Güncelleme Tarihi:
Benim gibi hafızası kıt biri için kokular ve sesler çok önemlidir.
Ne birini unuturum ne diğerini.
Onun için midir acep, bir şarkıcı ölünce, birden, sanki beni dünyaya bağlayan teller kopmuş gibi, korkarım ben.
*
Bugün artık çook uzak günler, 70’lerin sonu.
Yorgun bir haftanın son günü.
Bodrum katındaki küçük öğrenci odam. Çizmelerimi bile çıkarmadan yapılmamış yatağıma uzanmışım, ellerin başımın altında, karşıdaki pencereden, uzaktan, ağaçların tepesini, Midi’nin (Güney Fransa) ılıman rüzgarıyla dalgalanan yaprakları seyrediyorum.
Bir şey düşünmeden.
Yorgun beynim boş, bomboş.
Kalbim düşünüyor sadece.
Yaşım yirmi bile olmamış daha. Bakmayın boyuma bosuma, bakmayın artık hızlı uzayan sakalıma, bakmayın öyle Clint Eastwood gibi afili adımlarıma.
Daha bir çocuğum ben.
Demek ki içimin bir yeri, demek ki yüreğim, ilk defa bu kadar zaman ayrı kaldığım evimi, arkadaşlarımı, İstanbul’u, memleketi özlüyor demek ki.
Nougaro’yu dinliyorum, uyduruk Shaub Lorenz teybimde.
Nasıl tarif etsem size sesindeki sıcak Akdeniz’i bilmem ki...
Toulouse’u söylüyor...
*
Qu'il est loin mon pays, qu'il est loin
Parfois au fond de moi se ranime
L'eau verte du canal du Midi
Et la brique rouge des Minimes...
(Ne kadaar uzak memleketim, ne kadaaar uzak...Bazen kalbimin derinliklerinde Midi Kanalı’nın yeşil suları, Minimes’in kırmızı tuğlaları canlanıyor...)
Je reprends l'avenue vers l'école
Mon cartable est bourré de coups de poings
Ici, si tu cognes, tu gagnes
Ici, même les mémés aiment la castagne...
(Okula giden caddeye düşüyorum tekrar. Sırt çantama yumruklar iniyor. Burada vuran kazanır, burada ihtiyar neneler bile sever sopa atmayı...)
...
Aujourd'hui, tes buildings grimpent haut,
A Blagnac, tes avions sont plus beaux...
Si l'un me ramène sur cette ville,
Pourrai-je encore y revoir ma pincée de tuiles...
O mon pays, ô Toulouse, ô Toulouse...
(Bugün building’lerin göklere yükseliyor, Blagnac’ta uçakların en güzeli, biri beni şehrin üzerinden uçurabilse bir kere, üç beş kiremidimi tekrar görebilir miyim acaba? Ah memleketim, aah Toulouse...)
*
O zaman değil cep, otomatik telefon bile yok daha Türkiye’de. Ananın babanın sesini duymak için, ödemeli yazdırmak ve saatle beklemek gerekiyor postanede. Gün olur, “Kapatıyoruz, pazartesi gel!” derler.
Mektubun e’si yok o zaman. Bir haftada gelir anneler gününde çekilmiş iki kare fotoğraf.
Ama köklerin o kadar derinde ki, öyle sağlam bir toprağa dalmış ki... hayır, sesini duymasan da, kokusunu işitmesen de, evinden köyünden kopuk hissetmezsin asla kendini. Uzaklık bile koymaz adama.
Ama işte böyle bazen, akşamın gökyüzünü kızarttığı bir anda, haftanın yorgunluğu çöktüğünde, kenar mahalledeki o dünyadan kopuk odanda, tek başına...
Demek ki içindeki çocuk...
Demek ki...
Ne kadaar uzak memleketim, ne kadaaar uzak!
Bazen kalbimin derinliklerinde...
*
Derler ki insanın beyninde her gün 50 bin hücre ölürmüş. Derler ki hafıza yaşla gerilermiş.
Böylece dünyayla bağları bir bir koparmış insanın. Ölüme giderek yalnız gidermiş.
*
Bugün de Claude Nougaro birşeyler götürdü benden.
Geçmişimle iki telim daha kopuverdi.
Olsun!
Öyle güzel hatıralarım su yüzüne çıktı ki bugün...
Kuyruklu yıldız gibi, bir görünüp bir kaybolsa bile...
Olsun!
Adiéu Claude!
Adiéu l’ami!