Paylaş
İlk defa 1996 yılında Urfa’ya yolum düştü. İlk defa tek başıma, bir başıma onca ameliyatlardan sonra seyahat ettim. İlk defa, Urfa çarşıda tezgahlarından yiyecek bir şeyler almak istediğim iki güzel kadınla burada tanıştım. Onların deyimiyle hem hasta hem de kadın başıma yollara çıkmam hem tehlikeli hem de etik olarak doğru değildi. Dünyada kurulan ilk üniversitenin harabelerini görmek için Harran’a gitmek istediğimi söyledikten sonra şaşkınlıkları biraz daha arttı. Anadolu insanının merhametle acıma duygusu arasındaki o ince çizginin gelgitleri arasında, gitmemem konusunda ne kadar dil döktülerse de ikna edemediler. Vedalaşırken Onlardan bana hatıra olarak bu fotoğraf kaldı. Kedilerine selam olsun.
Bu fotoğraf çekildikten sonra ben kendi yoluma Onlar kendi yoluna giderken; “Gezme ceylan bu dağlarda” der gibi baksalar da ben gezdim. Öyle bir gezdim ki hem gözüm hem gönlüm hem de midem doydu. Bir Urfalı olarak, çocukluğumdan beri büyüklerimden Şanlıurfa ile ilgili; “Gelen ağlar, giden ağlar” sözünü hep duyarım. İlk başlarda buna çok anlam veremezsem de Urfa’yı yaşadıkça Urfa’da yaşadıkça bu sözün anlamına daha çok vakıf oldum. Hz. İbrahim’in doğduğu, Hz. Eyyüb’ün yaşadığı, Hz. İsa tarafından kutsanan, Hz. Nuh, Hz. Lut, Hz. Musa ve Hz. Yakup’un yaşadığı kent “Peygamberler Şehri” unvanını sonuna kadar hak ediyor.
Gez dünyayı gör… Sözünü belki her insan kendi şehri için ya da en sevdiği şehir için söyleyebilir. Ama…
Malları, mülkleri ya da paraları için değil de isot tarlaları için düşman kovalayan; Lokantada yemeğini tabakta bırakırsan kendine hakaret kabul eden usta aşçıların varlığı…Halfeti’de Fırat’ın serin sularını teninde hissetmediysen… Tarih ile baş başa kalabileceğiniz, sizi binlerce yıl önceye götüren Göbekli Tepesi… Yedi yirmi dört her öğün ciğer kebabı yiyebilen; Patlıcanı her şekilde yemek olarak sofraya koyabilen, sadece biberi fırında pişirip ekmek arası yapabilen kendine has kültürü olan…
Gece gökyüzüne baktığında, gökyüzü üstüne üstüne geliyormuş gibi hissedebilirsiniz. Sakın şaşırmayın. Çünkü bu şehirde gökyüzü yeryüzüne daha yakın gibidir. Elini havaya kaldırdığında, gece yıldız toplattıran, gündüz güneşe dokunduran Urfa… Rivayet odur ki bu kısa mesafeden dolayı buraya çok fazla peygamber inmiştir.
Bugün algılandığı gibi, çiğköfte yoğuran birinin yanında yanık sesli abilerin söylediği türküler eşliğinde eller havaya cümbür cemaat ortaya değildir; “Sıra Geceleri.” Kendi içinde katı kuralları olan küçük bir sosyal yardımlaşmanın yapıldığı gecelerdir. Şöyle ki, yaklaşık 100 – 150 yıllık geçmişi vardır. Her sıra gecesi yaklaşık on kişilik gruplardan oluşur. Haftanın belli bir gecesi, her hafta başka birinin evinde ama çoğunlukla, özel olarak döşenmiş mağara evlerde yapılır ve ikram yarışını önlemek için menü önceden belirlenir. Günlük olayların, toplumsal konuların konuşulduğu sıra geceleri kadınlar ve erkekler arasında ayrı ayrı yapılır. Ama özellikle evlilik çağına gelmiş, maddi durumu iyi olmayan gençlerin düğün masraflarının bu gecelerde toplandığını biliyor musunuz? Ama neden anlamını yitiren bir geceye dönüştürüldüğünü, dönüştürülmeye çalışıldığını idrak etmekte zorlanıyorum.
Kazancı Bedih, Muhkim Tahir ve Tenekeci Mahmut’u duymadıysanız bırakın Şanlıurfa’yı görmeyi hiç duymamış sayılırsınız. Bu topraklardaki irfan olgusu ancak Onların avazından mana bulur.
Gümrük Handa kaçak çay için kuyruğa girmediyseniz, pasajlarında mırra içmediyseniz, Çift Mağarada tüm Urfa’yı karşına alıp nargile içmediyseniz, en az kendi dininizden, dilinden olmayan biriyle komşuluk yapmadıysanız, sabah gün ağrırken özellikle Balıklı Gölde gökyüzüne bakınca bir başka, nefes alıp vermediyseniz, kuşların dergahın etrafında muhabbet edercesine ötüşüne şahitlik etmediyseniz, özellikle ama özellikle Ramazan Ayında zikir sesleriyle kuş seslerinin birbirine karıştığını duymadıysanız…
Yazları 60 dereceyi bulduğunda güneş bize cehennemi yaşatabilir, rüzgar fön makinası gibi bedenimize üfleyebilir. Bu sıcaklar gece uyutmaz gündüz yaşatmaz. Kendini; “Yumurtaya can veren güzel Allah’ım orta boy bir deniz şuracığa ne güzel olurdu” derken bulabilirsiniz.
Urfa anlatmakla bitmez ama İbrahim ile Zeliha anlatılmadan olmaz diyor. Peki anlat bakalım diyorum.
İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye, tek tanrı fikrini savunmaya başlayınca, Nemrut tarafından Urfa Kalesinin bulunduğu tepeden ateşe atılıyor. Bu sırada Allah; “ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” emrini veriyor. Bu emir üzerine, ateş suya odunlar da balığa dönüyor. O an Hz. İbrahim bir gül bahçesinin içerisine sağ olarak düşer. Hz. İbrahim’in düştüğü yer Halil-ür Rahman gölüdür. Nemrut’un kızı Zeliha da İbrahim’e inandığından kendisini O’nun peşinden ateşe atar. Zeliha’nın düştüğü yerde de Aynzeliha Gölü oluşmuştur. Her iki göldeki balıklar halk tarafından kutsal kabul edilerek yenilmemekte ve korunmaktadır. Bu nedenledir ki; Urfa için hep aşk şehri derler.
Tıpkı senin gibi diyor Ömer.
"Gökten üç elma düştü, biri anlatana,
biri okuyana, diğeri de dünyadaki bütün aşklara olsun."
Fotoğraflar: Yüksel Gök
19 yıl önce keşfedilmiş doğal cennet
Paylaş