Oluşturulma Tarihi: Eylül 09, 2003 19:52
Uzayda Dünya’ya benzer çok sayıda gezegenin bulunduğundan artık hiçbir astronom kuşku duymamakta. Peki ama bu ikiz dünyalar neye benziyor? Sadece ince bir su buharıyla mı kaplılar yoksa dev okyanuslara mı?
Nature internet sitesinde yayımlanan bir habere göre Washington Üniversitesi’nden Sean Raymond, bu soruya sürpriz bir yanıt getirdi. Gerçi dünya benzeri gezegenlerin varlığı sadece bir hipotez, ama bilim adamları geçtiğimiz yıllarda Jüpiter sınıfına giren ve büyük güneşlerin etrafında dönen yüzün üzerinde uydu saptadılar.
Araştırmacılar, büyük gezegenlerin bulunduğu yerde pekala küçük güneşlerin de bulunabileceğini söylüyorlar. Bu tür dünyaların oluşumunu Raymond ve ekibi şimdi bilgisayar yardımıyla tasarladılar. Kayalık ilkel maddeden oluşan dünyamız zamanla git gide daha büyük bir gökcismi şeklinde topaklanmıştı. Güneş sisteminin oluşumuyla ilgili modeller, ilk yapıtaşlarının çok fazla içermeyecek kadar kızgın olduğunu gösteriyor.
Teorikçilere göre yaşam için gerekli olan ‘ıslaklık’ daha sonraları kuyrukluyıldız ve diğer topaklarla dünyaya yağmıştı. Raymond ve ekibi, Jüpiter’inkine benzer bir uydunun yörüngesindeki gezegen oluşumu için 42 farklı senaryo üretti.
300 kat fazla su
Araştırmacılar senaryodan senaryoya göre dev gezegenin konumunu, kütlesini ve yörüngesini değiştiriyorlar. Tasarımların hepsinde Venüs, Dünya ve Mars büyüklüğünde bir ila dört gezegen oluşmakta. Ve bilim adamları bunların arasında neredeyse hiç su bulunmayan gezegenler dışında dünyamızdakinden 300 misli daha fazla suya sahip dünyalar da buldular.
Araştırmacılar suyu bol olan uydu sayısının bir hayli kabarık olduğunu sanıyorlar. Hatta sanal gezenlerin yarısından fazlası o kadar nemli ki buna göre üzerlerindeki okyanuslar dünyamızdakinden çok daha geniş alanlara yayılmış olmalı. Ve büyük bir olasılıkla uzayda tamamen denizlerle kapalı dünyalar da olmalı diyorlar.
NASA uzaya kızılötesi teleskop gönderdiNasa’nın kızılötesi ışınla çalışan yeni teleskopu yörüngede. Çok sayıda aksaklıklardan sonra Nasa sonunda ‘Space Infrared Telescope Facility’ (SIRFT) teleskopunu uzaya gönderdi.
Uzayın yeni ‘gözü’ geçtiğimiz Pazartesi günü (25.8.03) Cape Canaveral uzay istasyonundan bir Delta roketiyle fırlatıldı. Nasa, teleskopu itfaiyecinin ısıyı hisseden kontrol aletlerine benzetiyor. Teleskop da buna benzer bir şekilde insan gözü ve duyularıyla algılanamayan kızılötesi ışın veya sıcaklıkları yakalayacak.
Uzayın derinliğine kadar ilerleyecek olan teleskopun milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki galaksileri algılayıp, kızılötesi astronomi için önemli bilgiler toplaması bekleniyor.
Diğer teleskoplarla izlenmeyecek kadar ‘soğuk’ olan cisimlerin birçoğu uzay tozu arkasında gizlidir.
Ancak kızılötesi alanda ışın yansıttıkları için yeni teleskop sayesinde ilk kez gözlemlenebilecekler. Bilim adamları yeni teleskopun ‘heyecan verici ve sürpriz’ bulgular elde etmesini bekliyorlar.
Evren kararıyor
Çok sayıda bilim adamının uzun bir zamandır tahmin ettiğini Edinburgh Üniversitesi’nden Ben Panter ve Alan Heavens, Amerikalı meslektaşları Raul Jimenez (Pennysylvania Üniversitesi) ile birlikte kanıtladılar. Buna göre yeni gelişen yıldız sayısı yaklaşık olarak altı milyar yıldan bu yana iyice azalmakta. Güneşimiz de aşağı yukarı aynı tarihlerde doğmuştu. Astronomların yaş belirlemesinde yararlandıkları ilke, yeni ve eski yıldızlardan yansıyan farklı ışınlara dayanır. Yeni yıldızlar daha güçlüdür ve açık mavi bir ışıkla parlarken eski güneşler kızılımsı bir ışın yansıtırlar. Bir galaksiden yansıyan ışının analizi de yıldızların yaşı hakkında bilgi verir. Eğer mavimsi parlıyorsa daha çok genç yeni yıldız var demektir ama eğer ışın kızılımsıysa yıldızların ortalama yaşı daha yüksektir. Astronomların inceledikleri 40 000 galaksiden yansıyan ışınlar genelde kızılımsı olduğu için yıldız doğumlarının çok geride kaldığı anlaşılmış. Ancak Space.com
haber ajansındaki bir söyleşide, telaşlanacak bir şey olmadığını söyleyen Robert Britt’e göre evrende meydana gelecek önemli değişikliklerden önce insanoğlu yok olacak.
Uçan teleskop Hubble Tamam mı devam mı?
Columbia felaketi uzay araştırmalarını da olumsuz yönde etkileyeceğe benziyor. Eğer Nasa güvenlik nedeniyle ya da politik baskı yüzünden bakım uçuşlarını iptal etmek zorunda kalırsa, Hubble teleskopu yakında devre dışı kalabilir. Gerçi 1990 yılında yörüngeye fırlatılan hubble’ın yerini alacak ‘James Webb Uzay Teleskopu’ (JWST), çoktan planlandı bile, ama ancak 2011 yılında uzaya ulaşabilecek.
Hatta uzmanlar bu tarihin birkaç yıl kadar da ertelenebileceğini tahmin ediyor. Princeton Araştırma Enstitüsü’nden John Bahcall ve ekibine göre, olası servis uçuşları olmaksızın Hubble teleskopunu geleceğe taşıyacak üç seçenek söz konusu:
Üç seçenek
NASA’da ilgili komisyon en iyi çözüm olarak 2005 ve 2010 yılları arasında gerçekleştirilecek iki onarım misyonunu görmekte. Gerçi bunlar da diğer tüm mekik misyonları gibi tehlikeli olabilecekse de iki uçuş sırasında teleskop 2020 yılına dek yörüngede kalacak kadar yükseğe taşınabilecek. Ayrıca iki uçuşun sıra dışı araştırmalara da izin vereceği sanılıyor.
Uzmanlar en geç 2006 yılına dek gerçekleştirilecek bir bakım misyonunun, Hubble teleskopunun ömrünü önemli ölçüde uzatacağını düşünüyor. Bir defa gerçekleştirilmesi öngörülen misyon sırasında bozuk alıcıyı ve gerekli jiroskopları değiştirebilecekleri gibi, teleskopun donanımı ve çalışmasıyla da ilgilenerek mesela devre dışı kaldıktan sonra kontrollü bir biçimde düşürülmesine izin verecek bir sistem de monte edilebilecek.
Ama eğer politik nedenlerden dolayı herhangi bir misyon gerçekleştirilemezse o zaman da robotlu bir misyonla gerekli donanımlar yüklenebilir. Ancak bu durumda uçuşsuz geçecek yıllardaki bilimsel kaybın kapatılması için araştırma programının değiştirilmesi gerekiyor. Buna göre Hubble için planlanan iki enstrüman yeni bir teleskop misyonunda kullanılabilir.
Uzay atığı olabilir
Hubble’da gerekli onarımların yapılmaması halinde teleskop yakında uzay atığı olmaya mahkum. Araştırmacılar özellikle de ayarları kısa sürede değişen hassas jiroskoplar konusunda endişeliler. Tahminlere göre jiroskoplar değiştirildiği taktirde, teleskopun bilime beş yıl daha hizmet etme olasılığı %50 civarında.
İnsanlı veya insansız bakım misyonlarından kaçınılması sonucunda Hubble’ın yörüngeden çıkarak düşmesi komisyona göre 2013 yılında gerçekleşebilir. Ayrıca Nasa, hizmet dışı kalan teleskopu bir uzay mekiğiyle dünyaya getirmeyi planlıyordu ancak Columbia kazasından sonra bundan vazgeçti.
Üçüncü büyük asteroit Juno, yuvarlak değil
Juno görüntülerini inceleyen Amerikalı bilim adamları, göktaşının sanki ısırılmış gibi durduğunu fark ettiler. 200km uzunluğundaki gökcismin üzerinde neredeyse 100km üzerinde genç bir krater bulunmakta.
Harvard Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Sallie Baliunas ve meslektaşları Juno’yu yüz yıllık Hooker teleskopuyla yeryüzünden incelediler ancak Icarus dergisine de açıkladıkları gibi atmosfere bağlı görüntü bozukluklarını adaptif optikteki yeni teknolojiler sayesinde önleyerek uzaydan çekilmiş kadar net görüntüler elde ettiler. 19.yy’ın başında keşfedilen Juno asteroiti, sayısız topaklarla birlikte Mars ve Jüpiter arasındaki asteroit kuşağında yer almakta. Araştırmacılar göktaşını, dünyadan bir astronomik birimden (dünya ve güneş arasındaki mesafe) biraz daha uzakta olduğu zaman gözlemlemişler. Fotoğraflarda Juno’nun diğer asteroitler gibi yuvarlak değil daha çok bir patatese benzediği görülmekte. Yakın incelemeler sonucunda yeni darbe izi de fark edilmiş. ‘Çarpışma normalde göktaşının yüzeyini kaplayan tozu süpürmüş ve bu da yüzeyin altındaki malzemeyi görmemizi sağladı’ diyor Baliunas. ‘Dünyamız da bir zamanlar aynı malzemeden gelişmişti.’