Güncelleme Tarihi:
Edip Akbayram'ın şarkısı dinleyicilerin tepkisini çekince hemen Sezen Aksu girer sahneye...
Yanık sesiyle, yıllara meydan okur, Edip Akbayram. Gariplerin, ince ince yağan karın altında kalan fakirlerin, gamlı yaslı gönüllerin, eşkiyaya karşı olanların türkülerini söyler. Peki ya onun hayatındaki acı türküleri bilir misiniz! Her şeye rağmen, hayata dört elle sarılışının örnek alınası coşkusunu.
AH ÇOCUK FELCİ
Önce, Gaziantep'e dönelim. 29 Aralık 1950'de dünyaya gelen Edip Akbayram'ın çocukluğuna.
'Çocukluğumla ilgili yılları ne zaman hatırlasam, hep yüreğim sızlar. Gaziantep'te soyadım gibi ama pek ak olmayan bir bayram arifesinde dünyaya gelmişim. Henüz 9 aylıkken de çocuk felcine yakalanmışım. Bu zalim hastalık yemiş bitirmiş beni.
Çocukken akranlarım top peşinde koştururken, ben kenarda oturur izlerdim onları. Heves ederdim onlar gibi koşmaya, oynamaya. Rüyalarımda koşardım hep.'
Öylesine bir hüzündür ki bu, anlatılır gibi değildir. Ancak yaşanması gerekir.
'Bazen düşünüyorum da, sesimin yanıklığı o yıllardan gelmiş olmalı. Bağrı yanık büyümem ondan olmalı.'
DİŞ HEKİMLİĞİNİ KAZANDI
Önce liseyi bitirir, Edip Akbayram. Sonra yıllar yılı yüreğiyle istediği mesleği, doktorluğu seçer.
'Özürlü olduğum için hep doktor olmak istedim küçükten beri. Anam da öyle derdi 'Doktor ol oğlum'.Öyle ya, doktor olup ayağımı tedavi edecektim. Sonra diş hekimliği fakültesini kazandım. Ne var ki, müzik ağır bastı sonra. Zaten diş hekimi olsaydım, babamın bana muayenehane açacak parası yoktu ki!'
Ardından yokluk yılları geçer gözlerinin önünden, hüzünlü bir sinema filmi gibi.
'Babam oto boya ustasıydı. Yoksulduk. Bayramlarda çok eziklikler yaşadım. Her bayram değil, üç bayramda bir ayakkabı alınırdı. Yokluk işte.'
Ama müzik konusu açılınca gözbebekleri parıldar Edip Akbayram'ın. Lise yılları gelir aklına sonra.
'Lise yıllarımda sesimi herkes beğenirdi. Müzik öğretmenimiz İstiklal Marşı'nı okutma görevini bana vermişti. Ne gururlanır, ne mutlu olurdum anlatamam.'
Gaziantep'ten sonra Adana ikinci adresi olur, Edip Akbayram'ın. Kurduğu orkestrayla ilk sahnesine çıktığı kenttir orası. Ve anıları da çoktur Güney'in bu sımsıcak kentiyle ilgili.
'Adana'da Selahattin Bey'in Beyaz Saray adlı bir gazinosu vardı. Güney'in en iddialı gazinosuydu. Orada dans müziği yapardık. Gece program sonrasında çorba içerdik. Ama enteresan bir ekiptik biz.
Mesela, komi Hasan Bora'ydı ve çorbalarımızı o getirirdi. Program sunucusu Mesut Mertcan'dı. Çorbaları içerken herkes hayallerini yaşatırdı coşkuyla. Ben bir gün çok iyi bir şarkıcı olacağımı söylerdim. Mesut, bu ülkenin en iyi spikerleri arasına nasıl gireceğini anlatırdı. Hasan Bora da eğlence dünyasının kralı olacağını iddia ederdi.
Şimdi düşünüyorum da, demek ki üçümüz de inanmıştık ve yüreğimizi ortaya koyduğumuz için de hedeflerimize ulaşmıştık.'
PARASIZ VE YASAKLI YILLAR
Zirveye çıksa da müziği paraya tercih ettiği için çocukluk yıllarındaki yoksullukların benzerlerini yetişkin, dahası evli dönemlerinde de yaşar, Akbayram.
'Bu ülkede arabeskin altın çağını yaşadığı yıllarda asla müzikteki çizgimden ödün vermedim. Zaten 12 Eylül sonrası beni kimse çalıştırmadı. 1980'den 1984 yılına kadar, koskoca bir dört yıl. Zor yıllardı o yıllar. Kimse bana iş vermedi. Karımın bileziklerini ve alyanslarımızı sattık. 12 Eylül sonrası beni canavar gibi görmeye başladılar.
Oysa sonraki yıllarda Ebru Gündeş 'Aldırma Gönül'ü; Nükhet Duru, Nazım Hikmet'i; Soner Arıca da Mahsuni Şerif'in şarkılarını okudu. Onlara bir şey olmadı. Ama TRT yıllar yılı beni yasakladı. Oysa şimdi aynı TRT'de, yasaklanan türkülerimi okuyabiliyorum. Ah o yasaklar. Yalnız sanatçılara değil, bu ülkeye de çok zarar verdi.'
FUARDAKİ SALDIRI
Derken, anılar üşüşür aklına, Edip Akbayram'ın. Önce 1978'in İzmir Fuarı'nı düşünür.
'Ekiciöver'de çıkıyordum sahneye. Kadromuzda Aşık Mahsuni de vardı. O dönem sağ sol çatışmalarının yaşandığı, kan döküldüğü bir dönem. Bazı kesimler de, bizim komünizm propagandası yaptığımızı iddia ediyordu. Oysa ben hep barıştan ve sevgiden yana oldum. Derken, fuarın son günü bize bir ihbar geldi. 'Aman bu akşam sahnede konuştuğunuza dikkat edin, en ufak bir laf ederseniz tutuklanabilirsiniz. İzleneceksiniz, ona göre' dediler.
Ben de Mahsuni babaya anlattım durumu. Ben çıktım, programımı yaptım ve sahneden indim. Benden sonra Mahsuni Şerif çıktı 'Dumanlı Dumanlı Oy Bizim Eller'i okudu ve ağzından şu kelimeler döküldü:
'Çok yakında gidecek bu it oğlu itler!'
Kıyamet koptu tabii. Bizi gazinonun arka kapısından kaçırdılar. Bir baktım ki, Bornova dağlarından kaçıyoruz. Mahsuni Şerif, düşüncelerini, sonunda ölüm olsa bile söyleyen, yürekli bir ozandır.'
AZ DAHA YAKACAKLARDI
Yaşadığı bir ölüm tehlikesini hatırlar, Edip Akbayram. Hem de Sezen Aksu'yla birlikte.
'Yıl; 1979'du. Dönemin Başbakan Yardımcısı da Bülent Ecevit'ti. Sezen Aksu, ben, Tülay, Hale Hanzade, bir Anadolu turnesindeyiz. Antakya'nın Reyhanlı'sıydayız. Osman Diper, öylesine ilginç bir konser mekanı düzenlemiş ki, müthiş. Konser vereceğimiz salon, Ülkü Ocakları'nın altında.
Hayırlısı dedik. İçersi ağzına kadar doldu. Ama hepimiz de tedirginiz... Farklı bir seyirci topluluğu gibi geldi bize. Sahneye çıkan 'Yaylalar'ı okuyor. Ben 'Kıymayın Efendiler' adlı şarkımla sahneye çıktım ki, ortalık karıştı. 'Edip'i bize verin' diye bağırıyorlar. Sahneye hücum başladı ve ben bir anda Osman Diqer'i gördüm. İri yarı bir adamdır o. Beni ensemden tuttuğu gibi kulise uçurdu. Orada bıraksa, linç edileceğim.
Benim yerime hemen Sezen Aksu fırladı sahneye. Sezen, Orhan Gencebay'ın şarkısını okumaya başladı; 'Sevenlerin Sağı Solu Belli Olmaz'. Tabii millet oturmuyor ki yerine. Sonunda Sezen Aksu da kaçtı içeriye. Ve hepimiz içerde mahsur kaldık. Bu arada dışardaki azgın kalabalık içeri girmek için ha bire kapılara yükleniyorlar. Bir ara ateşe vermeye karar vermişler. Tıpkı Sıvas'taki Madımak Oteli faciası gibi bir facia olacak. Ancak askeriyeye haber verilince, asker geldi ve bizi kurtardı.
Kısacası, Sezen Aksu'yla beni linç edip yakacaklardı. Ben bu olayı Bülent Ecevit'e yazdım. Ve daha sonra öğrendim ki, bizim can güvenliğimizi korumakla görevli olan memurlar görevden alınmışlar.'
Edip Akbayram, müzikte alnının ak olduğunu söylerken, mutluluğunun nedenini de fısıldıyor bize:
'Bugüne kadar kimsenin sırtına basmadım. Bu nedenle çok huzurluyum.'
Adana'da Selahattin Bey'in Beyaz Saray gazinosunda enteresan bir ekiptik. Komi Hasan Bora'ydı ve çorbalarımızı o getirirdi. Program sunucusu Mesut Mertcan'dı. Çorbaları içerken herkes hayallerini yaşatırdı coşkuyla. Ben bir gün çok iyi bir şarkıcı olacağımı söylerdim. Mesut, bu ülkenin en iyi spikerleri arasına nasıl gireceğini anlatırdı. Hasan Bora da eğlence dünyasının kralı olacağını iddia ederdi.