Güncelleme Tarihi:
Ağustos’un 8’inde Göçek’ten öğle saatlerinde yola çıktık. Teknemiz kabarmış denizlere zıpkın gibi giren bir Bavaria 44. 70 beygirlik motoruyla durgun 2 bin 200 devirde 9 mil sürate ulaşıyor. İyi bir rüzgâr yakaladığımızda, ful arma kolaylıkla 11-12 mile ulaşıyoruz. Tekne bize “Biraz spor yapın, doğayla baş başa kalın” diyor! Biz de o çağrıya uyup, uzun zamandır planladığımız ama bir türlü gerçekleştiremediğimiz Bozburun Yarımadası’nın doğu kıyısını, yani Marmaris Körfezi’nin batısını keşfe karar veriyoruz.
İlk gün sabah saatlerinde alışverişimizi tamamladık ve öğlene doğru yola çıktık. İlk gün uzun bir yol, 35 mil kat edip Ekincik’teki My Marina’da lezzet molası verip, ertesi gün Aksaz’ı paralel geçerek Marmaris’e doğru yol tutacağız.
Öğleden sonra Dalyan Delikli Ada’dan Ekincik’e kadar rüzgârsız ve bordadan aldığımız yüksek dalgalı bir havada hedefe vardık. Yani midemiz alt üst olmuş bir şekilde...
Ekincik My Marina bir yıldır hayalini kurduğumuz kadar vardı. Rüzgârın hafifliği My Marina’yı yapay bir göle çevirmişti. 7-8 metre derinlikte eriştelerin hafif salınımlarını seyrederek rıhtıma yanaştık. Gece My Marina’nın vagonvil ile çıkılan 60 metre yükseklikteki terasında mükemmel bir yemek yedikten sonra tekneye dönünce, bir an bile duraklamadan karanlık sulara kendimi attım. Vücudumu serinlettim ve sabaha kadar deliksiz bir uyku...
Günışığı, Ekincik’in maden bölgesinin devasa kayalığının üstünden 09.30 civarında göründü. Kahvaltı ve hazırlıkların ardından Bozburun Yarımadası’nın kuytu ve ıssız koylarına doğru 18 millik yolculuğumuza başladık.
KÜÇÜK BİR PARANTEZ
Bozburun Yarımadası’nın doğu yakasının, Marmaris’in çıkışındaki Yıldız Adası hizasından başlayıp Hisarönü Körfezi’nin dönüş noktası Alaburun’a kadar uzanan 27 millik kıyıları, bence şehirli insanın ilk mavi yolculuk günlerine göre değildir.
Şehir insanı mavi yolculuğun ilk iki, hatta belki üç gününde gündelik yaşamın sıkıntılarını, stresini, ödevlerini denize de getirir. Cep telefonunu, GPRS ile bağlandığı bilgisayarını ve e-postalarını, Blackberry’sine düşen mesajlarını takip etme peşindedir. Bozburun’un kayalıkları ve oynak voltajlı jeneratörleri ise şehrin zorunluluklarını peşinde sürükleyenleri bozar. Zira şarj biter!
Ayrıca güzel balık bulunabilen sempatik restoranlar, iyi servis, bu kıyıda bir hayaldir.
Yolculuk arkadaşlarımız denizcilik bilgileri oldukça kısıtlı da olsa, hayatta tanıdığım en pozitif insanlardandı. Arkadaşlarımızın sükûnetine güvenerek, yolculuğun ikinci gününde Türkiye’nin en ıssız ve medeniyetten uzak kıyılarına vurduk rotayı.
Neyse ki beni yanıltmadılar. O ıssızlık ve “tekne hapsi” günlerini beraberce ve mutlulukla aştık.
İLK DURAK KUMLUBÜK
Ekincik’ten çıktık, Donanma’nın yasaklı alanı Aksaz’ı açıktan döndük ve rüzgârı yakaladık.
İşte olay budur!
Meteoroloji tahminlerine güvenip yelkenlerin hepsini boca ettik. Teknenin sancak küpeştesi suya bata çıka yolculuğumuzun ilk lezzetli yelken keyfine daldık. Yıldız Adası’nı bordaladığımızda rüzgâr geniş apaza yerleşti. 10-11 mil süratle yoğun gulet trafiği arasında Kumlubük’e doğru yol tuttuk.
Sevindirici bir küçük not olarak şunu belirtmeliyim. Temmuz başında ilk uzun mavi tatilimizi yaparken denizlerde trafik inanılmaz sakindi. Zaten bizim acentemiz MTM de dâhil olmak üzere tüm charter’cıların teknelerinin yarıdan fazlası haziran-temmuz aylarında iskeledeydi. Ağustos başında ise işler açılmıştı. Marinada kiralık tekne acentelerinin elemanları arı gibi çalışıyor, tekneleri denize çıkmaya hazır hale getirmeye uğraşıyorlardı. Ağustos charter’cıların ve guletçilerin yüzünü güldürdü.
İşte o trafik içinde, burnu suya yapışmış tazı gibi körfezin dalgalarını yaran Bavaria’mızla acemi denizci yol arkadaşlarıma seyir kurallarını anlatarak Kumlubük’e ulaştık. İlk defa girdiğim Kumlubük Koyu “geniiişş” ve çalkantılıydı.
Koyun batı yakasındaki plajda yer alan Hollandalı Ahmet’in yeri, yatçılar tarafından çok methedilir. Oysa biz, güneybatı köşesinde, çam ormanlarının yamacında sakin bir demirleme yeri seçtik. Kıyıdan 20-25 metre mesafede derinlik bir hayli azalıyordu. Değişen rüzgâr yönü yüzünden biraz savrulmayı göze alarak, uzun bir koltuk halatıyla kıyıdaki bir kayaya bağlanıp kendimizi sulara attık.
Marmaris’ten güneye doğru İçmeler, Turunç ve Kumlubük’e karayolu vardır. Kıyı, oteller ve evlerle süslenir. Bizim için makbul olan, koyun yerleşimden uzak köşeleridir, o nedenle de açıkta demirlemiştik.
Ufukta ışıldayan Marmaris’i seyrederek akşama hazırlandık. Saatler ilerledikçe bir yanımıza İtalyan mürettebatlı bir yelken eğitim teknesi demirledi, gençler tekno müzikle kendilerinden geçti. Diğer yanımıza ise iki tane bizim gibi ekâbir teknesi yerleşti, sessizce demlenmeye başladılar. Huzurlu ve mutlu bir geceye hazırlandık.
KADIRGA’DAN ÇİFTLİK’E
Sabah yamacımızdaki çam ormanlarının da etkisiyle erken kalktık. Bir kahve içip sabah kahvaltımızı yapacağımız Çiftlik Koyu’na doğru yola çıktık. Kumlubük’ün 3 mil güneyinde Kadırga Burnu (feneri kocaman) ve Kadırga Koyu var. Issız ve kimsesiz Kadırga Koyu’na uzaktan bir göz atıp sabahın sakin sularında 7 mil uzaklıktaki Çiftlik’e doğru yola devam ettik.
Deniz kıpırtısızdı. Baş tarafa gittim, motorun mırıltıları arasında teknenin burnunun denize ufak ufak girip çıkarken çıkardığı hışırtıyı dinlemeye ve sabah güneşinden karanlık lacivert denizin içine giren ışık huzmelerini seyre verdim kendimi.
Bir saat kadar ilerledikten sonra Çiftlik Adası’nın kuzey yakasından koya girdik. Adanın üstündeki serviler ve sedirler büyüleyiciydi, bir iki küçük ev vardı, hasetten çatladık! Koyda ise muazzam bir yelkenli trafiği vardı, ama denizin kıpırtısızlığını bozacak kadar değil.
Çiftlik Koyu’nun kuzeybatı kıyısındaki şekilsiz otele bakakalarak güneybatı ucundaki restoranların iskelelerinin önüne kadar gittik ve demiri 6-7 metrelik kum zemine doğru salladık.
Tekneciliğimin ilk yıllarında, özellikle kısa süreli duraklamalarda “ya toplarken bir şey olursa” korkusuyla demirin zincirini kısa tutardım. Mesela 6 metre derinliğe demirlerken 15 metre zincir atmayı yeterli görürdüm. Sonra sonra asıl belanın demir taramasından kaynaklandığını anladım. Zinciri mümkün olduğunca uzun salıyorum. Çiftliğin sakin ve kıpırtısız sularına da 20-25 metre zincir serdik. Huzur içinde park ettik. Ne var ki huzur sadece bizim için. Çevremizde jet-skiler cirit atıyor, muzlar ve tekerlekler kaynaşıyor.
Çiftlik Koyu mükemmel bir geceleme yeri. Kıyıda bol gürültülü ve animasyonlu otel dışında üç tane restoran var. Club Fanya’nın methini çok işitmişimdir. Şimdi isimleri değişmiş, Alarga Sailing Club olmuş. Yatların her türlü liman desteği alabildikleri bir yerdir. Görüntü çok güzeldi, ama yemeklerini denemek kısmet olmadı.
Kahvaltıdan sonra kadifemsi sulara bir kez daha sıçrayıp toplandık ve yola çıktık. Böyle bir doğa ve temiz denize göre biraz hızlı bozulmuş bir mükemmel koy olarak Çiftlik’i hafızama yerleştirdim.
Bozburun Yarımadası’nın doğu yakasında biraz daha aşağı gittik. Çiftlik’ten 1,5 mil mesafedeki Gebekse Koyu, Türkiye kıyılarının Bencik’ten sonraki en uzun fiyortlarından biridir. Ne var ki dip tarafındaki kumsalda bir gulet imparatorluğu kurulmuştu! Yarı yoldan dönüp aşağı doğru yola devam ettik. Önümüzde uzun bir gün ve keşfedecek çok sayıda küçük koy vardı.
ARAP ADASI
Çiftlik Koyu’na 8 mil uzaklıktaki Arap (Araba) Adası ve adanın kuytusunda kalan küçük koy hakkında çok methiye işitmiştim. Motora tam yol verip Rodos Boğazı’nın deli dalgalarına yakalanmadan önce hızla Arap Adası hizasına geldik. Amacımız hızlı bir deniz molası vermek ve 9 mil uzaklıktaki Serçe’ye doğru yola devam etmekti.
O lacivert-turkuvaz renkli denizden kopamadık ki... Arap Adası’nın nispeten daha kolay olan güney geçidinden koya girdik. Kuzey geçidini keşfetmeye fırsatımız olmadı. Kıyıya 20-30 metre yaklaşıp çapayı salladık. Saat öğleni geçmiş, meltem şiddetini artırmıştı.
Tepelerden vuran sağanakların sarsıntısına kıyıdaki kaya plakaları arasında kendine bir yer bulmaya çalışan zincirin şakırtıları karışıyordu. Demir tutacak mı diye biraz panik olduk, nihayet tekne sabitlendi.
Bir maske takıp çılgın renkteki sulara daldım. Çapanın kayaların arasına sıkışıp sıkışmadığını kontrol etmeyi unutup 25-30 metreye kadar durağan bir cam kütlesi gibi berrak denizin içinde kendimi kaybettim. Sanıyorum, hayatımda bugüne kadar girdiğim en güzel ve berrak deniz ile karşı karşıyaydım. Sadece ben değil, o denizin rengi ve berraklığıyla teknedeki herkes büyülendi. Arap Adası Koyu’nda uzun süre kalakaldık.
Neden sonra toplandık. Hedefim, Hisarönü’ne dönmeden önce Serçe’de bir gece konaklamak, dönüşte de Bozukkale’de kalarak Bozburun Yarımadası’nın doğu yakasının tüm nefis limanlarını elden geçirmekti.
SERÇE LİMANI VE ZARDOZ KAYALIĞI
Serçe Limanı antik bir sığınaktır. Limanın girişinde güney yakasında bir küçük koy (Akça Limanı) ve kuzeye doğru 300 metre ilerleyen bir fiyort vardır. Serçe, daracık bir deniz alanının etrafında 150-300 metre yükselen sarp kayalıklarla çevrili, inanılmaz dekoratif bir sığınaktır. Gündüz yaklaşırken bölgeye hâkim olmayan denizcilerin girişini kolaylıkla kaçırabildiği; gece konaklarken kayalardan yansıyan ay ya da yıldız ışıklarının, insanda ayık kafa halüsinasyonlara neden olabildiği büyülü bir topografyası vardır.
Biz Serçe’ye girer girmez kuzey istikametine döner, koyda her zaman hazır ve nazır bulunan Hasan’ın kendi kafasına göre salladığı şamandıralara bakmadan, koyun ortasındaki yüksek kayalığın önündeki tonozdan karaya doğru bir koltuk halatı alırız. Sonra Hasan yanımıza yanaşır, akşam yemeğe gelip gelmeyeceğimizi sorar. Biraz onunla sohbet eder, ardından da çivi gibi buz sulara atlar, uzun yolculuklarımızın yorgunluğunu atarız.
Serçe’de, özellikle temmuz-ağustos aylarında deniz, dip su kaynakları nedeniyle rekor seviyede soğuktur. Denizde dişlerimiz takırdayarak o mükemmel küçük koyun en önemli işletmecisi olan Hasan’ı hangi kız arkadaşımızla baş göz edeceğimizi tartışmaya dalarız.
Fiyordun dibindeki Hasan’ın restoranı Kaptan Nemo’da sadece dalyan balığı bulunur. Tepelerdeki köylerden gelen hanımlar orta karar meze yaparlar, ben de “fish&cips” yerim. Salatası bile keyifli değildir! Yine de Kaptan Nemo Restoran’ın çevre düzenlemesi, ambiyansı çok keyiflidir. Hele ki şişme botla yanaştığımız derme çatma küçük ahşap iskelesi! Akşam çökerken, yanaşırken bir başka güzeldir, gece karanlığında, kıyıdaki zakkumların arasından sarhoş kafa teknemize giderken bir başka güzel...
Beni Serçe Limanı’nda asıl büyüleyen şeyse, o kıçtankara yanaştığımız devasa kayalığın, özellikle ay ışığında yaptığı büyülü gölge resimlerdir.
Serçe, rüzgârın durmadığı gecelerde içeriye bir hayli soluğan alır. Yüksek kayalardan yansıyan rüzgâr denizi kaldırır, kulakları sağır eder, tekneyi fırdöndü gibi çalkalar.
Rüzgârsız ve ay ışığı olan gecelerde ise, en büyük zevkim, kıç havuzlukta battaniyelere sarınıp uyumaktır. İşte o gecelerde, tepemin üstüne asılan o kayalığı seyrederim. Yıllar önce başımın üstünde yükselen kayalardaki gölgelerin ortaya çıkardığı siluete “Zardoz” adını yakıştırmıştım, hâlâ öyle anıyorum.
DOLUDİZGİN HİSARÖNÜ
Serçe ve Zardoz Kayalığı hakkında bu anlattıklarım eski anılar... Bu kez hava o kadar iyiydi ki tam yol geçtik Serçe’den, Korsan’dan ve Bozukkale’den. Döndük Alaburun’u ve Bozburun Yarımadası’nı, attık kendimizi Yeşilova Körfezi’ne...
Oğlanboğuldu Burnu’nu geçerken bayat ekmekleri eski efsanelere ve denizci geleneklerine uyarak suya attık. Knidos’tan kopup gelen rüzgâr 20-22 knot’ı buldu. Yelkenleri açtık sonuna kadar, Söğüt’e, Muhammed’e yollandık. Doğruya doğru: Midemizin çağrısı doğanın çağrısını yenmişti!
Birinci gün Söğüt’te Muhammed’in Deniz Kızı Restoranı’nda, ikinci gün Bozburun’da Orfoz’da ve üçüncü gün Selimiye’de Sardunya’da çeşitli “inanılmaz ve mükemmel ve olağanüstü” deniz ürünleri gecelerine kendimizi esir ettik. Arada bir Dirsek (Ağıl) Bükü ve Sığ Liman’da soluk aldık.
Bozburun’da kepaze balık çiftliklerinin kaldırıldığını öğrendik, gidip yerinde teftiş ettik. Sökülen deniz kirletme merkezlerinin biz denizcileri memnun ederken oradan ekmek yiyen yöre halkı için bir dram olduğunu düşünerek hüzün de yaptık.
Yeşilova ve Hisarönü körfezlerinde leziz balıkların ötesinde, rüzgârın da dalganın da sonuna kadar tadına baktık.
Böylece bir mutlu mavi tatili daha ortalayıp dönüş yoluna geçtik.
BOZUKKALE’DE KEYİF VE MERAK
Selimiye’den sabah saatlerinde yola çıkıp 25 mil mesafedeki Bozukkale’ye rota tuttuk. Bir sonraki gün hedefimiz saat 06.00’da yola çıkıp 6 saatte Marmaris Körfezi’ni geçerek Göçek-Göbün’e kapağı atmaktı.
Yol inanılmazdı. Yeşilova Körfezi’nin tam orta noktasında kafamı yelken triminden kaldırdım ve denizin üstünde tam 26 yelkenli saydım! Ancak kalabalık sezonun hafta sonlarında Göçek-Fethiye arasında bu kadar tekne görebilirsiniz. Üstelik denizdekilerin çoğunun yerli olduğunu da tahmin ediyorum. Hem yelkencilerin hem de Hisarönü’nü keşfedenlerin sayısının arttığını düşünerek inanılmaz mutlu oldum.
Simi Adası açıklarından gelen rüzgârla yelkenlerimizi doldurarak ve dalgaları köpürterek Bozburun Yarımadası’nın doğu yakasına döndük. Hiç duraklamadan Bozukkale’ye girdik.
Ali Baba Restoran’ın iskelesine yanaşırken tekneleri
yerleştirme işinden sorumlu olan Can belirdi: “Abi, hoş geldin. Akşam filotilla geliyor, rezervasyon var. Seni kayalara bağlasam olur mu?”
Olur tabii! Zaten Ali Baba’nın, yani kale dibinin manzarasını ve atmosferini çok severim, ama yemeklerini yemesem de olur...
Bozukkale komple SİT alanıdır. Koyun içine yayılmış Ali Baba, Sailor’s Paradise ve Loryma isimli üç restoran ve iskele vardır. Hiçbirinde su ve elektrik yoktur. Karayolu yoktur. Taze meyve sebze de bulunmaz tabiatıyla. Yabancı yelkenciler çok gelir. Onlar da dalyan çipurası ve levreğine bayılırlar. Yani iyi balık da bulunmaz! Dolayısıyla iskeleye değil de kayalara bağlanmak canıma minnet.
Bağlandık. Hem de çift koltuk halatıyla... Mıh gibi!
Bozukkale’nin de akşam rüzgârı tekin değildir. Esti mi kötü eser. Kendimizi sağlama aldıktan sonra keyif ve merak kısmına geçtik.
Keyif: Akşam yemeğinde restoranın terasında yer yokmuş. Ne yapalım?.. Mecburen kendi mütevazı keyiflerimizi buzdolabından çıkardık. Teknede Orta Asya mamulü havyardan füme peynire kadar her türlü keyif malzemesi var! Hatta ben hızımı alamadım. Deniz maskesini ve plastik ayakkabılarımı giyip kayalıkların arasında gözüme kestirdiğim denizkestanelerine daldım. Ne yazık ki mevsim erken ve havyarları pek gelişmemişti, biraz hayal kırıklığı oldu.
Küçük bir not: Denizkestanesi, bir tutamında sanki tüm denizleri yemişsiniz gibi damağınızda bir lezzet bombası patlatan muhteşem bir yaratıktır. Bozuk oldu mu çok kötü zehirlenmeye yol açar. O nedenle bu işin ideali, kayaların arasından elinizle çıkardığınız kestaneyi, avucunuzu bir yastık gibi kullanıp teneke çay kaşığı yardımıyla ikiye bölerek anında yemektir. Çay kaşığının sap kısmını bıçak gibi kullanacaksınız. Kaşıkla da kabuğun oyuk kısımlarındaki pembe-mor renkli havyarını sıyırıp ağzınıza atacaksınız. Aman dikkat! Bu işte ustalaşana kadar acele etmeyin. Bir iki iğne elinize batar ve kırılırsa dehşetli acı çekersiniz.
Merak: Kim bu filotilla? Bizim iskeleye bağlanmamızdan önce rezervasyon yapmışlarmış... Mış, mış...
Ücra köşelerdeki bu filotillolar hep Sunsail ya da Ecker çıkar. Bu sefer bir de baktık ki akşamüstü saat 18.00 civarında teker teker yanaşan tekneler, iskele gurcatalarına “Gezgin Korsan” flaması çekmiş bir avuç yerli yelkencimiz...
Biz de korsan bayrağına misilleme olarak hemen bir Che Guevera bayrağı çektik göndere! Maalesef, akşam ilerlemiş, keyif büyümüş, şuur dağınıktı. Denizcilik kurallarını alt üst ederek sancak gurcatasına çekmişiz bayrağı…
Neyse, o kadar kusur kadı kızında da olur!
BİR YILIN DAHA SONU
Loryma Restoran’ın, antik kalenin hemen altındaki, manzarası mükemmel terasında yemek yiyemedik. Yine de çok güzel bir Bozukkale akşamı yaşadık.
Sabah dinç kafayla uyandık, yetmedi bir de kör karanlıkta denize atladık, iyice ayıldık ve saat 06.00’da Göçek’e doğru yola çıktık.
Eski bir ritüeli izleyerek Çatal Adaları’nın arasından geçtik. Bir yelkenlinin standart performansına göre şimşek gibi yol yutan Bavaria’mızın ama yelken ama motor gücüyle 55 millik yolu kat edip altı saat civarında Domuz Adası Boğazı’ndan Göçek-Göbün’e girdik.
Göbün her zamanki gibi muhteşemdi… Anlatmasam daha iyi...
Bu yolculuğumuzdan bir ay kadar sonra Türkmenistan’dan bir e-posta aldım. Son mavi tatil arkadaşlarımdan biri... Sekiz yıldır yurtdışında bir inşaat şirketinde çalışıyor. Mülkiye’den arkadaşım olan eşi ve oğlu Türkiye’den katıldılar yolculuğumuza; ama yurtdışından gelen konuğumuzun durumu biraz daha özeldi. Zira Türkmenistan’da lezzetli yiyecek ve özellikle de ekmek bulamadığından yakınıyordu.
Bütün yolculuğumuz boyunca, Ekincik’te, Söğüt’te, Orfoz’da, yolculuğumuzun son durağı olan Göbün’de inanılmaz bir iştahla balık, sebze ve ekmek yedi.
Demirlediğimiz ağaçlıklı koylarda tepelere dalıp gidiyor ve günün bir aşamasında, nadiren farklı kelimeler kullanarak şöyle bir cümle mutlaka kuruyordu: “Ali, bak şu tepeye... 100-150 yıllık ağaçlar! Koskoca Türkmenistan’da bu büyüklükte, şu tepedeki kadar ağaç yok. Aşkabat’ta, Türkmenbaşı’nda her tarafa çam ekiyoruz, sekiz yılda boyları ancak 2,5-3 metre oldu...”
Yolculuğumuzdan bir ay sonra bana Türkmenistan’dan attığı e-mail’de “Ömrümde böyle bir tatil yaşamadım, teşekkürler” diyordu. Bize de ne mutluluk ki yelkenliyle mavi tatillere başlayarak kendimiz muazzam bir keyif edindiğimiz gibi, arkadaşlarımızın böyle keyifli anlar yaşamasına da olanak sağlayabiliyoruz. Gelecek sezon yeni “küçük koylar” ile görüşmek üzere...
KUTULAR.....
MARMARİS KÖRFEZİ’NİN BATISINDA SEYİR
Bozburun Yarımadası, Marmaris’ten Karaburun’a kadar 40 mil boyunca, zaman zaman 600-700 metreye kadar ulaşan kayalık ve tepelerden oluşan bir coğrafyadır. Bu tepeler, bölgede hâkim olan batı rüzgârına karşı doğal bir settir. Ancak yelkenle seyrederken, bazı bölgelerde dağların tepesinden inanılmaz sertlikte sağanaklar iner. O nedenle kıyıya yakın giderken ana yelkeni camadanlı kullanmak iyi olur.
Deniz tüm yol boyunca bir hayli derindir. Çoklukla kıyıdan 20 metre açıkta dip 50-100 metre derinliklere iner. Ancak demirlenecek koyların hemen tümünün girişinde kayalıklar ve sualtı döküntüleri vardır. Çoğunlukla da girişlerde iskelede, yani dalganın kayalara vuruş istikametinde... Bu nedenle limanlara girerken dikkatli bir ön inceleme yapmakta fayda vardır.
Bozburun Yarımadası’nın ucuna yaklaştıkça, özellikle de Serçe’nin güneyinde sert havalarda Rodos Boğazı’ndan esen rüzgâr terse giden akıntıyla karşılaşıp çok kalın deniz yapar. Sert havada dalga boyu, göz açıp kapayana kadar 2-3 metrenin üstüne çıkar. Bodrum Müzesi’nde sergilenen Serçe Batığı da muhtemelen böyle sert bir havada, limanın girişini ararken kayalıklara bindirip sulara gömülmüştür. Gulet kaptanları bu sert deniz koşulları nedeniyle yarımadayı sabahın erken saatlerinde dönmeyi tercih ederler.
Bozukkale’den yukarı doğru çıkarken rüzgâr bir müddet pupadan eser, sonra Serçe’nin 2 mil kadar kuzeyindeki Kızıl Ada dolaylarında sıklıkla tamamen kesilir. Bu noktadan Kadırga Burnu’na kadar yelkenle yolculuğu zorlayanlar fena halde sıcaktan pişerler. Öte yandan 8-10 knot’lık tatlı bir rüzgâr varsa, ayıbacağı için ideal bir bölgedir. (Ayıbacağı antrenmanı için ikinci bir iyi bölge de Hisarönü’nde Apostol kayalıklarından Orhaniye’ye doğru Adalar Boğazı’ndan giden yoldur.)
KORSAN KOYU: DOĞAL BİR RASATHANE
Fethiye’den Datça’ya kadar uzanan sahil şeridinde, geceleyin teknenin burnuna yatıp yıldızları seyretmek için en mükemmel yer, sanırım Bozburun Yarımadası’nın ucunda, Bozukkale ile Serçe Limanları arasında kalan Korsan Koyu’dur. Bu koya, elektrik hattı olan en yakın yerleşim merkezi 15 kilometre mesafedeki Söğüt’tür. Yunan adası Simi daha yakındır, ama onun da yerleşim merkezi Gialos, Korsan’dan bakıldığında 500 metrelik bir dağın arkasında kalır. Yani Korsan’da sizin teknenizin küçük ampulleri dışında hiçbir yerden ışık sızıntısı olmaz.
Geceleri gökyüzü yeryüzüne yaklaşır, yıldızlar avuçlarınızın arasında dans eder.
Girişinde küçük bir ada olan ve kuzey yönünde karaya doğru 100 metre kadar giren bu daracık koyda ancak bir iki tekne geceleyebilir. 15-20 metre derinlikte demir atıp çakıl plaja doğru uzunca bir zincir döşediğinizde, size özel bir koy yaratmış olursunuz. Su inanılmaz berrak ve sakindir. Girişteki adacığın da yardımıyla her türlü havada koyun içi sakin kalır. Çok iyi bilinen bir küçük limandır. Yer bulmak için erken davranmak zorunludur.
ZORUNLU BİR AÇIKLAMA
Üç-dört yıldır bahar ve yaz aylarında mavi tatile yeni adım atanlara ve bilinmeyen rotalardaki gezilerinde rehberlik arayanlara yardımı olur diye Küçük Koylar başlıklı bu yazıları bir hayli titizlenerek kaleme alıyorum. İlk kez, istemeden de olsa bir hata yapmışım.
Geçen ay yayınlanan Kaş-Kalkan yazımda, 30 yıla yakın süredir sürekli gittiğim Kaş’ta eski müdavimlerinin çok iyi hatırlayacağı Eriş Restoran’ın yıllar önce kapandığını belirtmiştim. Sahibi Yusuf Eriş’ten bir mektup aldım. Meğer limanın ortasındaki restoranı kapadıktan sonra Küçük Çakıl’a giden yolun üstünde 1993 yılından beri tarihi bir binada hizmeti sürdürmekteymişler. Düzeltir, özür dilerim. Bir daha gittiğimde ben de uğrayacağım. Eriş Restaurant Tel: 0242.836 10 57