Güncelleme Tarihi:
NEYİ NEDEN YAPTIĞINI BİLMEYEN VE DURMADAN KENDİNİ ARAYAN AYŞE ARMAN
İnsanlar beni okusun, izlesin istiyorum. Kim bu gözlüklü manyak desin, merak etsin. Efsane ve esrarengiz olmak hoşuma gidiyor. Bir de insanları şaşırtmayı seviyorum. En sevdiğim, yeni tanıştığım bir erkeğin, ‘‘Sen o fotoğraftan daha güzelmişsin. Değiştir o fotoğrafı’’ demesi. Ölsem yapmam! Hele, ortalıktaki her kadın kendisinin yirmi yıl öncesinin güzel, genç ve heyecan verici fotoğraflarını kullanırken. Varsın benimki yaşlı, şişman ve Kızılmaske'nin kadın versiyonu gibi dursun. Gerçeğini görenler, yaşayanlar görsün, görmeyenler, sadece okusun. Bir de tabii hayal etsin...
Neyi, neden yaptığını bilmeyen ve durmadan kendini arayan AYŞE ARMAN
PLANSIZ HESAPSIZ
Günün birinde yaşadığım şeylerin altından kalkamamam da mümkün! O zaman ne yapacağımı bilmiyorum. Ama ben yine de plansız, hesapsız yaşıyorum. Sonunda ne mi olacak? Ben nereden bileyim? Bir gün birtakım şeylerin altından kalkamazsam, onları da itiraf ederim, onları da yazarım. Buna cesaretim var.
Ayşe Arman ile röportaj yapma fikri yalnızca bana değil bizim servisteki herkese tuhaf geliyor. Hayatındaki en önemli figürün annesi, yani mamisi olduğunu, kedisiyle sevgilisinin rekabetini, yatağın sol tarafında yattığını, bazen neden o tarafta yatamadığını... ve daha bunun gibi birçok şeyi biliyoruz. Üstelik gazetenin aynı servisinde çalışmasak da bunları bilecektik, çünkü o her şeyi, ama her şeyi ''Gözlük''te yazıyor.
Yazamadıklarının bir kısmını da aşağıda anlatıyor. İlgilenenlerin dikkatine...
Bir gecede mi köşe yazarı oldun?
- Hayır çok gece sürdü ve çok yorucu oldu! Yıllarca Nokta, Aktüel, Tempo gibi dergilerde süründüm. Hala da Hürriyet'te sürünüyorum. Türkçeyi öğrenmem de çok zaman aldı. ''Yalnız'' ile ''yanlış'' kelimelerini yazarken hala ''l'' ve ''n'' harflerinin yerini karıştırıyorum. Tashihçiler benden sıkılmıştır. Hala, ilkokul kompozisyonları gibi yazı yazıyorum. Yani işim zor...
Eskiden beri mi böyleydin?
- İşte hayatımın sorusu: Galiba, ben şimdi nasılsam, hep öyle oldum. Babama sormalı, lisede ''beş gün uzaklaştırma'' aldığımda, neden ''Bu yetmez! Ya siz benim kızımı okuldan atacaksınız, ya da ben onu okuldan alacağım!'' dediğini. Vazgeçtim, sormasan daha iyi olur! Şimdi babam çok iyi. Demek istediğim, çatlaklığım sonradan olma birşey değil, genetik...
Şaşırtmayı seviyorum
O gözlüklü fotoğrafından ne umuyorsun?
- Kesinlikle son derece bilinçli! İnsanlar beni okusun, izlesin istiyorum. Kim bu gözlüklü manyak desin, merak etsin. Efsane ve esrarengiz olmak hoşuma gidiyor. Bir de insanları şaşırtmayı seviyorum. En sevdiğim, yeni tanıştığım bir erkeğin, ''Sen o fotoğraftan daha güzelmişsin. Değiştir o fotoğrafı'' demesi. Ölsem yapmam! Hele, ortalıktaki her kadın kendisinin yirmi yıl öncesinin güzel, genç ve heyecan verici fotoğraflarını kullanırken. Varsın benimki yaşlı, şişman ve Kızılmaske'nin kadın versiyonu gibi dursun. Gerçeğini görenler, yaşayanlar görsün, görmeyenler, sadece okusun. Bir de tabii hayal etsin...
Başkalarının hayatına sızmaktan neden bu kadar hoşlanıyorsun?
- Psikolojik bir hastalık. Bu benim elimde değil. Herşeyi merak ediyorum. Mesela geçen gün Zegna'nın defilesinden sonra, 25 erkek manken, Kerim Kerimol, Jasmin Le Bon ve biz üç kadın gazeteci Paper Moon'a gittik. İnsan kendini iyi hissediyor biliyor musun, o kadar güzel insanın arasında! Ama ben kafayı bir şeye taktım. Jasmin Le Bon, Simon Le Bon gibi bir adamdan üç çocuk doğurmuş bir kadın. Ve görsen inanamazsın, inanılmaz bir vücudu var. Şimdi benim elimde değil onun nasıl böyle bedenini muhafaza edebildiğini düşünmemek. Merak ettim, acaba normal doğum mu, sezeryan mı yapmış? Hangisinde daha çabuk kilo veriliyor? Manyak mı hem manken, hem neden üç çocuk doğuruyor? Sormak için öldüm, dediler ki, ayıp olur sorma. Bir de tabii şunu merak ettim: Dünyanın en güzel kadınları arasında sayılıyor ama hiç memesi yok, tahta gibi, göğüssüz! Bundan komplekse kapılıp kapılmadığını da sormak isterdim. Yani gazeteci olsam da sormak isterdim, olmasam da. Hastalıksa hastalık, başkalarının hayatına sızmaksa sızmak. Ne yapayım, ben böyleyim.
Riyakâr değilim
Akıllı mısın, aptal mısın? Samimi misin, bütün bunlar numara mı? Sen kendini nasıl algılıyorsun?
- Hem akıllıyım, hem aptalım. Hem samimiyim, hem değilim. Devam edeyim mi? Hem sadığım, hem değilim. Sevgilimin de bunu öğrenmesi iyi olur! Hem açığım, hem inanılmaz kapalıyım. Hem modern çağdaş kadın filan gibi bir şeyim ama hem de inanılmaz taşralı, tutucu ve Adanalıyım. İnsanların kendilerini sadece bir uçta tanımlamaları bana tuhaf geliyor. Ben öyle değilim. Zaman zaman öyleyim, zaman zaman böyleyim. Ama en azından kendimi sadece bir uçta tanımlayacak kadar riyakar değilim...
Bugün geldiğin noktada Adana'da geçen yılların etkisi var, öyle mi?
- Olmaz olur mu?
O zaman da çatlaktın, bugün de. Babanın okuduğun liseye gelip, kızımı atın dediğini söylüyorsun ya...
- Evet bu bir anlayış farkı, yaşam anlayışı farkı...
Senin yaşam anlayışın ne ki? Böyle abuk sabuk şey olur mu? Hepimiz yaşıyoruz...
- Bal gibi olur! Ben küçükken, acaba hiç sevişmeden mi öleceğim diye korkuyordum. Bakire ölmemek için dua ediyordum. Kardeşimin neden dedemin ölüsü yıkanırken oraya girmesi gerektiğini sorguluyordum. Neden nüfus cüzdanlarımızda bize sorulmadan ''Müslüman'' yazıldığını. Neden gelecekteki sevdiğim adamın, kocamın, her ne ise, ölürse, o yıkanırken onun yanında olamayacağımı, o benim çok sevdiğim bedenine, benim yerime onun hayatında hiç görmediği adamların dokunacağını! Neden annem Katolik diye, aile mezarlığına gömülmemesi gerektiğini. Tuhaf gelebilir, ama böyle şeyleri o zaman da düşünüyordum, şimdi de. Herkesten farklı yaşadığımı söylemiyorum ama ben farklı şeyleri merak ediyorum, sorularımın cevaplarını bulmak istiyorum. Ve sorularım her geçen gün artıyor...
Farklı düşünüyorum
Sen mi icat ettin, okuduğun birilerinden arak filan mı bütün bunlar?
- Ne diyeyim ki şimdi, ben önce kendimi, sonra dünyayı araştırmak için bir yolculuğa çıktım ondan bütün bunlar, gibi sofistike bir şey mi? Çok fazla kitap okumuş olduğum da söylenemez bu arada. Gerçi ayıptır ya böyle söylemek, ''ben her fırsatta kitap okuyorum'' demek lazım. Bunları sonradan icat mı ettim? Hayır, ben zaten öyleydim. Enjekte edilmiş bir şeyler mi? Hayır, ekmek Kuran çarpsın öyle değil. Ben istediğim şeyleri yapmak, istediğim gibi yaşamak istiyorum o kadar. İstediğim şeyleri yapmam için bana yol gösterenler, destek olanlar oldu. Söz konusu yazı ise, bu gazetenin genel yayın yönetmenidir, kafama göre yazmama ses çıkarmayan, buna imkan veren. Yazma biçimiyse söz konusu olan, Muhittin Sirer'dir, ''Böyle kalsın, saçmalama, sakın değiştirme, sen böylesin, kendin gibi yazıyorsun, kim ne derse desin?'' diye bana cesaret veren. Neyyire Özkan'dır, tuvalette bile ben ona hararetle bir dizi projesinden söz ederken, ''Bence çok iyi fikir. Tamam ne zaman yazıyorsun, hangi güne koyalım'' diyen, haberin girmesi için didinen. Demek istiyorum ki, evet etrafımda bana destek olan bir dolu insan oldu, hala da var. Ama yine de kimse kimseyi, bir gazetede kara gözü, kara gözlüğü için barındırmaz değil mi? Bilmem, ben mi yanılıyorum...
Ne kadar da kendine güveniyorsun!
- Tam tersine. Güvensizlikten ölüyorum. ''Ben çok güvensiz bir insanım deli gibi tırnaklarımı da yiyorum, bu da oturmamış kişilik yapısının göstergesi, sonra elimi ayağımı koyacak yer bulamıyorum, kalabalıklara girmeye korkuyorum'' diyorum. ''Bunu söylemek de bir güven ister'' diyorlar, bana inanmıyorlar. Oysa, ben kendine inanılmaz az özgüveni olan bir insanım. Vallahi numara yapmıyorum, öyleyim. Sonra, kararsızım, hiçbir şeye karar veremiyorum. Yatağın üstünde altı tane elbise oluyor acaba ben şimdi hangisini giysem diyorum, yazdığım yazı için altı başlık seçiyorum, birilerine ''Söylesene sana hangisi iyi geliyor'' diyorum. Her zaman insanların bana söylediklerini yapmıyorum ama, yine de fikir almak, onay almak ihtiyacındayım.
Kendi istediğin gibi yaşamak diyorsun ama başkalarını da dinliyorsun!
- Dinliyorum ama neticede kendi istediğimi yapıyorum. Bilmem, elimde olmayan sebeplerden ötürü farklı düşünüyorum, farklı yaşıyorum. Günün birinde yaşadığım şeylerin altından kalkamamam da mümkün! O zaman ne yapacağımı bilmiyorum. Ama ben yine de plansız, hesapsız yaşıyorum. Sonunda ne mi olacak? Ben nereden bileyim? Sadece hislerime göre yaşıyorum. Ama en azından yaşadığımı biliyorum. Bir gün birtakım şeylerin altından kalkamazsam, onları da itiraf ederim, onları da yazarım. Buna cesaretim var. Ben en azından şuna seviniyorum: 27 yaşındayım ve şimdi bile kendime dair anlatabileceğim bir öyküm var...
Bu kadar açık yazmak demiyorum, yaşamak seni rahatsız etmiyor mu? Kendi özel yaşamını herkesin malzemesi yapmak seni üzmüyor mu?
- Başka türlüsünü bilmiyorum ki! Ablama,''Neden böyle şeyler yazıyor kardeşin dediklerinde, o başka türlü yazamıyor da ondan!'' de, diyorum. Doğrusu da bu. Annem, babam eş dost ve okurların daha fazla ilgisini çekmek adına başka türlü yazabilecek olsam, Allah belamı versin yazarım. Ama yapamıyorum. Elimden gelen bu. Sen buna şuursuzluk diyor olabilirsin. Ama ben de şuurla yaşanan bir şeyde zaten mutlu olunacabileceğine inanmıyorum. Ben yazarken eğleniyorum, bu gazetenin yedinci katında çalışmayı seviyorum.
Mesela yazılarında bazen ''Sersem miyim neyim?'' diyorsun. Böyle bir şeyi nasıl yapabiliyorsun?
- Çünkü ben de sık sık sersem olup olmadığımı merak ediyorum. Ve sersem olmadığımı iddia edemem!
Ne zaman numara yapıyorsun?
- İşin içinden çıkamadığım zaman, köşeye sıkıştırıldığımı düşündüğüm zaman. Ama şimdi değil merak etme...
Saçma belki ama...
Hayata dair üzerine gittiğin bir dolu kavram var. Seks, aşk, ilişki, yakınların... Ne yapmaya çalışıyorsun?
- Bilmem, korktuğum herşeyin üzerine gitmeye çalışıyorum. Onların üstüne çıkmaya uğraşıyorum. Saçma belki ama hazırlanmaya çalışıyorum. Mesela ölüm üzerine abuk sabuk fikirler üretiyorum, ölüm ben onu düşünmediğim zaman gelip beni alacak diyorum. Eğer çocuğunu kaybetmiş bir anneyle konuşuyorsam, boşuna değil, ben onunla konuşmayı seçtiğim için konuşuyorum. Belki henüz gerçek bir acı yaşamadığım için yaşamış birinden dinlemek istiyorum. Bu insana ne öğretebilir bilinmez, çünkü bazı şeyler ancak yaşanılarak öğrenilir, ama yine de, bir gün benim de başıma gelebilir. Seksten, ilişkiden, aşktan mı söz ediyoruz. Biz hepimiz bin türlü şey yaşıyoruz. Kendimize ne kadarını itiraf ediyoruz? Ben bunlara kafa yormak istiyorum. Aldatıyoruz, aldatılıyoruz. Ne aldatmaktır, ne değildir? Ne sevgidir, ne aşktır, ne tutkudur. Şimdi biz neleri hayatımızda kalın çizgilerle ayırabiliyoruz? Bu budur, bu değildir diyebiliyoruz. Başkalarını bilmem, ben diyemiyorum. Bunu da açık açık söylemekten rahatsızlık duymuyorum. Ben hayatta kimseyi aldatamam diyemem ki! Halt etmişim. Ben nereden bileyim, aldatabilirim de, aldatılabilirim de. Her an herşey olabilir. Annem de bundan hiç hoşlanmayabilir!
Savrulup duruyorum
Herşeyi anlatmanın, yazmanın dibinde yatan nedir?
- Taşıyamamak. Paylaşmak adı altında, anlatıp, yazıp kurtulmak. Sonra da gece yatakta rahat uyumak! Dürüstlük oyunu gibi bir şey. Gerçekten dürüst müyüm onu da bilmiyorum, sadece doğruları anlatıyorum, ama bunu dürüst olmak adına mı, üzerimdeki yükten kurtulmak adına mı yapıyorum bilinmez. Çok eğlenceli, biraz da tehlikeli...
Kendine bir dünya mı kurmaya çalışıyorsun, kurduğun aykırı dünyayı insanlara kabul ettirmeye mi çalışıyorsun?
- Oooo! Bu çok ağır oldu! Henüz kurabildiğim hiçbir şey yok. Savrulup duruyorum.
Peki kurmak istediğin dünyada en önemli şey ne?
- Erkekler... Erkeksiz bir dünya düşünemiyorum.
Erkekler neden önemli?
- Çünkü aşk denilen şeyin en önemli parçası. Yani benim için. Bu arada lezbiyen olmadığımı da açıklamış oldum. Gerçi Sevda Demirel'i seksi bulduğumu yazdığım için o bile cinsel tercihlerim konusunda şüphe uyandırmıştı!
Herşeyi abartıyorsun. Mesela gittiğin bir ülke, o güne kadar gördüğün en güzel ülke, yaşadığın bir şey en acayip şey, yaptığın haber senin için dünyanın en önemli haberi...
- Evet çünkü o anda öyle hissediyorum, ben herşeyi abartılı yaşıyorum. Heyecanlanmayı seviyorum. Heyecanlandığım bir şeyden insanların da heyecanlanmasını istiyorum. Toplantılarda haberlerimi öyle satıyorum. Yaşayarak anlatıyorum, öyle de yazmaya çalışıyorum. Belki bu zaman zaman objektif olmamı da engelliyor. Ama ben zaten aslında herşeyin subjektif olduğuna inanıyorum. Burası biraz karışık oldu galiba...
Peki yaptığın işi iyi yaptığını düşünüyor musun?
- Herkes hayatta birşeyleri iyi yapıyordur da, birşeyleri iyi yaptıklarını tanımlamaları da bana tuhaf geliyor. Az iyi var, iyi var, çok iyi var, kötü var, çok kötü var, feci var. Bunların tanımları herkese göre değişiyor. Ben yaptığım işi iyi yapmıyorum, iyi yapmaya çalışıyorum...
Sevilmek istiyorum
Peki yaptığın işi nasıl tanımlıyorsun?
- Ben söylemiştim benimle röportaj yapmak iyi fikir değil diye! Çünkü ben yaptığım işi nasıl tanımlayacağımı da bilmiyorum. Tanımı yok. Bilmeden yapıyorum. Beni çekiyor. Önce istiyorum, sonra seviyorum ve yapıyorum. Bir gün istemezsem yapmam. Olsun, o zaman da başka bir şeyi istiyor olacağım. Yani esas olan istemek! Tanım manım yok...
İnsanların nefret etmesine tepkin ne oluyor?
- En büyük korkum bu! Ben sevmekten çok sevilmek istiyorum. Bunun için de elimden geleni yapıyorum. Kedi gibi insanlara sokulayım, içlerine gireyim, yılanlık yapmayayım, biraz boşboğaz olsam da güvenilir olduğumu farketsinler, ben de onlara güveneyim, beni korusunlar, ben de onları koruyayım. Böyle bir şey. Ne nefreti? Ben sevilmek istiyorum, sevilmek...
Bir yerlerde senin için gündelik hayat ajanı denilmişti...
- Yok vallahi öyle değil. Benden olacak en son şey ajan. Dilimi tutamam, herşeyi olduğu gibi söylerim, ortalığı mahvederim. Üstelik ajanlık müdahale gerektirir. Hiç sevmem ben müdahaleyi. Ne ben bir başkasının hayatına müdahale edeyim, ne de benimkine etsinler. Bak mesela annem evlenmemi istiyor. Aslında, doğruyu söyleyim mi, ben de istiyorum. Ama annem bu kadar üzerime geldiği için, ''Lanet olsun evlenmeyeceğim işte'' diyorum...