Güncelleme Tarihi:
İtalya'ya dönmeyi düşünmediğini belirten Ferrari; Türk futbolunu, Türkiye'de yaşadıklarını şu şekilde ifade etti:
"Bir kere Türkiye artık önemli futbol ülkelerinden biri, bunu söylemek lâzım kesinlikle. İtalya ile karşılaştırdığım zaman ise Türkiye liginin fiziksel açıdan daha zor şartlar sunan bir lig olduğunu söyleyebilirim. Ancak ülkenizde fiziksel yapı ne kadar güçlüyse, düşünsel oyun ve taktiksel içgüdü o kadar az işin içerisine katılıyor da diyebilirim. Fakat tüm bunların arasında en vahim taraf Türk futbolunda taktik yok. Yani ekol olarak bunun eksikliği gözüküyor."
Genelde Türk defans oyuncularının ve defans kurgusunun temel probleminin yan toplar ve duran toplarda yerleşim problemleri, taktiksel problemler olduğu söylenir. Sen bu konudaki eksiğimizi ne derecede görüyorsun?
Bunlar tabii ki antrenmanla aşılabilecek, antrenmanla geliştirilecek noktalar. Örneğin köşe vuruşu pozisyonunda uygulayabileceğiniz iki defans opsiyonunuz var. Birincisi, alanı savunursunuz. Bunun için hafta boyunca sürekli tekrar yaparak çalışmak durumundasınız. Çünkü bu sayede herkesin nerede olacağını bilmesi gerekir. İkincisi ise adam adama markaj şeklinde savunmanızı kurgularsınız. Eğer adam adamayı tercih ediyorsanız, artık orada bireysel olarak güçlü olan, daha az hata yapan kazanacaktır. Ancak Türk futbolunda bunun eksikliğinin temele inilerek çözülmesi gerekiyor. Bunlar sonradan çalışarak gelişir dediğim gibi. Ancak genç Türk futbolculara bunu temelden öğreterek, bu konudaki eksikliklerin giderilmesi çok daha önemli.
90'ların sonundan bu yana devam eden kariyerinden önemli takımlarda oynadın. Birçok önemli teknik adamla çalıştın. Marcello Lippi'den Cesare Prandelli'ye, Luciano Spalletti'den David Moyes'e kadar. Şimdi de Mustafa Denizli ile çalışıyorsun. Bu teknik adamlar içinde futboluna ve kariyerine en çok etki eden, gelişimine en fazla katkısı olan hangisi; özellikle de teknik direktör oyuncu ilişkisi anlamında?
Öncelikle bugüne kadar çalıştığım her teknik direktörden futboldan zevk almayı öğrendim. Hepsi bana ayrı şekillerde bu zevki nasıl yaşayabileceğimi gösterdi. Elbette her yeni teknik direktör bana birçok futbol unsuru konusunda yol gösterdi, ben de onlardan kariyerimi, futbolumu daha da ilerletebilmek anlamında sürekli yeni şeyler öğrendim. Fakat yıllar ilerledi ve artık toy bir futbolcu ya da çocuk değilim; 30-31 yaşında bir futbolcuyum. Bu büyük tecrübeyi ve futbol sahası içinde sakin kalmayı, panik anında çözüm bulma gibi yetilerimi çalıştığım teknik adamlardan aldığım yardımlarla sağladım.
İçlerinde senin için çok daha özel olan bir isim var mı?
Saha içinde bana en çok katkıyı vermiş olanlar Prandelli ve Spalletti diyebilirim.
İtalyanların sorunu muhafazakârlık
İtalyan futbolu denince akla ilk olarak savunma gelir. Bu kökenden ve özellikle de Helenio Herrera ile uygulanan Katenaçyo'dan bu yana uzanan bir gelenek. Ancak son yıllarda, kulüpler düzeyinde İtalya, Avrupa'da çok zorlanıyor ve üst noktalara gidemiyor. 2006'da milli takım düzeyinde Dünya Kupası kazanılsa da Milan, Inter, Juventus gibi kulüplerin rakiplerinden çok kolay ve fazlaca gol yiyen Şampiyonlar Ligi performansları ortada. Eskisi gibi iyi savunmacılar çıkarmakta sorun mu yaşıyor İtalyan futbolu?
Açıkçası ben sorunun temelinde defans olduğunu düşünmüyorum. Biz İtalyanların en büyük sıkıntısı muhafazakârlık. Çünkü biz hâlâ kendimizi dünyanın en iyi futbolunu oynayan ülkesi, İtalyan kulüplerini de dünyanın en iyi kulüpleri olarak görüyoruz. Oysa İngiliz takımlarına bakıldığında her sene bir İngiliz takımı Şampiyonlar Ligi'nde final oynuyor. Ben bir İtalyan olarak artık olaylara biraz objektif ve dışarıdan bakmak gerektiğini düşünüyorum. İtalya'da çoğu kişi hâlâ bizden iyisi olmadığını düşünüp problemleri geçiştiriyor. Daha doğrusu gerçeği inkâr edip kendisine göre çarpıtarak sıkıntının temeline inemiyor. Kısacası ben oyuncu yetişmediğini düşünmüyorum. Çok çok yetenekli İtalyan savunmacılar yine yetişmekte, sorunumuz zihniyet ve bakış açısı.
Kanımca bunu İtalyanların son on yılda 21 yaş altında kazandıkları Avrupa şampiyonlukları ile destekleyebiliriz. Çok iyi oyuncular çıktı bu süreçte ki sen de bunlardan birisin. Altyapı olarak önce SPAL, sonra Inter çıkışlı bir oyuncusun. Sen nasıl yetiştirildin? Eskiden Baresi tarzı libero tipli oyuncular gibi mi, yoksa futbolun son dönemdeki değişimiyle çizgi defans tarzıyla mı eğitildin?
Ben küçük yaşlarda altyapılarda yetişirken bir ön libero gibi, yani tam ön libero gibi olmasa da biraz defansın ön tarafında oynayan bir futbolcuydum. Eski libero tarzına daha yakındım. 90'ların sonunda Inter'e gittiğim zaman ise artık çizgi defansla oynamaya başladım ve kendimi ona göre geliştirmeye başladım. Çünkü 90'ların sonunda artık libero kavramı ortadan büyük ölçüde kalkmıştı. Ben de kendimi yeni sisteme adapte ettim ve bu şekilde geliştirdim.
İngiltere'de de bir sezon oynadın. Orada daha farklı bir mental yapı olduğunu biliyoruz. İngiltere, İtalya ve Türkiye'yi savunma anlayışları bakımından nasıl değerlendirirsin?
Öncelikle dediğiniz gibi İngiltere ve İtalya'daki futbol sistemlerinin birbirinden çok farklı olduğunu belirtmek lâzım. İtalya'da savunma oyuncuları bir hafta boyunca idmanlarda sadece savunma çalışır. Isınma hareketlerinden hemen sonra bir antrenör sizleri alarak takımdan ayrı savunma kurgusu üzerine yoğunlaşmanızı sağlar. İtalya'da defansın kurgulanması her zaman ön plandadır. Temel prensip defans oyuncusunun savunma yapması gerekliliğidir. Başka bir şey düşünmesi çok arzu edilmez. İngiltere'de ise durum biraz farklı. Orada tüm takım aynı idmanı yapar, defans için özel bir program düşünülmez. İngiltere'de çok daha hızlı bir futbol oynanır ancak defansif anlamda taktiksel ayrıntıların İtalya'daki kadar üzerinde durulmaz. Bence bu açıdan biraz da Türkiye'ye benziyor. Çünkü Türkiye'de de defansif taktik üzerinde benim takımım dışında çok durulduğunu gözlemlemiyorum.
Bu bağlamda kendini en başarılı gördüğün lig hangisi?
Net bir şekilde İtalya diyebilirim. Zaten sadece sekiz aydır Türkiye'deyim ve İngiltere'de de sadece bir sezon oynadım ki bunun da büyük bölümünde sakatlıklarla boğuştum. İtalya'da çok uzun bir süre oynadığım için tabii ki cevabım İtalya. Parma'da geçirdiğim ilk sezon ve Roma'da geçirdiğim iki sezon en iyi sezonlarımdı diye düşünüyorum. Roma'dayken kupayı da kaldırmıştık.
Defansta diğer birçok mevkie oranla iletişim çok daha önemli. Aynı dili konuşabilmek veya ortak bir dil yaratabilmek... Everton'a gittiğinde dil sorunu yaşadığın şeklinde haberler çıkmıştı. Türkiye'ye geldiğinde de benzer sıkıntılar yaşandı mı?
Burada öyle bir sıkıntı yaşamadım, çünkü takımla uzun bir sezon öncesi hazırlık dönemi geçirme şansı yakaladım. İngiltere'de ise neredeyse transferimden bir kaç gün sonra maça çıkmak zorunda kalmıştım ve evet bahsettiğiniz sıkıntılarla karşı karşıya kaldım. İngilizcem de o zamanlar şu anki kadar iletişime izin vermiyordu ne yazık ki. Burada da İngilizcesi iyi olmayan ya da bilmeyen oyuncular var elbette, ancak futbolun ortak bir dili olduğu da yadsınamaz. Bazen bir bakış, bazen bir göz teması bile savunmada nasıl hareket edeceğinizi size anlatır. Bizim takımda da bu geçerli.
Yine de savunmada yanında daha çok yer alan Sivok'un daha önce İtalya Ligi'nde oynaması, seninle aynı dili konuşabilmesi bir avantaj sağlıyordur.
Tabii ki onunla çok iyi bir ikili oluşturduğumuzu düşünüyorum. Onun İtalya'da oynamış ve bu futbolu tanımış olması önemli. Saha içinde birbirimizle İtalyanca konuşmamız ve birbirimizi iyi anlamamız da önemli ki, ligin en başarılı savunmasını ortaya çıkardık sonuç itibarıyla.
Beşiktaş taraftarı için çok özel bir oyuncusun. Son on yıllık döneme bakarsak bir Pascal Nouma, bir İlhan Mansız gib i bu taraftarın sembol isim haline getirdiği oyunculardan biri konumuna geldin. Beşiktaş taraftarı takımın kötü gittiği ve on iki puan geriye düştüğü dönemde bile seninle büyük bir sevgi bağı kurdu. Bu süreç senin için nasıl gelişti ve daha önce oynadığın kulüplerden birinde böyle bir bağ kurmuş muydun?
Ne Inter'de ne Roma'da ne de başka kulüplerde oynarken böyle bir ortam yaşamadım. Belki örnek vermem gerekirse geçtiğimiz sezon Genoa'da taraftarla bir hayli uyum içindeydik, ancak asla buradaki gibi değildi. Burada artık nasıl diyeyim, bir kan uyuşmasıydı belki de, daha ikinci ya da üçüncü maçımda taraftarlar coşkuyla adımı bağırmaya başladı. Bu beni çok mutlu etti, aynı zamanda çok da gururlandırdı. Takımda size böyle bir oyuncu gözüyle bakılıyorsa, omuzlarınıza daha da büyük bir sorumluluk yükleniyor doğal olarak. Ama bu durum benim için negatif bir unsur değil. Çünkü ben her zaman sahada en iyisini yapmaya çalışırım. Yaptığımı da düşünüyorum. Benim için Beşiktaş taraftarı çok özel, onlara ve bu sevgiye lâyık olmaya çalışıyorum.
CSKA Moskova maçında ve Ali Sami Yen'deki 3-0'lık Galatasaray maçından sonra rakip takımı tebrik ettiğini, alkışladığını gördük. Hatta CSKA maçından sonra tek başına orta alanda durup CSKA'lı futbolcuları alkışladın. Bunun hakkında ne söylemek istersin?
Bunun saygıyla alâkalı bir durum olduğunu düşünüyorum. CSKA eşleşmelerine bakıldığında bizi iki maçta da yendiler ve çok az şans verildikleri bir gruptan yollarına devam edebildiler. Ben de bu başarılarından dolayı onları alkışladım. Galatasaray maçı da bunun bir benzeri. Bizi 3-0 yenmişlerdi ve çok iyi bir futbol ortaya koymuşlardı. Fakat bu "Siz bizden iyisiniz" anlamına gelmez, "Siz bizden bugün daha iyiydiniz ve hak ettiniz" anlamına gelir. Kesinlikle saygıyla alâkalı bir durum.
Ferrari'li Beşiktaş ve Ferrari'siz Beşiktaş kavramlarını yaratan bir performans ortaya koyuyorsun. Çünkü Ferrari'nin oynadığı maçlarda takım 0.8 civarı gol yerken, Ferrari'siz savunmanın 1.5 gole yakın bir ortalamayla oynadığını görüyoruz. Savunma takım olarak yapılır, gol de takım olarak atılır gibi bir görüşe sahip olduğunu da biliyoruz ama senin de mutlaka ortaya koyduğun bir etki var gibi. Bunu nasıl değerlendirirsin?
Evet, bu tip istatistikler olduğunu biliyorum. Diyalog ve iletişim ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Defanstaki bütün arkadaşlarımla büyük uyum içindeyim. Onlara elimden geldiğince maç içerisinde moral vermeye, özgüven kazandırmaya çalışırım. Maça adapte olmalarını sağlamak için uğraşırım. "Ben senin için de savaşıyorum, arkanı kolluyorum" duygusunu onlara vermeye çalışıyorum. Ben sahadayken onların daha rahat olduğunu görüyorum. Şunu da eklemek isterim; Genoa'ya gelmeden önce Genoa'nın ligin en kötü defans hatlarından birine sahip olduğu söyleniyordu. Akabinde geçen sezon ben oynarken takımın sınıf atladığı ve ligin en kaliteli savunmalarından biri haline geldiği vurgulandı. Ben ayrıldıktan sonra şimdi Genoa savunması yine ligin en kötü defans hatlarından biri. Bu tam olarak neden bilmiyorum ama bir etkim olduğu aşikâr. Aynı zamanda ben maça fazlasıyla konsantre olduğum için yanımda oynayan oyuncuları da maça fazlasıyla entegre edip, onların da daha az hata yapmalarını sağlıyorum sanırım.
İtalyan savunma oyuncularının çok sert bir yapısı var, genelde haşin savunma yaptıklarını söyleyebiliriz. Örneğin Materazzi... Sen daha farklısın ve sertlikten ya da faullerden ziyade sezgilerinle ön plandasın. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?
Öncelikle Materazzi'nin çok farklı bir oyuncu olduğunu söyleyeyim. Tamamıyla fizik gücünü kullanan, sert ve başka tarza sahip bir oyuncu. Bense oyunu iyi okur, top daha gelmeden pozisyonu süzer ve ne şekilde gelişeceğini, topun nereye gideceğini sezip ona göre hareket etmeye çalışırım. Pozisyonu kafamda kurgular ve direkt topa giderim. Ancak bazıları direkt olarak pozisyona girer, artık top mu gelir, adam mı gelir belli değildir. Orada da dengesiz sertlikler olur.
Savunma oyuncularının ilerleyen yaşlarla birlikte çok büyük tecrübe kazandığı ve performanslarının en iyi dönemlerini otuzlu yaşlara doğru vermeye başladığı bilinir. Sen de bu dönemdesin. Önümüzde bir Dünya Kupası var ve İtalya Milli Takımı'nda yıllardır savunma göbeğini parselleyen iki büyük yıldız Nesta ve Cannavaro artık yok. Takım bir değişim sürecinde. Sen kendini bu değişimin ve İtalya Milli Takımı'nın neresinde görüyorsun?
Şu anki milli takım hocası ile bir şansım olduğunu düşünmüyorum. Tek cümle ile ifade edebilirim. Onunla hiçbir şansım yok.
İtalya'ya dönmeyi düşünmüyorum
Pekâlâ, kariyerinin devamında tekrar İtalya'ya dönüp Milan, Juventus gibi en üst seviyedeki takımlarda forma giyme planın var mı?
Açıkçası ben İtalya'daki düşünce yapısını çok sevmiyorum. O yüzden de dönmeyi düşünmüyorum. İtalya Milli Takımı'na kendi takımında 6 ay veya 1 sene forma giymemiş oyuncular çağırılabiliyorlar. Oyuncu uzun süre kendi takımında forma giymeyip sadece iki maçta oynatılıyor ve ardından İtalya Milli Takımı'nda 90 dakika görev yapıyor. Bence bu büyük bir adaletsizlik. Adalet çok önemli bir unsur futbolda. Bakın, İtalya'da en iyi takım hiçbir zaman en iyi oyunculardan kurulu olanı değildir. Siz ne kadar iyi oynarsanız oynayın, ne kadar büyük bir çıkış gösterirseniz gösterin, eğer önünüzde hatırlı futbolcu varsa her zaman o sahada olacaktır. O futbolcu 6 aydır sakat bile olsa, siz o 6 ay boyunca en iyi performansınızı göstermiş bile olsanız formanın sahibi yine o olacaktır. Oysa ben rekabeti seven bir oyuncuyum. O hafta kim iyiyse onun oynaması taraftarıyım ve bir oyuncu başarılıysa, oturmuş düzenin değiştirilmesini anlayamıyorum. Örnek vermek gerekirse; ben Roma'da oynarken bir dönem çok iyi bir çıkış yakalayıp takımın devamlı oynayan oyuncularından biri haline gelmiştim. O dönemki teknik direktörümüz Luciano Spalletti bir gün medyaya "Ferrari benim için çok önemli bir futbolcu, onun antrenman disiplinine hayranım. Çok iyi oynuyor ve benim için değişilmez bir savunmacı" demişti. Ancak Şampiyonlar Ligi maçları başladığında yine diğer iki oyuncuyu tercih etti. Açıkçası basının mı, taraftarın mı baskısından çekindi bilemiyorum. Fakat o gün anladım ki, ben ne kadar iyi oynarsam oynayayım ne yaparsam yapayım önümdeki iki oyuncu döndüklerinde formayı benden alacaklardı. (Chivu ve Mexes)
Buna "Hak edenin değil de daha pahalı ve ünlü olanın tercih edilmesi" diyebilir miyiz?
Roma'daki üçüncü sezonumda çok başarılı bir performans sergiliyordum. O dönem takımda bulunan Christian Chivu'dan da Philippe Mexes'ten de daha başarılıydım. O dönemler herkes "Artık Matteo Ferrari Roma'nın as futbolcusudur" demişti. Çünkü bunu hak ediyordum. Ancak onlar Chivu ve Mexes'ti. Roma'daki son sezonumda bana 4 senelik kontrat teklif ettiler ancak reddettim. Çünkü Roma taraftarlarının bazı seçilmiş futbolcuları vardı. Lâkin ben seçilmişlerden biri değildim. Dolayısıyla o oyuncuların oynamaları yönünde baskı oluşturuyorlardı. İstatistiklere bakıldığında hem Chivu'dan hem de Mexes'ten daha başarılı olmama rağmen bu oyuncuların arkasında kaldım. Ayrıca İtalya'da bir yabancı hayranlığı da var. Inter'e bakın, neredeyse bir tane bile İtalyan futbolcu göremezsiniz.
İtalyan futbolcular genellikle İtalya dışında futbol oynamayı tercih etmiyor. Yurtdışında futbol oynamanın kendi milli takımlarına seçilmeleri konusunda dezavantaj yaratabileceğini düşündüklerini biliyoruz. Senin yurtdışına çıkman milli takım kariyerine olumsuz bir etki yapar mı?
Bunun doğru bir saptama olduğunu söylemem lâzım. Yurtdışında milli takımda forma giyebilecek on tane oyuncu varsa maalesef bir veya iki tanesi milli takıma çağırılıyor. Bunun nedeni biraz da "Biz en iyiyiz, öyleyse en iyisi bizim ligimizde oynayandır" mantığı. Ben zaten milli takım hayali kurarak Beşiktaş'a transfer olmadım. Çünkü geçtiğimiz yıl Genoa'da oynarken istatistiksel olarak İtalya'nın en iyi beş defans oyuncusundan biriydim. Bu şartlarda bile çağırılmıyorsam, bu teknik direktörle bir milli takım hayali kurmanın anlamsızlığını görüp Beşiktaş'a transfer oldum.
"İyi değil" diye nitelendirdiğin Genoa defansındaki Domenico Criscito milli takıma seçilirken senin tercih edilmediğini de biliyoruz.
Evet. İşte İtalya böyle bir yer. Kariyerimde bu hep böyle oldu. Genoa'da 20 maç beraber oynadığım Salvatore Bocchetti A milli takıma seçildiğinde bana geldi ve "Teşekkür ederim, senin sayende seçildim" dedi. Ben Genoa'dan ayrılıp Beşiktaş'a geldim ve artık Bocchetti milli takımda değil.
Bunun bir başka örneğinin de Tomas Sivok olduğunu söyleyebiliriz. Senden önce sadece aday kadroda yer bulan savunmadaki ortağın, şimdi Çek Milli Takım savunmasının temel direği olmuş durumda.
Sivok için çok mutlu olduğumu söylemem lâzım. O bunu benimle oynamasa da hak eden bir futbolcu. Ancak benimle birlikte oynayan bütün oyuncular kendi performanslarının en üst seviyesine çıktı. En iyi milli takımlarda yer alıyorlar. Mexes'in Fransa Milli Takımı'nda esamisi okunmuyordu. Benimle birlikte oynama başladı, ardından milli takıma çağırıldı. Ben takımdan ayrıldım, Mexes yine milli takım kadrosundan uzak kalmaya başladı.
Bir kafa topu mücadelesinde takım arkadaşın Michael Fink'le şanssız bir şekilde çarpışarak uzun bir süre forma giyemedin. Takımdan ayrı kaldığın o günleri nasıl değerlendiriyorsun?
Takımdan ayrı kaldığım o süreçte çok kötü günler geçirdim. Çünkü benim gibi adale gücüyle oynayan sporcular için geri dönüşler her zaman zordur. Formda kalmak için antrenman yapmak, maç oynamak zorundasınız. Ben iki ay boyunca maça çıkamadım. Takıma dönüşüm Galatasaray maçıyla oldu ama o maçta sahaya çıktığımda kendi kendime "Ben bu değilim" dedim. Çünkü o kadar ara verince döner dönmez kendinizi bulamıyorsunuz. Kayseri maçıyla bir toparlanma dönemine girdim ve her geçen gün eski formumu yakaladığımı söyleyebilirim.
Son döneme baktığımızda Avrupa'nın beş büyük liginden Türkiye ve Yunanistan'a kariyerli futbolcuların transferinde bir artış olduğunu görüyoruz. Maddi gerekçeleri bir kenara bırakırsak, senin Türkiye'yi tercih etmendeki faktörler nelerdi?
Dürüstçe ifade etmek gerekirse 30 yaşına gelmiş bir futbolcu için Beşiktaş'ın yapmış olduğu teklif reddedilemezdi. Zaten geçtiğimiz sezon Genoa'da oynarken kafamda değişiklik planları kurguluyordum. Kariyerimin bu döneminde yeni bir heyecan, yeni bir ülke benim için çok cazipti. Genoa'da hem takım olarak hem de bireysel olarak çok başarılı bir sezon yaşadım. Ancak ne kadar da başarılı olsanız, oynadığınız takım Genoa. Ulaşabileceğiniz nokta aşağı yukarı belli. Bu şartlardaki bir futbolcunun önünde iki seçenek belirir. Ya Real Madrid gibi çok büyük bir takıma gitme imkânınız oluşur ya da farklı bir arayışa girip kendinizi yeni sulara yelken açarken bulursunuz. Siz de takdir edersiniz ki Genoa'da oynadıktan sonra Real Madrid'e transfer olmanız çok rastlanan bir olay değil. Diğer taraftan Beşiktaş'ın kendi liginin son şampiyonu ve devamlı şampiyonluk için mücadele veren bir takım olması, Şampiyonlar Ligi'nde boy gösterecek olması benim için çok önemli detaylardı. İtalya'da Genoa'yla ne kadar başarılı olursanız olun, maalesef şampiyon olamıyorsunuz. Beşiktaş'ta ise durum farklı. Hem Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etme şansınız var hem de ligin önemli şampiyonluk adaylarından birisiniz. İtalya'daki misyonumu doldurduğumu düşündüğüm için farklı ülke, farklı kültür ve farklı insanların cazibesi ağır bastı diyebilirim.
Kültür demişken, Türkiye'de kültürel olarak nelerden etkilendin? Harry Kewell'ın sıkı bir baklava fanatiği olduğunu öğrenmiştik mesela.
Evet, Kewell gibi benim de etkilendiğim yemekler oluyor mutlaka. Ancak etkilendiğim şeylerin başında İstanbul şehri geliyor. Bana göre İstanbul'un Milano, Paris, New York, Londra gibi şehirlerden hiç bir eksiği yok. Hatta tam tersine içerisinde hepsinden biraz barındıran bir sentez gibi adeta. İstanbul öyle bir şehir ki, isterseniz tarihi ve doğal güzelliklerini bir turist gibi gezebilir, keyfini çıkarırsınız, isterseniz de şık bir restoranda arkadaşlarınızla güzel bir yemek yiyebilirsiniz. Astoria, Kanyon ve İstinye Park gibi yerlere gidip nefes alıp biraz eğlenebilirsiniz. İstanbul'un bu bağlamda benim için çok çekici bir şehir olduğunu söyleyebilirim. Burada yaşamak benim için kültürel anlamda müthiş bir beslenme kaynağı.
Seni son dönemde Efes Pilsen'in maçlarında görüyoruz. Bildiğimiz kadarıyla Kaya Peker'le de arkadaşlığınız var. Bir İtalyan futbolcuyla bir Türk basketbolcunun bu arkadaşlığı insanlara enteresan geliyor. Basketbol sevgisi nereden kaynaklanıyor, Kaya Peker'le nasıl tanıştınız?
Basketbolu çok seviyorum. Fırsat bulduğumda NBA maçlarını da takip ediyorum. Şüphesiz Euroleague de çok önemli bir basketbol organizasyonu. Bulunduğum şehirde oynanmakta olan bir Euroleague maçı ve benim bu maça gitme şansım varsa bu şansı değerlendiririm. Kaya Peker'le tanışmam ise biraz tesadüf eseri oldu. Bir gün arkadaşlarımla bir restoranda yemek yerken Kaya da orada bulunuyordu. Konuşma fırsatımız oldu ve akabinde arkadaşlığımız gelişti. Bugüne kadar Kaya'nın davetlisi olarak üç Efes Pilsen maçına gittim. Hepsinden de büyük keyif aldığımı söyleyebilirim.
Efes Pilsen-Montepaschi Siena maçında İtalyan temsilcisi faul atarken ıslıklayan taraftarlara katıldığınız söyleniyor… (Gülüyor) Hay
Futbola Ferrara kentinde SPAL altyapısında başladığını biliyoruz. Daha sonra Inter, Lecce, Bari, Parma, Roma, Everton ve Genoa gibi takımlarda oynadın. Sempati duyduğun veya taraftarı olduğun bir takım var mı?
Babam Inter taraftarı olduğu için çok küçükken Inter taraftarıydım. Ancak profesyonel olarak futbol oynamaya başladıktan sonra hayatımda taraftarlık diye bir kavram kalmadı. Artık hangi takımda oynuyorsam o takımın taraftarıyım. Doğduğum yer olan Ferrara ise Bologna yakınlarında bir kent ve onlarla yaşanan rekabetten dolayı oradan çıkan kimse Bologna kulübünü sevmez. Ancak ben onu dahi aştım diyebilirim.
İtalyan futbolunun son beş senesine baktığımızda ciddi bir değişim görüyoruz. Lig dengesinin değişmesi, şike skandalı ve takip eden süreçte gelen bir Dünya Kupası… İtalyan futbolunun bu son 5-6 senelik sürecini nasıl değerlendiriyorsun?
En büyük değişimin maddi konularda olduğunu söyleyebilirim. Çünkü Inter İtalya'da en fazla paraya sahip olup bunu da fazlasıyla harcayan bir takım. Massimo Moratti sağ olsun. Milan ve Juventus'un düşüş ve sorunlar yaşadığı bu dönemde Inter maddi gücünü kullanarak gücüne güç kattı. Zaten bu son 5 senenin Inter dominasyonunda geçtiğini görüyoruz. Bunun teknik direktör veya farklı bir organizasyon sonucu gerçekleştiğini de düşünmüyorum. Bunun tek gerekçesi kulüpler arasındaki maddi uçurum. Örneğin ben Roma'da oynarken takım halinde inanılmaz bir performans sergilemiştik. Ancak o harika performans bizi ancak lig ikincisi yapmaya yetti. Çünkü onlar bizden hep bir adım öndeydi. Kadrolarından, şampiyon olabilecek üç takım oluşturabiliyordunuz. Bunlar Serie A'da çok önemli avantajlar.
İtalya Federasyonu ve kamusal kurumlar ülke futbolunun durumunu, statların mevcut halini, aksaklıkları düzeltmek için Euro 2016'yı düzenlemeye aday oldu. Bir diğer aday da bildiğin gibi Türkiye. Türkiye'de oynayan bir İtalyan futbolcu olarak bu adaylıkları nasıl değerlendiriyorsun?
Her iki ülke halkı da futbolu çok seven halklar. İtalya da kazansa, Türkiye de kazansa çok mutlu olacağımı söyleyebilirim. Adaylık sürecinin iki ülkenin de futbol ortamına katkıda bulunacağını düşünüyorum. Özellikle Türkiye'nin futbol alanındaki gelişimini göz önüne alırsak, bu denli büyük bir organizasyonun bu gelişim sürecine katkıda bulunacağı da açık. Ancak İtalya'nın da Türkiye'nin de işinin kolay olmadığını söyleyebilirim. Böyle bir organizasyona ev sahipliği yapmak, en başta stadyumların tekrar gözden geçirilmesine ve yeni stadyumlar inşa edilmesine yol açacaktır. Türkiye için bunun gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye'deki stadyumlar oldukça eski ve elden geçmesi şart.
Türkiye'de genel olarak futbol organizasyonunu nasıl yorumluyorsun?
Genel anlamda iyi bir futbol organizasyonu olduğunu söyleyebilirim. Stadyumlara giden taraftarların içinde bulundukları organizasyondan çok büyük keyif aldıklarına inanıyorum. Ancak her ülkede ve her organizasyonda bir takım sıkıntılar olabiliyor. Geçtiğimiz haftalarda Diyarbakır'da yaşanan olayları izledim. Kesinlikle çok üzüldüm. Ancak bu olaylar ne ilk defa oluyor ne de son defa. Ne yazık ki dünyanın her yerinde meydana gelebilen olaylar. Şüphesiz, bazı şeylerin değiştirilmesi için birilerinin ölümünün ya da yaralanmasının beklenmemesi gerekiyor. Bu düşünce tarzının artık dünya futbolundan uzaklaştırılması lâzım.
Özellikle yoğun olarak İtalya, İspanya ve İngiltere'de son dönemde ırkçılığın kanayan yaralardan biri olduğunu biliyoruz. İspanya'da Eto'o, İtalya'da Mario Balotelli gibi siyahî futbolcuların bazı şikâyetleri oldu. İtalya'da Verona'nın kent olarak bu konuda sabıka dosyasının kabarık olduğunu biliyoruz. Lazio taraftarının kendi siyahî futbolcularıyla yaşadığı problemler de ortada… Türkiye'de ırkçılıkla ilgili bir sıkıntı yaşadın mı?
Türkiye'de kesinlikle böyle bir sıkıntı yaşamadığımı söyleyebilirim. Burada olduğum için çok şanslıyım. İtalya'da ise durum biraz farklıdır. Özellikle Verona tespitiniz çok doğru. Yıllar önce Inter formasıyla Verona taraftarının karşısına çıktığımda bir takım ırkçı tezahüratlara maruz kalmıştım. Ancak ne gariptir ki, iki hafta önce aynı stadyuma İtalya Milli Takımı formasıyla çıktığımda aynı insanlar beni alkışlıyorlardı. O zaman anladım ki bana yaptıkları o ırkçı tezahüratların sebebi, üzerimdeki Inter formasıydı. İtalya'daki her ne kadar bazı sosyal temellere dayansa da takım fanatikliği de işin içerisine giriyor. Bazı olayları takım fanatikliğiyle ilişkilendirebiliriz diye düşünüyorum. Ancak yine de çok can sıkıcı ve sizi futboldan soğutan olaylar. Siyahî olduğum için İtalya'da zaman zaman bu konuda sıkıntı çektiğim de bir gerçek. Ancak diğer birçok ülkeye göre İtalya'dakinin temelleri çok derinde değil.
Yazın oynanacak Dünya Kupası'nda İtalya'nın şansını nasıl görüyorsun bir turnuva takımı olarak? Sence kupanın favorisi kim?
İtalya İtalya'dır. Her zaman şampiyona takımı olmuşlardır ve eminim yine iyi şeyler yapacaklar. Ancak "Favorin İtalya mı?" sorusuna olumlu cevap vermem de mümkün değil. Dünya Kupası'nda iki takımı diğerlerinden ayırıyorum; biri Brezilya, diğeri de İspanya. Fabio Capello'nun yönetimindeki İngiltere ve Maradona'nın yönetimindeki Messi'li Arjantin gibi takımlar da bu yarışın içerisinde olacaklardır ama söylemiş olduğum bu iki takım bence kupanın favorileri.
Hem felsefe hem de olay itibariyle Zidane mı Materazzi mi?
Yorum yok (Gülüyor). Bir şey söylememe gerek yok kanımca.