"NARROW MARGIN" (yani…) Kıl payı… Clinton'un seçimi sırasında, durmaksızın, "Böyle rezillik olmaz!" demiştim. Daha çekeceğimiz varmış… Derler ya, beterin beteri vardır… İdealleri olan, entellektüel, iyi aile çocuğu Franklin D. Roosevelt'den sonra, hırslı, acımasız, atom bombardımanına evet diyen, yüzbinlerce masumun katili Harry Truman. Ardından, "mütekait" ve fevkalade ilgisiz, golfçü Dwight Eisenhoover; onu izleyen içki kaçakçısının oğlu John F. Kennedy ve hırslı Avukat Richard Nixon. Nixon, son dönem ABD başkanları arasında, devlet işlerini ve de özellikle dış politikayı en iyi bilen isimdi. Şeytana külahını ters giydiren Henry Kissinger'i yedeğine alıp başta Vietnam'daki Amerikan kuvvetlerini azaltmak olmak üzere, Çin'in uluslararası camiaya katmak dahil, diplomasi tarihinin birkaç önemli dönüm noktasının mimarı oldu. Ancak, ihtirasını dizginleyemeyince, Watergate ile başını yediler. (Gene de, "uçkurgate'ten bin kat iyidir!) Hem yürüyüp hem de ciklet çiğnemeyen Ford'u, fıstıkçı Carter'ı geçiniz bir kalem. Üçüncü sınıf Hollywood aktörü Ronald Reagan'a ne demeli? Karısı Nancy'e âşık olmaktan başka bir marifetini -ki, o da, kendi halinde bir erkek için az şey değil aslında da, dünyayı yönetmek için ehil kılmıyor insanı- göremedik. George Bush, senelerce gölgede durmayı becermiş, bir "ikinci keman" idi. Başarılı bir işadamı, başarılı bir Texas valisi, dürüst, mazbut bir aile babası idi. Dünyanın en hanımefendi eşlerinden birine -Barbara'ya- sevgiyle bağlıydı. Onların sergilediği sahici uyum, çok kişiyi mutlu etti. "Bu adam memur, iktidarı beceremez…" diyenler yanıldı. Beyaz Saray'dan zarafetle ayrılmayı bildi. Bush'an sonrası, malum… Şimdi, onun oğlu başkan oldu, olacak. Texas çantada keklik. Amerikan
seçim sisteminde, büyük eyaletlerin "electoral vote" sayıları sonucu belirliyor. Bush için Texas'dan sonra, Florida'yı da aldı mı, iş bitti demektir. Böyle olursa, ki olmak üzere (8 Kasım sabahı, saat 09.25), en az dört sene, idam cezalarını büyük bir zevkle imzalayan bir iğrenç adamı, ABD Başkanı olarak TV ekranlarında görmek zorunda kalacağım. Vallahi, sizleri bilemem. Ama ben… Kötü kaderime ağlasam, yeridir. Evet, saat 09.30… Demokratlar'ın karargâhı Nashville'de yağmur yağıyor. Al Gore gitti. George Walker Bush, hem de fotofiniş ile Florida'daki 25 "electoral vote"u ve de seçimi aldı. Benim de korktuğum başıma geldi. İstanbul'da yılın en güzel ayı Eylül'dür. Mehmet Rauf'un ünlü romanı "Eylül"deki gibi, bir karamsarlık ve umarsızlık abidesi değil kastettiğim. Pırıl pırıl, şıkıdım, insanın gönlüne şetaret aşılayan, berrak bir deniz ve mis gibi bir hava. İstanbul'un tüm işsiz güçsüzü -bu havada, ne saadet!- sahile yığılmış, galiba, var olan balıkları tutuyor. Zira, Beylerbeyi iskelesindeki balıkçılardan canlı canlı çinekop kaynıyordu. Lüfer de daha yeni mi çıkıyor, nedir? Ya Eylül Kasım'a taşındı, ya da Pastırma Yazı'ndayız. Lafı uzatmayayım, Orhan Veli'nin "klasik" tanımını da çoktan sollamış mısralarındaki gibi, "Bir elinde cımbız, bir elinde ayna / umurunda mı dünya?" vaziyetleri. Fukara kardeşinizin ise, iklimin tüm ışıltısına rağmen, bazı şeyler umurumda olmak zorunda. Madde I. Her gün 11.30'da Beylerbeyi'ne köprü ayağına gelen Hürriyet'in öğle servisine ne oldu? Madde II: ABD'nin yeni başkanı kim? Uykusuz kalarak yazdığım başkanlık yazısını servise verememişim. Bu talihsizlik yetmezmiş gibi, eve gelince, "başkansız" kaldığımızı öğreniyorum. Haydaaa… Al sana, bir adet "Yanlışlıklar Komedyası!" Efendim, ben sadece, bizim gibi, gelişme yolunda olduğu ümit edilen ülkelerin "sayma-özürlü" olduğunu sanıyordum. Hayır, efendim. En son gelişmiş elektronik sistemlere sahip oldukları halde, anlaşılan o ki, Amerikalılar da, SAYAMIYOR!!! Kendi seçim sonuçlarını bile sayamayan bir devlet, dünyanın efendisi nasıl olur kardeşim? Ölmüşüz, ağlayanımız yok! "Eğer biz kabahatli isek, Amerika kabahatli, Eğer bir kabahatli isek, yaratıcı tanrı kabahatli, Eğer biz kabahatli isek, adalet bir yalan!.." Martin Luther King'in 30'uncu ölüm (suikast) yıldönümü üzerine bir yazıdan. Hayırlı olsun! İdam yanlısı bir "başkan"ımız var. Mı? Tanrı kimseyi "başkan"sız bırakmasın!.. O telaşla telefona sarıldım. ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu'nda karşıma son derece düzgün konuşan bir hanımefendi çıktı. Konuşma aynen şöyle: Başkan kim? Vallahi, biz de bilmiyoruz??? Niçin? Florida'nın seçim sayımında bir karışıklık var. Tekrar sayılacak. Sayılıyor şu anda. İyi de, ben 17 yaşında ABD'de ilk seçimimi yaşadığım zaman dahi, bu iş lahzada elektronik sistemle hallediliyordu. Amerikalılar, bizim gibi, kelle saymıyor ki???!!! İşi uzatan, eyaletler arasındaki saat farkı. Ama, durmadan yeni sonuçlar akıyor. CNN Internet'te bir sayfa açtı, biz de gelişmeleri oradan takip ediyoruz. Tamam. Ben seçim sistemini biliyorum da, bu sabah (8 Kasım 2000) saat 07.25 itibariyle, Bush Florida'da en az 750 bin oy önde idi. Böyle bir rakamın yanlış sayılması mümkün mü? Çocuk yaşlarındaydım, ama net hatırlıyorum. Kennedy, o pek medyatik TV münazarasında, kendisi çok yakışıklı olduğu, Nixon ise fazla terlediğini saklayamadığı için, taş çatlasa 50 bin oy farkıyla başkan seçilmişti. Şimdi ne oluyor? Akılalmaz bir durum. Binler değil, 200-300 oy farkından söz ediliyor! Dünya tarihinde ilk bu! Aynen öyle… Sonuç ne zaman alınır? Birkaç gün bile sürebilir deniyor. Ama, yarından önce olamaz. En erkeni bu gece yarısı, yarın sabah. Abicim, bu iş
Galatasaray-Strum Graz maçını da geçti. Dakika dakika nefes tutmanın, en güncel örneği. Yanlış anlaşılmasın. "Show" denmesi bile caiz olmayan, "show-beteri" öpüşme sahneleri ile, milleti keriz yerine koyup "mutlu çift" imajı (Bill ile Hillary'nin karı-koca ilişkisi sona ereli asırlar oldu ya…) verirken, "Biz başkalarına benzemeyiz" dayatması yüzünden Al Gore'u çoktan defterden silmiş bulunuyorum. Ancak, hiç olmazsa, adam "idamcı" değil. Beyaz Saray'da sekiz sene geçirdi; dış politika dosyalarına da vakıf! Vasat, ama düzgün biri. Biraz zorlama ile olsa da, yakışıklı dahi sayılabilir. Saat oldu 18.00. "Başkan"ımız hâlâ belli değil. Böyle durumlarda, bizim kültürümüzde "Buyurun, cenaze namazına!" denir. Bendeniz, bir ufak değişiklikle, Villiam Shakespeare'in kulağını çınlatıp "Buyurun, Yanlışlıklar Komedyası"na diyeceğim. Samimi kanaatim şu ki, Shakespeare'in "Yanlışlıklar Komedyası" (Comedy of Errors) daha eğlenceli. Bunca karmaşa sırasında, azıcık, eğlensek fena olmaz mı?Efendim, hikâye, sahiden, hayretlere sezâ… Aegeon, Sirakuzalı bir tacirdir. Karısı Aemilia ile bir yolculukta iken, ikiz erkek çocukları dünyaya gelir. Bir handa, mola sırasında. Talihin bir cilvesi, tam aynı anda ve aynı handa, fakir bir kadının da ikiz oğulları olur. Aegeon da, fırsatı ganimet bilip ileride kendi oğullarına hizmet ederler diye, fukara ikizleri satın alır. Dönüş yolunda, bindikleri gemi fırtınaya tutulur, kayaya çarpar ikiye parçalanır. Bizim ikizler, yani ikiz Antipholus'lar ile, ikiz ikiz Dromio'lar, de birbirinden ayrılır. Karı-koca Aemilia ile Aegeon biribirlerini kaybetmesi de cabası. Seneler geçer, delikanlı yaşlarına erişen Sirakuzalı Antipholus, yanına uşağı Sirakuzalı Dromio'yı da alarak, ikizini bulmak için yollara düşer. Babası da onu bulmak için yolları arşınlamaktadır. Yolları döner dolaşır, Ephesus'a varır. Sözün özü, tüm aile Ephesus'da toplanmıştır. Fakat, aile aynı yerde olduklarının farkında olamadıkları gibi, Ephesus sakinleri de, ortada iki adet Antipholus ile iki adet Dromio bulunduğunu bilmez. İşte, bu noktadan sonra, gelsin "Yanlışlıklar Komedisi!.." Sanki, buraya kadarı yeterince traji-komik değilmiş gibi… Mina Urfan Ustamız, Shakespeare'in ilk eserleri arasında yer alan "Yanlışlıklar Komedisi"ni, neredeyse "komedi" bile saymıyor; "fars" olarak sınıflandırıyor. "Kaba güldürü" demek istiyor, galiba, da zarafeti elvermiyor. Uluslararası çapta bir Shakespeare yorumcusunun değerlendirmesini irdelemek haddimiz değil. Ruhu şâd olsun. Ama, şu başkanlık seçiminde yaşadığımız yanlışlıkları görse bu hükmünü kesin revizyona tabi tutardı gibime geliyor. Kek yerine konmadan gülmek isterseniz, "Yanlışlıklar Komedisi"ni okumanızı öneririm. Ben iki gündür gülüyorum durmadan, ama sinirden. Yılan hikâyesine dönen şu kargaşayı bir atlatalım; sakin kafa ile "Yanlışlıklar Komedisi"ni tekrar okuyacağım. Önce CBS, saniye farkıyla CNN'in başlattığı gülünç dizi henüz sürüyor. Aslında, buna çok da şaşmamak lazım. Amerika'da her şey devasa edattadır. Başta, coğrafya. Amerika bir ülke değil, bir kıtadır. California'dan doğuya uçarken, tam Grand Canyon'un (sahiden, çok büyük ve çok derin) üzerinde, soluğunuzu tutar aşağısını seyredersiniz. Şans eseri bulutlar açıksa -ki, ben şanslıydım- resmen dakikalar sürer. Ve insana, saatler geçmiş gibi gelir. Uçakların dakikada kaç kilometre yaptığını düşünürseniz, kanyonun azametini anlamak mümkün. Azamet sadece kanyonda değil ki…
Yemek porsiyonlarında, tencere dolduracak tombulluktaki salata çanaklarında, ergin nüfusunun en az yarısı "ÅŸiÅŸman-ötesi" insanlarında, yayla boyutlarındaki otomobillerinde, cinayetlerin katliam seviyesinde iÅŸlenmesinde, Hollywood'un dünya tarihinin en büyük aldatmacası oluÅŸunda, en etkin mafyayı ve tarihe geçen gangsterleri birer efsane lideri misali yaratmasında, "hak yolunda" yutturmacası ile en büyük katliamları ve darbeleri tezgahlayışında… Hep azamet gizli. Dünyanın bir baÅŸka en büyük yutturmacası olan baÅŸkanlık seçimlerinde, gene devasa bir "yanlış" yapmışlar, çok mu? Amerikalılar boyutlarına uyuyorlar. Jülide ERGÃœDER - 24 Kasım 2000, Cuma Â
button