Bilim adamlarının son keşif gezileri, Sherlock Holmes karakterinin yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle’ın "Kayıp Dünya"sından bir bölümü anımsatıyor. Romandaki kahramanlar, güney Amerika cangıllarında hayali dinozorlarla karşılaşırlar.
Günümüzde ise bir grup doğa araştırmacısı, balta girmemiş yağmur ormanlarında gerçi "dinozorlarala" karşılaşmadı ancak başka gizli cennetler buldu!
Bilim adamları Endonezya’nın Papua Yeni Gine adasında bugüne kadar bilinmeyen hayvan türleri buldular. Hatta soyu uzun bir süre önce tükendiği sanılan bir cennetkuşunu da ilk kez görüntülediler.
Keşif gezisi Avustralyalı, Endonezyalı ve Amerikalı bilim adamları tarafından Papua Yeni Gine’nin batı kısmında kalan Foja Dağları’nda gerçekleştirildi.
Araştırmacıların kullandıkları yöntem Rapid Assessment Field Trip (RAP) olarak adlandırılmakta, yani burada önemli olan çok sayıda türün en kısa zamanda sınıflandırılması.
Bulunanlar listesi
Organisation Conservation International (CI) kurumundan Bruce Beehler yönetiminde araştıran ekibin buldukları arasında her şeyden önce 20 yeni kurbağa türü, dört kelebek, çok sayıda bilinmeyen bitki (bunlara beş palmiye türü ve en büyük çiçekli orman gülü Rhododendron da dahil) dikkat çekici.
Yeni bulunan kurbağa türlerinden birini Berlin Humboldt Üniversitesi Doğa Bilimleri Müzesi’nden Rainer Günther şimdi Journal of Zoology dergisinde tanımladı.
Callulops pullifer olarak adlandırılan kurbağa eşsiz bir üreme davranışı göstermekte. Yeni Gine’nin diğer kurbağaları yumurtalarını suya bırakırken, dişi Callulops pullifer türünün dişileri yumurtalarını toprağa bırakıyorlar.
Yumurtadan çıkan yavruları, erkek kurbağa, kendi kendilerine bakacak hale gelene dek sırtında taşıyor. Yeni Gine’de bulunun 320 kurbağa türünden 60 tanesi geçtiğimiz son beş yıl içinde keşfedilmişti.
Yeni memeli türü
Yeni bir memeli türü de sürpriz oldu. Altın rengindeki ağaç kangurusu (Dendrolagus pulcherrismus) daha önceleri sadece Papua Yeni Gine’nin doğusundan bilinmekteydi. Ağaç kanguruları yerde yaşayanlardan farklı olarak tırmanmaya elverişli güçlü ön bacaklara sahip. Ayakları daha kısa ve geniş. Ayrıca kavrayıcı pençeleri ve lastiğimsi ayak tabanları daha iyi tırmanmalarına yardımcı olur.
Bu donanımlar sayesinde ağaç kanguruları dokuz metre ilerideki bir ağaca bile sıçrayabiliyorlar.
Bilim adamlarının Yeni Gine’de keşfettikleri ikinci memeli türü uzun burunlu kirpi (Zaglossus brujini) karınca yiyen kirpi ailesinden. Yumurtlayan bir memeli türü olan ve 45 Ğ77cm kadar büyüyebilen bu kirpi türünün dikenleri diğer kirpilere göre hem daha kısa hem de daha seyrektir.
Daha çok solucanlarla beslenen bu hayvanın üreme davranışı hakkın pek fazla bir şey bilinmiyor.
Yeni kuşlar
Bir aylık araştırma gezisi sırasında biyologlar kuş dünyasından da çok önemli bir bilgi edindiler. Carola cennetkuşunun (Parotia Carola berlepschi) soyu, yüz yıl önce Endonezya’da yakalandığından bu yana tükendiği sanılıyordu. Bilim adamları şimdi kuluçka bölgesini buldular.
İlk kez 19. yy’da avcılar tarafından keşfedilen bu cennetkuşu, 19.yy’da yaşamış Alman ornitolog Hans von Berlepsch’in adıyla anılmakta. Aralık 2005’te yeniden keşfedilen ve görüntülenen cennetkuşu daha önceleri sanıldığı gibi bir alttür değil başlı başına bir tür oluşturmakta.
Bu cennet kuşunu ilk kez görüntüleyen Beehler, bunun dışında daha önce belgelenmemiş olan balla beslenen bir kuş türü de buldu. Bu kuş Yeni Gine’de altmış yıldan bu yana bulunan ilk yeni tür. Kuşun en belirgin özelliği yüzündeki açık turuncu bir leke ve gözünün altında ibiksi bir uzantı.
Ayak basılmamış topraklarCI ve National Geographic Society tarafından finanse edilen araştırma gezsinin hedefi yalnızca yeni türler bulmak değildi elbet. Dünya üzerinde cennete daha fazla yaklaşamazsınız diyen Beehler, bölgenin tür zenginliği açısından önemini şu şekilde açıklıyor:
Bir milyon hektarı aşkın bir alana yayılan Foja ormanları Asya’nın en büyük yağmur ormanı. Foja dağlarındaki 300.000 hektarlık alana henüz hiçbir insan ayak basmamış. Bu saptamanın politik boyutu da var.
1990’lı yıllarda Endonezya, Mamberamo nehrine bir baraj kurmayı planlıyordu. Baraj, tür çeşitliliği açısından çok değerli bölgeye ait olan vadiyi sular altında bırakacaktı. Ne var ki Doğu Asya’daki ekonomik kriz bu planı suya düşürmüştü.
Aslında Yeni Gine, biyoçeşitlilik açısından eşsiz bir bölge değil. Bilim adamları 1990’lı yıllarda Laos ve Vietnam arasındaki sınır bölgede de yaklaşık 1,5m büyüklüğünde bilinmeyen bir cangıl hayvanı bulmuşlardı.
Vu-Quang yabani öküzünün (Pseudoryx nghetinhensis) yaşadığı bölgede daha sonra bulunan diğer yeni bir tür, dev Muntjak geyiği (Megarnuntiacus vuquangensis) olarak tanımlandı.
Deniz memelileri
Son yıllarda deniz memelilerine bile yeni türler eklendi. Son türün tanımlanmasından otuz yıl sonra (1990’da) ilk kez Güney Amerika sahillerinde bulunan yeni bir balina türünün (Mesoplodon peruvianus) ardından sadece üç yıl sonra, gagalı balina ailesine at Mesoplodon perrini keşfedildi. Ve sadece bir yıl sonra da Japonlar Balaenoptera omurai
balinasını bulduklarını açıkladılar.
Kısa bir süre önce ise Woods Hole Oşinografi Enstitüsü’nden Peter Wiebe yönetiminde gerçekleştirilen Census of Marine Zooplantkon projesi, biyolojik çeşitliliğin çok daha derinlerde bile sürdüğünü gösterdi.
Bilim adamları 5000 m derinlikte birbirinden ilginç ve olağanüstü görünümlere sahip yirmi kadar yeni zooplankton türü saptadılar. Flora ve fauna arasındaki köprüyü oluşturan minik canlılar suda asılı yaşarlar. Kendi başlarına hareket edebiliyorlarsa da kendilerini akıntılara bırakarak da yüzdükleri bilinmekte.
İnsan yüzüne benziyor
Son proje 5000m kadar derinlikte yaşayan 500 farklı türün sınıflandırılmasına dayanıyordu. Aralarında Türk bilim adamlarının da bulunduğu 14 ülkenin 28 araştırmacısı, plankton örneklerini, araştırma gemisindeki DNA sekans inceleme sistemiyle sınıflandırdı.
Yeni türlerin içindeki bazı ilginç canlılar arasında yavru deniz anemonu ve Hippopodius hippopus olarak adlandırılan ince çan biçiminde bir organizma da yer almakta. Koloniler halinde yaşayan bu hayvanın biçimi biraz da insan yüzünü andırıyor.
Minik medüz Pegantha,uzantılarıyla büyüleyici bir görünüm sergilemekte. Bir tür deniz salyangozu olan Clio pyramidata, gen sekansı incelenen ilk zoopanktonlardan biri.
Keşfedilmeyi bekleyenler var
Yüzerek hareket eden ve pteropod ailesinden olan bu organizmanın aksine, suyun içinde uçarcasına yüzen Oxygyrus keradreni,heteropod ailesine dahildir. Bu zarif görünümlü canlı yassı ayaklarını kürek gibi kullanarak hareket etmekte.
Projeyi yöneten Wiebe, tüm bu minik organizmaların sınıflandırma çalışmalarının aylar hatta yıllar sürebileceğini ve bu çalışmaya sürdürürken de okyanuslardaki organizma çeşitliliğinin ve varlığının yeniden değişebileceğini söylüyor.
Taksonomi uzmanları bir zamanlar türlerin tükenmesi yüzünden işsiz kalacaklarından korkuyorlardı. Fakat korkuları gerçekten de yersiz. Çünkü halihazırdaki hayvan türlerinin sınıflandırılması bile en az bir ömür sürer. 30 milyon hayvan türü bilimsel olarak tanımlanamadı bile. Bunlara yeni keşfedilenler dahil olmadığı gibi ne kadar daha yeni türün bulunacağını da hiç kimse bilmiyor.
Özellikle de gizli yaşam alanlarında keşfedilmeyi bekleyen milyonlarca omurgasız hayvanın varlığını tahmin ediyor bilim adamları. Alman böcek uzmanları sadece geçen iki yılın böcek koleksiyonunda yüzden fazla yeni tür saptadılar.
Sınıflandırmada genetik yol
Son yıllarda daha fazla yeni türün keşfedilmesi biraz da taksonomi uzmanlarının artık moleküler genetik yöntemlerle çalışmalarıyla ilgili. Birçok hayvan türünü ilk bakışta dış görünümü ve davranışlarına bakarak ayırt etmek mümkün değil. Bunlar ancak seçilmiş DNA sekanslarındaki genetik incelemeler sonucunda yeni türler olarak sınıflandırılmakta.
Moleküler genetik çalışmalar sayesinde yalnızca omurgasızlar değil memeliler arasında da yeni türler keşfedilmekte. Bu tür incelemeler sonucunda bilim adamları, Afrika savanlarında yaşayan fil türü dışında yağmur ormanlarında yaşayan bir "kardeş türün" bulunduğunu öğrendiler.
Batı Afrika’da yaşayan şempanzelerin belli başlı gen sekansları da doğuda yaşayanlardan farklı. Kimi araştırmacılar Pan verus olarak adlandırdıkları şempanzenin, üçüncü bir tür oluşturduğuna inanıyorlar mesela. Bununla birlikte bilim adamları coğrafi bölgelere bağlı alttür ve evrimsel gelişime bağlı tür arasındaki sınır konusunda her zaman hemfikir olmuyorlar.
İşte hem bu tür sorular hem de biyolojik çeşitliliği günden güne zenginleştiren yeni türler nedeniyle aslında taksonomi uzmanlarının başlarını kaşıyacak vakitleri bile yok. Ve Wiebe’nin de dediği gibi sınıflandırmalar yapılana dek yaşanan değişimler de işlerini iyice zorlaştıracak.
Kaynaklar: www.nature.com, www.theglobeandmail.com, http://news.mongabay.com, www.newscientist.com, www.birdlife.com, http://news.bbc.co.uk, www.diezeit.de.