Paylaş
Burası birçok Avrupa şehrinde görebileceğimiz bir nevi marketplace, yani içinde hem yemek yiyebileceğiniz hem de yiyecek içecek alışverişi yapabileceğiniz cornerların olduğu bir pazar yeri. Torvellhorne’u aklımda, gönlümde ve damağımda bugüne kadar gördüklerimden çok daha etkileyici kılan sanırım tattığım herşeydeki olağanüstü lezzetti.
Torvellhorne karşılıklı konuşlanmış iki bina ve bu iki binanın arasındaki minik avluya kurulmuş pazardan oluşan bir lezzet vahası. Burada güne mis kokulu, akıl çelen ekmekten poğaçaya, kurabiyeden foccaciaya binbir türlü hamur işi ile bol kalorili bir başlangıç yapabilir. İsterseniz de granoladan smoothieye, yoğurttan detoks içeceklerine kadar pek çok alternatif bulabileceğiniz fit bir tercihte bulunabilirsiniz
Yok ben klasik kahvaltısız güne başlayamam diyorsanız da karşı binadan alacağınız çeşit çeşit peynir, zeytin ve şarküteri ürünleri ile kendinizce keyifli bir sofra dahi kurabilirsiniz, tıpkı annemin yaptığı gibi. Güne tatlısız başlayamam diyenlerdenseniz, akışkan çikolatası ile çıtır çıtır briocheların, çeşit çeşit kruvasanların, tazecik orman meyveli ya da çikolatalı dev bezelerin yer aldığı cornerlar arasında gel gitli bir kararsızlık yaşayabilirsiniz. Dedim ya burası tam bir lezzet cenneti.
Bu lezzet cennetinden çıkması çok zor olsa da Copenhag sokakları insanı keyifle ve huzurla sarmalamayı bekliyor. Dümdüz bir şehir olan Copenhag adeta yürümek için yaratılmış olsa da bisiklet seçeneğiniz de var elbette. Böylesi lezzetlerin olduğu bir şehirde insanların bu kadar fit kalmasının sebebi de şehrin insanı yürüyüşe kışkırtan yapısı olmalı…
Turunuza Avrupa’nın trafiğe kapalı en uzun alışveriş caddesi olan Stroget ile başlayabilirsiniz. Stroget’te yürürken caddenin ortalarına denk gelen Round Tower’a tırmanabilir, şehri bir de yukarıdan izleyebilirsiniz. Hatta bu yorucu tırmanış sırasında karşılaşacağınız kütüphanede soluklanıp kitaplara göz atarken Danimarkalı ünlü yazar Andersen’in renkli masal kitaplarından birine dahi denk gelebilirsiniz.
Kuleden indikten sonra yolunuza kaldığınız yerden devam ederek kartpostallarda gördüğünüz, rengarenk evlerin yan yana sıralandığı, şehrin ruhunu yansıtan liman Nyhavn’a ulaşabilirsiniz. Burada bir yorgunluk kahvesi ya da içkisi alıp dinlendikten sonra muhteşem fotoğraflar çekerek şehrin simgelerinden biri olan ‘Little Mermaid’ heykeline doğru uzun bir yürüyüşe başlayabilirsiniz. Sonuç ufak bir hayal kırıklığı olsa da yürüyüş yanınıza kar kalacaktır.
Bol yürüşlü, yorucu günün ardından akşam yemeği için soluğu yine Torvellhorne’da alabilirsiniz. Bir kuzey ülkesinde bulunmanın avantajı ile önceliğiniz mutlaka deniz ürünlerinden ve tabi ki sushiden yana olmalı derim. Kuzey Avrupa ülkelerinde elbette ki sushilerin tadı bir başka güzel oluyor ama Torvellhorne’daki sushiler kesinlikle en unutulmazlarınız arasında yerini alacaktır bundan hiç şüpheniz olmasın. Ancak fiyattaki uygunluğun heyecanına kapılıp ölçüyü kaçırmamakta fayda var. Böylesi bir lezzetin ardından neden yeni bir yer keşfedip, tedbili mekan yapmadık diye asla pişmanlık duymayacaksınız.
Copenhag’da geçireceğiniz diğer günlerde ise Tivoli Bahçelerinde çocuklar gibi şen kalabilir, serbest bölge olan Christiania’da farklı bir kuşağa, farklı bir yaşam algısına tanıklık edebilirsiniz. Bir kale bir de saray göreyim derseniz de kraliyet mücevherlerinin sergilendiği Rosemborg Kalesi ve Copenhag’ın ilk yerleşim yeri olan Slotsholmen Ada’sında yer alan Christianborg Sarayı sizi bekliyor olacaktır. Yürüyerek keşfetmenin keyfini yaşadığınız bu şehirde kim bilir belki de yolunuz bir öğlen yemeğinde ya da bir kahve molasında yeniden Torvellhorne’dan geçer.
Fotoğraflar: Sıla UÇAN / www.ucanmutfak.com
Paylaş