyledi.
Dünyanın en eski küpesi Moğolistan’da bulundu
Çinli arkeologlar dünyanın en eski küpesini bulduklarını açıkladılar. Küpeler 7500- 8200 yıl öncesine ait. Orta Moğolistan’daki Chifeng kentinde bulunan küpeler (bir çift) hemen hemen aynı ve çapları 2,5-6cm arasında değişmekte. İnsanların modern araçlar olmaksızın bu kadar mükemmel bir işçilik çıkarmaları imkansız diyor arkeoloji ekibini yöneten Liu Guoxiang.. Yeşim kültürü uzmanı Tang Chung ise küpelerin büyük olması nedeniyle insanların kulaklarına büyük delikler açtıklarını ve 7500 yıl önce bile iltihapların ne şekilde tedavi edildiğinin bilindiğini söyledi.
Yer mantosu ışın geçiriyor
Yer mantosu ve yerküre arasındaki tabaka enfraruj ışını geçiriyor. Paris Üniversitesi’nden James Badro, Science dergisindeik yazısında, ‘bu durum, söz konusu tabakanın mantodaki konveksiyon hareketlerine katılmadığını, yer mantosunun zemininde sabit kaldığıın gösteriyoır’ diyor. Yerbilimciler, yer mantosunun sert kayaçtan meydana gelmesine rağmen sürekli hareket halinde olduğundan yola çıkarak, milyonlarca yıl içinde dünyanın tüm kayaç kılıfını muazzam yuvarlanma hareketiyle döndürdüğünü düşünürler. Bu konveksiyon hareketiyle dünya radyoaktif dağılım veya yerküre içindeki büyümeyle meydana gelen sıcaklığı dışarı taşır. Konveksiyon, ısı naklinin, ısı iletimi veya ışın gibi diğer mekanizmalardan etkilenmemesi halinde gerçekleşir.
Ancak Badro şimdi, yer mantosunun en altındaki sıcaklık ışının konveksiyondan daha önemli olabileceğini sanıyorlar. Araştırmacı yer mantosunun %80’inini oluşturan magnezyum-silikat- perovskiti yüksek basınçta bırakarak demir içerikli mineralin manyetik özelliklerini inceleyince, mineralin düşük basınçta bile manyetik özelliğini yitirdiğini ve aynı zamanda enfraruj ışını geçirdiğini görmüş. Deneyler sırasında uygulanan basınç, atmosfer basıncından yaklaşık olarak bir milyon misli yüksek ve aşağı yukarı yer mantosunun zeminindeki basınca eşit. Bu bölgede özellikleri henüz ayrıntılı olarak bilinmeyen gizemli bir tabaka (D’ tabakası) bulunmakta. Ancak Badro şimdi bu tabakanın konveksiyon hareketinde katkısı bulunmayan ve anti-manyetik perovskitten meydana geldiğini düşünüyor. Tabaka enfraruj ışını geçirdiğinden yerkürenin sıcaklık ışınlarıyla ısınamaz. Işın sıcaklığı bunun yerine tabakayı geçerek üzerindeki tabakayı ısıtır.
Tümörlerin tanısında yeni yöntem
Nanoteknoloji’de kullanılan bir yöntem tümör tanısını kolaylaştırabilecek. Kuantum noktaları olarak adlandırılan minik kristaller, tümöre yerleşerek parlamasını sağlıyor.
Kuantum noktalarının şaşırtıcı özellikleri vardır. On binlerce parçacıktan oluşmalarına rağmen atomlar gibi hareket ederler ve bundan dolayı da belli başlı ihtiyaçlara göre yönlendirilebilen çok özel optik ve elektronik özelliklere sahiptirler. Emory Üniversitesi’nden Xiaohu Gao, deneyleri sırasında gazışılı kuantum noktalarından yararlanmış. Bunlar ışığın etkisinde bırakıldıklarında gecikmeli olarak farklı dalga boylarında ışık yansıttıkları için belli bir süre sonra bir ışıma meydana gelir.
Kuantum noktalarının beden tarafından indirgenmemesi veya bağışıklık sisteminden etkilenmemesi için bilim adamı minik kristalleri çift tabakalı plastik kılıfla ve farklı biyomoleküllerle kapladıkları gibi küreciklere belli başlı kanser hücrelerine karşı antikor da eklemişler. Bu şekilde biçimlenen kuantum noktaları daha sonra, bedenlerinde yapay olarak tümör oluşturulan farelere aşılandığında, tümör dokusuna girerek ışımasını sağlamışlar.
Araştırmacılar bu sayede tümörleri başka hiçbir araç kullanmadan kolayca teşhis edebilme imkanına kavuştular. Aynı yöntemin insan üzerinde de uygulanması halinde hem çok etkili hem de insan bedenine duyarlı bir tanı yöntemi geliştirilebilecek. Bundan sonraki araştırmalarla minik kristallerin sağlığa zararlı olup olmadıkları ve bedenden ne şekilde atılabilecekleri öğrenilmeye çalışılacak. Bilim adamları kuantum noktalarına eklenen etki maddeleri sayesinde yöntemin tedavi edici olabileceğini de düşünüyor.
Zekamızı gri hücrelere borçluyuz
Bugüne kadarki beyin araştırmalarına göre beyin hacminin zeka üzerinde etkili olabileceği düşünülüyordu. Fakat Irvine Üniversitesi (Kaliforniya) bilim adamlarının son bulgularına göre zekamız üzerinde etkiliolan beyin hacmi değil gri hücrelerin oranı ve dağılımı. Son araştırma ayrıca beyinde tek bir zeka merkezinin değil belli başlı birkaç bölgenin bulunduğunu gösteriyor.
Richard Haier, beyindeki boz madde hacmini saptayabilmek için 47 yetişkinin beyin taramasını analiz edip katılımcılara standart IQ-testi uygulamış. Sonuçlar ilk kez uzmanlaşmış bölgelerdeki boz madde hacminin zeka üzerinde, toplam beyin hacminden daha etkili olduğunu ortaya koydu. Zekadan sorumlu farklı bölgelerin kombinasyonu, toplam zeka üzerinde farklı oranda etki yapabilir diyor araştırmacılar. Örneğin bu şekilde kişisel yeteneklerin veya yetersizliklerin ne şekilde ortaya çıktığı saptanabilir ve bu sonuç boz maddenin dağılımına göre değişebilir. Bununla birlikte boz maddenin zeka üzerindeki etkisi önemli olmasına rağmen, gri hücrelerin zeka üzerindeki katkısı çok küçük.
Araştırmacılar sürpriz bir biçimde boz maddenin sadece %6’sının zeka üzerinde etkili olduğunu saptamışlar. ‘Anlaşılan o ki zeka az sayıda yapının yoğun olarak kullanılmasıyla ilgili ve bu süreç, ne kadar çok boz madde olursa o kadar iyi işlemekte diye açıkladı Haier.