ABUK, SUBUK ... VS. Hem "İmparator" hem "Salvatore"...Kurtarıcı, ama imza atmayı sevmiyor...Son "süper star"ımız, FATİH TERİM!.. Medya marifetiyle, tabii...O da ne yapsın? Durmadan beyanat veriyor: Konuşmak zorunda ki, laf olsun torba dolsun, spor sayfaları haber sıkıntısı çekmesin.Fatih Hoca, bir gün diyor ki:"Hayatımda aldığım en doğru karar, evlilik kararımdır. İyi ki, o imzayı atmışım. Keşke, daha evvel davransaydım."Çok özel bir konu... Asla fikir beyan edilemez, caiz değil. Eşi Fulya Hanım'ın "onsuz olmaz" desteği de inkâr edilemez.İyi de... Benim bildiğim kadarıyla, nikâh için imza mı atmak gerek?.. (Ben hiç atmadığım için, böyle şüpheli bir ifade kullanıyorum.) O zaman, Fatih Hoca'nın hangi sözüne itibar etmemiz gerekiyor?"Evlilik aşkı öldürür. İşte, bunun için, ben de Galatasaray ile imza atmıyorum."Yine bir açmaz... Fiorentina ile imza attı ama... Benim kıt zekâmla kavrayabildiğim tek şey, Galatasaray ile aşkı bâki. Fiorentina ile ne olacağını ise, tanrı bilir... Mi?Fatih Hoca "Pilav Günü"ne de gitmedin?? Bir karar ver artık...İmza meseleleri -nedense, benim kafamda hep çok net olan bu bahis- çok karışık görünüyor. Öyle ki, ele ayağa da düşmüş...Alacalı dergilerin gece hayatı sayfalarında çok sık boy gösteren ve çok sık da eş değiştiren manken-şarkıcı çiftlerinden biri, gene cevher yumurtlamış:Eh vallahi, beraber olalı bayağı uzun zaman geçti. Neredeyse bir ay oluyor. Niçin evlenmiyorsunuz?Çiftin cevabı abuk mu, değil mi, siz karar verin:-Boşanmamak için!.."Bakarım ama okşamam, sevmem."Neredeyse dokuz seneye uzanan bir hukuk savaşı sonunda, şarkıcı Emrah, mahkeme kararıyla "baba" oldu. Daha doğrusu, hakim, davacı Ebru Çolak'ın talebini, üstüste tekrarlanan bir dizi DNA testlerinin sonuçlarına dayanarak haklı buldu. Bu testler, Emrah İpek'in Tayfun'un babası olduğunu yüzde 99.9 oranında ispatlıyordu.Bir bebek, "kaza kurşunu" ile hayat bulsa dahi, şayet dünyaya gelmişse, her türlü sevgi ve şefkati hak eder. Çünkü, bir Allah'ın kulu ona "Dünyaya gelmek ister miydin?" diye fikrini sormamıştır. Hem de bu şartlarda... Tamamen masumdur...Gelin görün ki, mahkeme sonuçlandığında yurtdışında olmayı tercih eden Emrah, yasadan kaçamayacağını nihayet anlamış olmalı ki, "Çocuğa tabii ki bakacağım. Ama, kimse onu sevmemi beklemesin benden" diye "evlere şenlik" bir cevahir yumurtlamış.Kendi halinde bir Anadolu çocuğu, bedelini ödemiş de olsa, hayal dahi edemeyeceği bir şöhrete kavuşsa da, hazmetmesi pek kolay olmuyor anlaşılan.Sekiz yaşında bir çocuk gazete okuyabilir, fütursuz magazin haberlerinden etkilenebilir öyle değil mi?Soyguncuyu karısı soydu.Böyle habere can kurban. Yani... Dinsizin hakkından imansız gelir... Kökü taa 1997'lere uzanan, Hindistan'ı sarsmış bir yolsuzluk hikâyesinin son halkası, Yeni Delhi'de Tihar Cezaevi'nde mahpus Ali Bolat'ın eşi ve görevlileri tarafından, imza taklidiyle, dolandırılması. Valla ne diyeyim? Hatun alırken dikkatli olmak gerekiyor galiba. Evlilik bağında, kadınların tuzağa düşürülüp tığteber ortada kalmasına pek alışığız da; kocaların da, kimi zaman soyup soğana çevrilebileceğini öğrenince, içten içe sevinmedim desem, yalan olur."Sanki bir yakınımı kaybettim!.."E.Mine imzasıyla köşe yazısı yazan bir arkadaşımız, Barbara Cartland'ın ölümü üzerine, hissiyatını yukarıdaki cümle ile dile getirmiş. İddia şöyle:"Biraz kitaba meraklı olanlar mutlaka Barbara Cartland'ın bir kitabını okumuştur." Düşünüyorum, belki okumuşumdur, ama hiç mi hiç hatırlamıyorum. Hayatım boyunca kitap okudum; evde selüloz yığınları altında son nefesimi verme tehlikesiyle yüzyüzeyim. Yine de, insanları gözlerinin içine baka baka, pembe hayallerle aldatan bir hatunun nesine kanayım?Çok çocuklu kadınlar koca dayağını savunmuş!!??Pakize Suda'nın "Mış... Muş..." köşesinden dikkati çeken bir dokunduruş...Şimdi, ne denir?Pakize Suda'nın dediği gibi, kadıncağız, bir başka kazık -yani, yeni bir çocuk- yiyeceğine, koca dayağını ehven-i şer diyor, olabilir mi?Şayet doğruysa, erkeklerimizin, "Karının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin" öğüdü kadınlar safında da doğrulanıyor demektir.Milenyum'lar falan kutlandı. Ancak, doğum kontrolü diye bir şeyin neredeyse, yüzyıl önce keşfedildiğini kimselere anlatamamışız. Bu gidişle, anlatamayız da.Bebeği doğuran, kadın. Bedenine sahip çıkmayan, gene kadın. "Vallahi çok kızar, köpürür, döver beni. Çaresizim" mazeret değil. Dahası, çok sevdiğim bir arkadaşımın, bana da hocalık etmiş, had safhada entellektüel eşinin, en ufak bir aile içi atışmada, (gebe bırakmayı kastederek) "Sana bilirim ben ne yapacağımı..." türü, yarı şaka, yarı ciddi tehditler savurduğunu hatırladıkça, hâlâ fena olurum.Çeyrek asır önceydi...Değişen bir şey var mı?>"Poşete koy... Artık ceket giymiyoruz ya..."Sabahın köründe kalkmışım. "Sabahın körü" saat 05.00 civarı oluyor; yani sabah namazından önce. Yazılara son eklemeleri yapıp sabah
haber kuşağının -geceden kalma- bayat tekrarlarını izledikten sonra, Hürriyet'in servis otobüsünü yakalamışım.Tombul zarfım, Hürriyet'in en kıdemli ve (bence) en yüreği temiz adamlarından birine, sevgili Rıfat'a teslim edilmiş. Artık, özgürüm...Sabahın serinliği şampanya gibi... Hafiflemişim... Kendimi Küçüksu Kasrı'nın ağaçlıklı yoluna vurdum. Pembe gül goncalarına baktım. Çayır çimeni kokladım. Denizi yaran gemilere iyi seferler diledim.O serinlik yok mu... Kimsecikler de yok... Ipıssız. Tıngır mıngır, Güzelcehisar'ın çevresini dolandım. Seneler evvel, bizi çok erken terkeden bir yakınımla tırmandığımız merdivenleri, ufak tefek yaramazlıklarımızı hatırladım.Kahve, henüz sabah mahmurluğunu yaşıyordu. Kediler
balık artıklarını bekliyor; Lassie'ye bir selâm çaktım, ama bana pek bir muhabbet gösterdiÄŸini söyleyemeyeceÄŸim. O da, uykulu bakıyordu...Yola çıkmadan, kahveyi ana yola baÄŸlayan minik yokuÅŸta, efendi biri yeni bir büfe açtı: KKuruyemiÅŸ, bisküviler, meÅŸrubat ve tekel.Tam büfenin önünden geçerken, kulağıma bir cümle çalındı: istemeden, bir konuÅŸmaya ÅŸahit oldum. Kapının önünde, kaldırımda duran yaÅŸlıca, bakımsız, kendi halinde biri, büfe sahibi ile konuÅŸuyor:PoÅŸete koyayım mı?"Koy, koy... Artık ceket giymiyoruz ya..."Bir anda kafam karıştı: ne poÅŸeti, ne ceketi?Sonra, kendi kendime gülümsedim. Adamcağız rakı alacak, ya da bira. Kış günlerinde, anlaşılan, ceketinin iç cebine koyuyordu ÅŸiÅŸesini. Hava ısınıp da ceketler fora edilince, poÅŸet ihtiyacı doÄŸmuÅŸ anlaşılan. Abuk'luk bende.Ben de içki alırım, ama ceket cebime hiç koymamıştım...Ä°nsanoÄŸlu, bizzat yaÅŸamadığı ÅŸeyi, ilk ağızda yakalayamıyor.Nihayet yakaladığında ise, gülümsüyor..."HELAL OLSUN!" köşesi...Halı kaplı tuvalet!??Zonguldak'ın YaÄŸmurca Köyü halkı, halı kaplı tuvaleti ile Avrupa BirliÄŸi'ne girmenin heyecanını yaşıyor. Köy halkı, yememiÅŸ, içmemiÅŸ, kafa kafaya vermiÅŸ, insanların aklını çelecek bir "cinlik" düşünmüş.Eh, insanoÄŸlu aramaya görsün. Belasını da bulur, mevlasını da.Efendim, çare bulunmuÅŸ... Köylerine itibar ve, bilinmez ki, biraz da turist akını saÄŸlayacak bir yöntem.Sıcak suyu gün boyu 24 saat akan, havluları her sabah deÄŸiÅŸen, halı döşeli ve de üstelik terlik ikramlı bir "umumi tuvalet."Yanlış iÅŸitmediniz. Zira, haberlerde ben ilk duyduÄŸumda kulaklarıma inanamadım. Ä°maj doÄŸrultmak için, sittin senedir halledemediÄŸimiz, "façası en bozuk" noktamızdan baÅŸlamak hangi sivri akıllının fikriyse, helal olsun.Haberden anlaşıldığı kadarıyla, "halı kaplı tuvalet" beÅŸ yıldızlı otelleri aratmıyor. Ayakkabılardan ve ayaÄŸa geçirilecen her türlü nesneden kapıda kurtulunuyor. Temiz terlikler giyiliyor. Tabii bu kadar merasim olunca, ahali, ihtiyaç vuku bulmasa dahi, sırf merak saikiyle bu inanılmaz mekanı ziyaret ediyor. Çıkışta tuvalet ücretini ödüyorlar mı, onu bilemeyeceÄŸim. Haberde zikredilmemiÅŸti.Sözün özü, Zonguldak'ın YaÄŸmurca Köyü, "halı kaplı tuvalet"leri ile dehÅŸetli iftihar ediyorlar. Bu "haklı" gururun takdir edilmesini bekliyorlar; "haklı" olarak.Ne demiÅŸler? Akıl akıldan üstündür. Yolum Zonguldak'a düşerse, dünyanın ilk "halı kaplı tuvalet"ine bir ziyaret tasarlıyorum. Hazır gitmiÅŸken, arkadaÅŸlara "helal olsun" diyebilmek için...Jülide ERGÃœDER - 26 Haziran 2000, Pazartesi Â
button