2- Tarımdaysa, toprak, su ve biyoçeşitlilik hiçbir zaman olmadığı kadar baskı altında. Çiftliği çevreye duyarlı hale getirmek ve bu şekilde üretim yapan çiftçileri ödüllendirmek gerek. Bunlar daha çok kar elde ettiklerini görmeli.
3- Yoksul ülkelerdeyse durum daha da feci. Afrika’da yetersiz beslenme artık olağan hale geldi. Hindistan’daysa, beslenmeyle tetiklenen diyabet hızla yaygınlaşıyor. Çiftçilerse, zengin dünyanın gönderdiği gıda yardımlarıyla boy ölçüşemiyor.
4- Temmuz ayında dünyanın her tarafından gelen uzmanlar, çok büyük ihtiyaç duyulan yeni fikirlerini tartıştılar. Bu kötü gidişe son vermek için mutlaka çıkış yolu getirecek yeni fikirlere acilen ihtiyaç olduğu saptandı.
OBEZİTEEn büyük soru olan ‘Ölümüne mi yiyoruz?’ sorusuna verilecek en kısa yanıt, evettir. Sanayileşmiş toplumların, şeker, yağ ve tuza hücum ettikleri ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak da obeziteye, kalp hastalıklarına ve prematüre ölümlere daha fazla yakalandıkları artık bir gerçek. Dahası, gelişmekte olan ülkeler de bu ‘modayı’ takip etmeye başladılar.
Avrupa Komisyonu’nun Sağlık ve Tüketici Koruma Birimi Genel Sekreteri Robert Madelin, Avrupa’da
günlük kalori alımının son 30 yılda 300 kilokaloriden 3 bin 400’e yükseldiğini söylüyor. 2 büyük bardak kolaya eşit olan bu değer çok görünmeyebilir, ancak işte bu çözümleme bizi mahvoluşa sürüklüyor. Avrupa’nın sağlık harcamalarının yüzde 10’u aşırı şişmanlığa gidiyor.
Londra’daki City Üniversitesi'nden Tim Lang’e göre, birçok veri, çok yiyip az
spor yapmanın büyük tehlikeler getireceğini ortaya koyuyor. Halka ‘sağlık eğitimlerini dikkate alın’ çağrısı yapılırken, birçok uygulama bunun tam tersi nitelikte. Örneğin, AB Ortak Tarım Politikası (CAP), çiftçilere daha fazla yağlı gıdalar üretmeleri için para veriyor. Bu saçma. Projeler iyi, ancak halkın pek umurunda değil. Doğru beslenme üzerine tavsiyeler var, ama pek çok insanın bunu uygulamıyor: Damak tadı, rahatlık ve fiyat, sağlıklı beslenme kararlarını etkiliyor.
Halkın beslenme alışkanlıklarını değiştirmek için gösterilen çaba, gıda endüstrisini değiştirmiyor. Gıdaya bağlı hastalıkların artmasını tamamen şirketlere yüklemek de haksızlık. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri, gıda sektörüne, üretimi arttırması ve fiyatları azaltması söylendi. Asıl yanlış, bunun altında yatan politikalarda yatıyor.
Yepyeni bir yön getirilmeli, ancak bu ne? Teknik ayarlamaların yapılması bir seçenek olabilir. Besinlerin neden olduğu hastalıklarla bağlantılı genler tespit edilir ve insanları, bu hastalıklardan koruyacak gıdalar sağlanır. Sektörün çok fazla para akıttığı bu alana ‘nutrigenomic’ deniyor
Yiyecek sektörü nasıl ileri nasıl götürülecek? Yağlara vergi koymak bir seçenek olabilir, yağın gıdalar içinde saptanması da çok kolay değil. Ama iyi bir fikir: ‘McDonalds ve Coca Cola, her yıl reklamlara 1.7 milyar dolar harcıyor. İşte bu reklamlara vergi konulabilir.’
Gıda şirketleri, paralarını ve iş güçlerini, insanları daha sağlıklı beslenmeye yöneltmeye çağrılmalı. Ama ABD dışında, bu tür şirketlere dava açılması çok işe yaramıyor. Yine de, Amerika dışında da çalışan küresel şirketlere karşı açılan davalar, dünyanın pek çok yerinde geniş yankı uyandırıyor.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİKSanayileşmiş ülkelerdeki çiftçiliğin öyküsü için, kararlı bir başarı ya da tamamen bir başarısızlık denebilir. Aslında her şey ne taraftan baktığınıza bağlı. Başarı, çok miktarda ucuz gıdadır. Başarısızlıklarsa, küçük, kár getirmeyen pek çok çiftliğin kapatılması ve tarımsal alanların büyük bir kısmının fakirleşmesidir.
Essex Üniversitesi'nde Çevre ve Toplum Merkezi Başkanı olan Jules Pretty, çiftçiliğin topluma getirdiği faydaların mutlaka görülmesi gerektiğini vurguluyor. Olumsuz etki: ekinlere zarar veren hayvan ve böcekleri öldüren kimyasallara, su kaynaklarına ve daha birçok yere toplam 1.5 milyar sterlin harcandı.
Bunun tüm suçlusu sistem. Günümüz tarımının dayandığı tek bir şey var: daha fazla üretmek. Çiftçiler, aslında toprağı sürmek, topraktaki karbon oranını düzenlemek ve selleri engellemek gibi daha pek çok değerli işi de yapıyor.
Sürdürülebilir bir tarımı geçerli kılmanın bir yolu: çiftçilere yaptıkları her fazladan iş için para ödemek. Tüketici ile çiftçi arasındaki kopukluk var. Halkın, toprağa karşı ilgisi bitti. ‘Yiyecekler nasıl üretiliyor, fazladan neler yapılıyor, bilmiyorlar. Bu nedenle de daha fazla para vermek istemiyorlar’.
Bu bağlantıyı yeniden nasıl kuracağız? Halk bilinçlendirilmeli. Örneğin, kentte yaşayan tüm çocuklar için çiftlik gezileri düzenlenebilir. ‘Tüketiciye gıdayı üreten ilk fabrika gösterilmeli’.
Sürdürülebilir çiftçilik, mali açıdan kár da getirebilir. Çevreyi ve Çiftçiliği İlişkilendirmek (LEAF) adlı örgüt tarımla uğraşanların çevreye duyarlı yöntemler kullanarak çiftliklerini daha üretken hale getirmelerine yardımcı oluyor. Bu tür yöntemler, toprağın yapısını koruyarak karbonu saklar ve erozyonu engeller.
‘Yeni bir tarla ve gıda etiğine’ ihtiyacımız var. Her yiyecek aldığımızda, seçimimiz, dünyanın bir yerlerinde çiftlikleri, doğayı ve toplumları şekillendiriyor. Bu her gün ama her gün yaptığımız en siyasi tercih.
KOMİSYONCU-ARACI KALKIYORSanayileşmiş ülkelerdeki gıda sistemlerinin bir özelliği, komisyoncuların gücüdür: bunlar, gıdayı işleyen şirketler ve büyük süpermarket zincirleridir. Bu oyunculara karşı 3 suçlama getiriliyor: 1) merkezi dağıtımla inanılmaz uzaklıklara mal taşıyarak kirlilik yaratıyorlar; 2) fiyatları indirerek çiftçilerin daha az kazanmalarına neden oluyor ve 3) çiftçinin tüketiciyle ilişkisinin önünü tıkıyor.
Yeni geliştirilen fikirlerse bu görüntüyü değiştiriyor. Fransa gibi ülkelerde çiftçiler, ürünlerini doğrudan müşteriye satma gibi bir geleneğe sahipken, İngiltere, ABD ve İrlanda’da bu yöntem 20 yıl önce yeniden keşfedildi. Bunun sonucunda çiftçiler yılda milyonlarca sterlin kazanmaya başladı. Temmuz ayında, Avrupa Sürdürülebilir Gıda Sistemleri Ağı yani AlimenTerra kuruldu. AlimenTerra’dan Clive Peckham, komisyoncuların ortadan kaldırılarak, piyasalarda paranın yeniden çiftçilerin eline verildiğini belirtiyor. Para, tamamen kırsal kesime teslim edildi, yerel
yemek kültürü diye bir kavram desteklendi ve çiftçiyle tüketici arasında bir güven oluşturuldu.
İngiltere-Hollanda merkezli dev Unilever şirketi, armut, domates ve çay gibi ekinlerin sürdürülebilir gıda zincirlerini oluşturdu. Şirket, yararlı çiftçilik uygulamaları, toprağın üretkenliği veya kaybı üzerine alınması gereken önlemler, zararlı böceklerin kontrolü ve hatta projelerinin, yerel ekonomiye etkileri üzerine kitapçıklar yayımlıyor. Sonuçlarsa, WWF gibi çevre örgütlerince değerlendiriliyor. Unilever, çok fedakar bir şekilde mi hareket ediyor? Tam olarak değil. Unilever için araştırmaları yürüten Steve Parry’ye göre, şirketin kendi geleceğini kollaması mantıksız değil.
Peki, bazı malların tüketiciye ulaşması için kat ettiği onca gereksiz uzun mesafelere ne demeli? Merkezi İngiltere’de bulunan Transport 2000 örgütünden Tara Garnett, gıdanın ülke çapında taşınmasıyla, bu ülkedeki karbondioksit emisyonlarının yüzde 3.5’unun üretildiğine dikkat çekiyor. Yiyecekler ne kadar uzağa taşınırsa o kadar çok emisyon açığa çıkıyor.
Her şey göründüğü kadar basit değil. İngiltere’de seralarda yetiştirilen domatesler, karbondioksit emisyonuna o kadar çok katkıda bulunuyor ki, bu domatesleri güneşle birlikte büyüdükleri İspanya’dan ithal etmek çok daha akıllıca. Yerel kaynaklardan elde edilen et yararlı. Yiyebileceğimiz en fazla enerji içeren besin ettir. Bu yüzden, havuçlarımızın ne kadar çok mesafe kat ettiğini düşünmeden, aldığımız besinlerin tümünü gözden geçirmeliyiz.
ÜÇÜNCÜ DÜNYA’NIN DURUMUAfrika tarımı genel olarak ‘tehlikede’ bilinir. Kıtanın yüzde 65’i yaşamını çiftçiliğe bağlamış durumda olsa da, Afrika dünyanın en fazla yetersiz beslenen nüfusuna sahip. Uluslararası Çevre ve Gelişim Enstitüsü’nden Camila Toulmin’e göre, çizilen bu resim yanlış. Afrika’daki küçük işletmelerdeki sürdürülebilir tarım bir patlama gerçekleştirdi ve geniş ölçekli hasatlar yapılıyor. Aile çiftlikleri, Batı Afrika’daki tarımının sürekli bir gelişim göstermesinde kesinlikle merkezi bir rol oynuyor.
Bu küçük ama başarılı çiftlikler, 2 veya 80 kişiye kadar çıkan aileler tarafından ekiliyor. Toulmin, ‘küçük çiftlikler, geri kalmış ve talepleri karşılayamıyor; modern, büyük ölçekli çiftliklerse, verimliliğin önünü açıyor’ inanışına karşı savaşıyor. ‘Bu yanlış. Birçok büyük ölçekli çiftlik, çok kısa bir süre içinde iflas ediyor.’
Küçük çiftlikler, hem ham maddelerinin kaynaklarını hem de ürünlerinin alımını kontrol eden şirketler tarafından büyük baskı görüyor. Ayrıca bu çiftlikler, dünyanın gelişmiş çiftçilerine, 330 milyar dolara varan ve ticaretin biçimini bozan devlet yardımlarıyla haksız yere kollanan uluslararası piyasalarla da karşı karşıya. Yalnızca ABD’de, bu yardımlar yıllık 15 ile 20 milyar dolar arasında değişiyor ki, bu oran, tüm Afrika’nın tarım ihracından da fazla.
Dünya Bankası’nın bilim adamı Bob Watson: ‘Avrupa’nın Ortak Tarım Politikası (CAP) ile ABD Tarım Ödemeleri, gereğinden fazla gıda üretimine, bu gıdanın ucuz yiyecek olarak uluslararası piyasalarda ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde fiyatının düşürülmesine, ve dolaylı olarak da bu ülkelerin ihracının kökünün kazınmasına neden oluyor.’