Oluşturulma Tarihi: Ağustos 12, 2006 00:00
İş utanç, kıskançlık, onur ve güven gibi "ikincil" ya da toplumsal bir duygunun çözümlenmesine gelince, evrimsel biyoloji öne çıkıyor. Bu duygular korku, öfke, neşe, hüzün, şaşkınlık, nefret ve tiksinti gibi sözde "birincil" duygulara indirgeniyor.
Almanların beyni
Araştırmalarını evrim kuramı kapsamında sürdüren beyin uzmanı şöyle bir sorunla karşılaşır: neden beyindeki hasar olmadığında, 1933’te Almanların büyük bir çoğunluğunda gözlenen ve Adolf Hitler’in güvenilir, Yahudilerin güvenilmez olduğu türünde yıkıcı yargıların oluşmasına yol açan nedir?
Uyum sağlayıcı önyargıların evrimsel dirimbilimin beylik sözcükleriyle (yaşamın sürdürülmesini sağlamak v.b) açıklanması oldukça kolaydır. Gelgelelim, altyapıdan yoksun ve olgunlaşmamış uyarlamalara böyle bir açıklama getirilmesi o denli kolay değildir.
Damasio’nun "Descartes’ın Yanılgısı" adlı yapıtında dile getirdiği, 30 ve 40’lı yıllardaki Sovyetler Birliği ya da Kültür Devrimi sırasında Çin gibi, "hastalıklı kültürlere" ne demeli?
Dahası, cinsiyet ve ırk ayrımının kol gezdiği kendi hastalıklı toplumlarımızın da bu tür olgunlaşmamış değer yargılarının birer ürünü oldukları söylenebilir mi?
Hastalıklı toplumu bilimsel açıdan nasıl tanımlayabiliriz?
Hastalıklı bir toplumda görevini sürdüren ve duygunun özünü araştıran bir sinirbilim uzmanı nesnellikle ilgili ne tür engellerle karşı karşıya kalmaktadır?
Descartes’ın yanılgısı
Gözlemcinin ikilemi bu noktada devreye girer: araştırma hastalıklı bir toplum kapsamında ya da özünde tanımlanması olanaksız, dolayısıyla da o araştırma kapsamında denetlenmesi olanaksız, temelsiz değer yargılarının egemen olduğu bir kültürde yürütüldüğünde, duygusal açıdan anormal bir beynin özelliklerini yeterince nasıl ortaya koyabiliriz?
Ne gariptir ki, Damasio "Descartes’ın Yanılgısı" yapıtında, çekicilik ya da iticilik duyguları gibi uyarlayıcı somatik gösterge birikiminin normal olabilmesi için, hem beyin hem de kültür gerektiğini öne sürmekteydi.
Batı toplumunun büyük bir bölümünün giderek "anormalleştiğini" kabul etmekteydi.
Dokuz yıl sonra, "Spinoza’yı Ararken" adlı yapıtta da İskoç Aydınlanması’nın abartılı iyimserliğiyle az biraz Stoacı törelliğin karışımı olan sosyobiyolojinin ardına sığınarak bu iddiasına gölge düşürüyordu.
New Scientist’te yayımlanan yazı şöyle sürüyor: Damasio, öncülleri Seneca ve Descartes gibi, "kimi duyguların insanı feci bir yola itebileceğini, bu duyguların bastırılabileceğini, ya da sonuçlarının en aza indirilebileceğini" öğrenebileceğimizi öne sürüyor. Bir retorikçi olarak bile, Damasio’nun ikna gücünü hiç de inandırıcı bulmuyorum.
(Bu deneme yazısı, Daniel M. Gross’un "The Secret History of Emotion: From Aristotle’s Rhetoric to modern brain science=Duygunun Gizli Tarihi: Aristoteles’in Rhetorik’inden çağdaş beyin bilimine" adlı yapıtından alınmıştır.)