400 yıl süren İslami bilim mucizesi Rönesans’ın esin kaynağı oldu

Güncelleme Tarihi:

400 yıl süren İslami bilim mucizesi Rönesans’ın esin kaynağı oldu
Oluşturulma Tarihi: Aralık 05, 2005 00:00

9. yüzyıldan itibaren aydın halifelerin himayesinde Arap dehası bilime odaklanarak, Antik Yunan’ın mirasını baştan yarattı. Bu miras, Batı’yı gerçek anlamda entelektüel bir rönesansın araçlarıyla donatacaktı.

El yazması kolunun altında, El Kvarizmi, Bağdat’ın sokaklarını arşınlamaktadır. Gözleri 9. yüzyılın başında inşa edilen sayısız kütüphaneye çevrilmiştir. O dönemde Harun El Raşid’in oğlu olan halife El Memün, bilimsel gelişmeye uygun bir ortam yaratmıştı.

Sanatçılar ve bilim adamlarını koruyanlar sayesinde, o çağda Hindistan’dan İspanya’ya uzanan uçsuz bucaksız bir imparatorluğun başkenti olan Bağdat bilim adamlarıyla dolup taşmaktaydı.

Her tür kültürden ve her tür inançtan müslüman, hıristiyan, musevi bilim adamları o zamana kadar eşi benzeri görülmemiş bir verimlilik sergileyerek çalışmaktaydılar.
/images/100/0x0/55ea181ef018fbb8f86ae38e

Bunlar arasında özellikle üç kardeş dikkat çekiyordu: Banu Musa kardeşler. Saray çevresinde çok etkili olan Muhammed, Ahmed ve El Hasan, ekip halinde çalışıp matematik, astronomi ve fizik alanlarında sayısız yapıta imza atıyorlardı.

Etraflarında Tabit gibi değerli çevirmenlerin olması da onlara büyük bir yarar sağlıyordu. Bir diğer çevirmen ise Muhammed’in Yukarı Mezopotamya bölgesinde karşılaştığı Kurra’ydı...

Kurra özellikle de Apollonius’un ‘Koniler’ini, Arşimed’in ‘Küre ve Silindir’ini, Öklid’in ise ‘Elementler’ini çevirmekle ün yapmıştı.

Cebirin babası

El Kvarizmi dalgın bir halde el yazmasının sayfalarını karıştırmaktadır. Parmakları bir an için birkaç yıldır sayısız papirüs ve parşömen rulolarının yerini alan bir sayfa üzerinde durur.

Bu sayfada şöyle bir başlık göze çarpar: Onarım ve karşılaştırma yoluyla basitleştirilmiş hesaplama kitabı. El Kvarizmi giriş yazısında bu çalışmanın amacını şöyle açıklamaktadır: ‘İnsanların veraset, bağış, paylaşma, ticaret, arsa ölçümü, kanal kazıma, geometri v.b. işlemlerinde gerek duydukları hesaplamayla ilgili en yararlı bilgileri bir yapıtta derlemek’.

El Kvarizmi, belli bir mali kaynak elde edebilmek için bilimin yöneticiler açısından sonsuz yararları olduğuna, prensleri ikna etmesi gerekiyordu.

Aslında El Kvarizmi’nin gerçek ihtirası daha soyuttu: Mısırlılar, Yunanlılar ve Babiller’den miras kalan faklı hesaplama ve algoritma yöntemlerini bir araya getirip, tüm denklemlerin çözümüne yardımcı olacak uyumlu bir bütün oluşturmak.

Bunun için ilk önce araştırmasının konusunu belirledi: Sayılar Ğ tam sayılar ya da pozitif rasyoneller Ğ bilinmeyen büyüklük olan ‘kök’ ve de bunun karesi.

Böylece altı basit denklem elde etti. Daha sonra El Kvarizmi bunlardan her birisinin kökünün pozitif değerinin elde edilmesini sağlayacak çözüm yöntemlerini ortaya koydu.

Altı denklem

En son aşamada da, bir problemin bu altı denklemden birine ulaşacak şekilde nasıl matematiksel hale getirileceğini açıkladı.

Ayrıca toplama, çıkarma ve çarpma gibi klasik bazı aritmetik işlemlerinin nasıl geliştirilebileceğini anlattı; yapıtının geri kalanında ise ticari işlemlere, miras paylaşımı ilgili basit hesaplamalara yer verdi.

El Kvarizmi eseriyle gurur duyuyordu ve tabii ki bunda da haklıydı. O zamana kadar dağınık duran bilgileri gruplaştırmak ve kuramlaştırmak suretiyle daha sonra Arap biliminin çekirdeği sayılacak olan yeni bir bilim dalı yaratmıştı. El Cebr ya da cebir.

Kendisi daha sonraki yıllarda da kızılderili bilimine dayanan bir tür sayı sayma yönteminin yararlarını anlatan bir kitap da kaleme alacaktır. Bu sayı sayma yönteminin dayandığı ilke şöyle açıklanıyor: Her birinin bulundukları yere göre herhangi bir rakamı temsil ettikleri on sembol. Bu on sembol tüm imparatorluğa yayılacak ve çok daha sonraları Batı tarafından ‘Arap rakamları’ olarak adlandırılacaktır.

Müslümanların üç sorunu

Bununla birlikte El Kvarizmi o çağda matematikteki yeteneğiyle değil, daha çok astronomiye ilgisiyle tanınmıştır. Ve de her astronomi bilimcisi gibi, güneşin Bağdat’taki meridyeni geçtiği saate göre her gün gökyüzündeki yıldızları konumlandıran tablolar hazırlar.

Her ayın sonunda ayın ne şekil alacağını kestirmeyi sağlayan tablosuyla ününü daha da pekiştirir. Bu İslam toprakları açısından çarpıcı bir başarıdır.

Ayın şeklinin belirlenmesi en az bilim kadar din için de önem taşımaktadır. Nitekim Hicri takviminin başladığı 622 yılından beri müslümanların kafasını meşgul eden üç soru vardır: Hilalin gözüküp gözükmeyeceği, dua saati için kesin bir zaman ölçümüne sahip olmak ve Mekke’nin yönünü belirlemek.

Bunun için bazı basit başka yöntemlerden yararlanıldıysa da, 9. yüzyılın ilk yarısında astronomi bilginlerinin ortaya koydukları sonuçlar onlara astrolojideki yaygın uygulama sayesinde de olağanüstü bir prestij sağladı.

Ptolemeus’un’un dev eseri

Araplar, Abbasi imparatorluğunun ilk dönemlerinden itibaren, yani 780 yılına doğru kızılderili astronomisiyle ilgilenmeye başladı. İran’dan 12 ay ve 30 güne bölünmüş olan Güneş Takvimini aldılar.

Ancak Arap astronomisinin asıl temeli Yunandır. Araplara astronomide esin kaynağı olan, Claude Ptolemeus’un 2. yüzyılda İskenderiye’de kaleme aldığı, haleflerinin bilgileriyle beraber kendi kişisel deneyimleri ve teorik analizini de içeren devasa yapıtıdır.

Halife El Memün 827 yılında bu kitabın yeni bir Arapça tercümesinin yapılmasını emretmiştir.

Yunanlılar yıldızlardan farklı olarak bazı gezegenlerin dünyamızın etrafında tekdüze dönen bir harekete sahip olmadıklarını keşfetmişlerdi.

Nitekim bu gezegenler yavaşlıyor, duracak gibi oluyor ve daha sonra diğer yöne doğru dönüyorlardı. Bu fenomen nasıl açıklanabilirdi?

Ptolemeus iki dairesel hareketi olan bir sistem düşünmüştü. Bunlardan dış merkezli olanı, merkezi Dünya’nın yanında bulunan büyük bir daire üzerinde gezegeni döndürüyordu.

Merkezi büyük daire üzerinde bulunan diğer küçük daire ise aynı gezegeni ilave bir daire üzerinde döndürüyordu.

Aynı doğrultuda olup olmamalarına göre birbirlerine eklenen ya da ayrılan bu iki hareketin bileşimi gözlemlerin sonucunu sunuyordu. Araplar ilk zamanlarda bu açıklamayla yetindiler.

Tartışılan konu: Dünya

Ancak bir konu vardı ki sürekli tartışılıyordu: Dünya kendi etrafında mı dönüyor? 10. yüzyılda düşünürler bu soruya ‘evet’ yanıtını verdiler.

Bunun üzerinde polemik büyüdü. Hatta bu konuda fikrini söylemesi için Orta Asya’nın değerli astronomi uzmanı El Biruni’ye bile başvuruldu. Ancak El Biruni net bir yanıt veremedi. Ona göre bu varsayım doğru olabilirdi. Ancak Dünya’nın sabit olması da mantığa aykırı değildi. Sonuçta El Biruni bu konuda Antik dönem bilginlerinin safında yer almayı kararlaştırdı.

Yunan bilim adamı Ptolemeus Dünya eğer iddia edildiği gibi batıdan doğuya dönüyorsa, bu yönde uçan kuşları hareketsizmiş gibi görmemiz gerektiğini belirterek, Dünya’nın kendi etrafında döndüğü savını reddetmişti.

Ancak bir Arap astronomi bilgini, kuşun izlediği yolun biri Dünya yönünde dairesel, diğeri ise düz çizgi halinde olmak üzere iki farklı harekete bölünebileceğini göz önüne alarak, bu hipoteze karşı çıktı..

Ama bu durumda kuşun hem kendi hızına hem de Dünya’nınkine sahip olması gerekiyordu. Oysa El Biruni’nin hesapları bu noktada son derece netti: Dünya’nın dönme hızı Ğtabii eğer dönüyorsaĞ kuşun hızından çok daha büyüktü. Kuş da bu iki hızı mantıken hesaplayamayacağından gezegenimiz o halde pekala hareketsizdi.

El- Hayyam’ın karşı çıkışı

El Biruni temkinli davranarak Ptolemeus’un otoritesini sarsmak istemedi. Ancak diğerleri bu sava daha kuşkulu yaklaştılar. Bunlardan biri de, 965 yılında Basra’da doğan İbn El Hayyam’dır. Kendisi Mısır halifesinin daveti üzerine doğduğu şehri bırakıp Kahire’ye yerleşmiştir. Burada özellikle de matematik ve astronomide ciddi bir prestij kazanmıştır.

ElĞHayyam, Ptolemeus’un hipotezini beğenmediğini açıkça dile getirir. Ona göre, bu arapsaçı gibi iç içe geçmiş dış merkezli dairelerle, merkezi büyük dairede bulunan küçük dairelerin fiziksel olarak var olması mümkün değildi. İbn El Hayyam’a göre, bu gözlemlere dayanan üstünkörü bir modeldi. Oysa astronomi, gökyüzünde gerçekten var olanların teorisi olmalıydı.

Ancak hipotezi reddetmesinin nedeni de bilimsel olmaktan çok felsefiydi. İbn El Hayyam Ptolemeus’un modelini Arap bilimine hakim olan ilkeleriyle ünlü Aristo’nunkinden uzaklaşmakla suçluyordu.

Ptolemeus ila Aristo arasında bir tercih yapmak gerekirse İbn El Hayyam Eski Yunan döneminin en önemli şahsiyeti olan Aristo’yu seçerdi. Bununla birlikte, o döneme damgasını vurmuş olan filozofun düşüncelerine dayanan bir sistem oluşturamadı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!