Paylaş
San Francisco'ya, İstanbul'dan 14 saat süren uçak yolculuğu ile gidiliyor. Yol uzun ve yorucu. İki ülke arasındaki zaman farkı ise 10 saat. Bu şehir konum olarak Amerika kıtasının en batısında, Kaliforniya eyaletinin kuzeyinde yer alıyor. Derin körfez etrafına kurulan şehrin sahilinden okyanus soğuk su akıntılarının geçmesi şehrin bir hayli soğuk olmasına neden oluyor. San Francisco'ya hangi mevsim gittiğiniz fark etmeksizin sıkı giyinmeyi ihmal etmeyin. Uzun uçak yolculuğu sonrası şehirdeki turuma en merak ettiğim Fishermans Wharf'ta bulunan Pier 39'dan başlıyorum. Burası şehirde en çok turisti barındıran nokta.
İstanbul'da Sirkeci'yi andıran insan yoğunluğu ve balık pazarlarıyla süslü. Pier 39'da gezerken her yerden aynı sesi duyuyorum; hayvan sesi olduğu belli fakat hiç tanıdık gelmiyor. İskelenin sonuna doğru yaklaştıkça görüyorum ki bir sürü denizaslanı güneşin tadını çıkarıyor. Doğal ortamında vahşi bir hayvanı bu kadar yakından ve güvenli bir şekilde izlediğimi hatırlamıyorum. Hemen karşımda ise dünyanın en meşhur cezaevi Alcatraz. Cezaevini ve cezaevinde kalan ünlü suçluları anlatan birçok film çekildi. Tarihte kimsenin buradan kaçmayı başaramaması da şöhretine şöhret kattı. Ben zindan ve cezaevi gibi yerleri gezmekten hiç mi hiç hoşlanmıyorum. Kıyıdan 2 kilometre uzaklıktaki cezaevini bu mesafeden izlemek benim için çok daha keyifli.
Eğer siz gitmek istiyorsanız önceden internet vasıtasıyla biletinizi alın. Nitekim ilginin yoğun olmasından dolayı gişeden en erken 10 gün sonrası için bilet satılıyor. Fishermans Wharf'ta bulunan Boudin, şehrin yemeklerini deneyeceğim ilk yer. İçerisinde enfes ekmekler satan bir fırın bulunmasının yanı sıra barındırdığı Fırın Müzesi de oldukça ilgi çekici. Lezzeti şahane, yemekler sunan bistrosu ise cabası. Anadolu topraklarında yaşayan herkes için ekmek ve ekmek arası kültürünün karşı koyulamaz bir lezzeti vardır. Boudin, çok sevdiğim bir diğer yiyecek olan çorbayı ekmek arasında servis ediyor. Kıtır kıtır lezzet bombası ekmek içinde damakları çatlatan yengeç çorbasının tadı inanılmaz. Keyifli bir yemek tüketiyor olmak beni mutlu etmeye yetiyor.
San Francisco, birçok deprem ve yangın geçirmesi sonrası tamamen yıkılan ve tekrardan inşa edilen bir şehir. Virajsız dümdüz caddeleri ve birbirini nizami kesen sokaklarıyla şehircilik başarısının en güzel örneklerinden. Bu sokakları daha da güzel kılan ise dimdik yokuşları. Khaled Hosseini çocukken tanıştığı San Francisco yokuşlarını Uçurtma Avcısı kitabında "Yokuşun başına geldiğinizde gördüğünüz tek şey gökyüzüydü" diye anlatıyor. Dik yokuşların birinden arabayla inerken yaşadığım sanki uçurumdan düşüyormuş hissi veren o heyecanı unutamayacağım. Sokaklarında arabayla gezmek için bile gidebileceğim bir şey şehir San Francisco.
Birden yolunuzu Cable Car isimli yarı açık tramvayların kestiği, hangi yokuşun zirvesinde deniz manzarasıyla büyüleneceğinizin belli olmadığı sürprizli bir şehir. Girdiğiniz sokağın ismi Lombard ise şanslısınız. Sürmeye devam edin. yokuşu tırmanırken dikiz aynamda Alcatraz bana göz kırpıyor ve tüm manzarayı deniz kaplıyor. Aşağı inmeye başladığımda ise dünyanın en güzel sokağıyla karşılaşıyorum. Etrafını masallardaki kadar güzel evlerin kapladığı, evlerin önünde her yerin çiçek olduğu 8 tane sert virajdan oluşan çok keyifli bir yol. San Francisco sokaklarında sürmeye devam ederken, bu şehrin en meşhuru kırmızı köprüye gitmeden önce yakınlardaki Coit Kulesine gidiyorum. Yukarıdan bakınca her yer beton olmasına rağmen şehre çocukluğumdan gelen bir hayranlık duymam onu bile bana çok beğendiriyor.
Köprüler sadece kıyıları birleştirmeye yarayan betondan duygusuz objeler değildir. Aksine ruhu vardır. O şehrin ruhunu yansıtan, şehre ruh katan simgelerdir. Golden Gate Köprüsü de, en az Özgürlük Anıtı kadar Amerika Birleşik Devletleri'nin simgesi olarak bunu kanıtlıyor. Köprüler benim için her daim hoş görünür ama nedense Golden Gate’i bir başka seviyorum. Uzun süre fotoğraf çekmeden konuşmadan etraftaki başka bir şeyin dikkatimi dağıtmasına müsaade etmeden, karşılaştığım o ilk anın büyüsüyle Golden Gate’i izliyorum. Kaliforniya soğuk su akıntısının şehrin ısı sistemiyle karşılaşmasından dolayı çoğunlukla sisler içinde kalıyor. Bembeyaz sisler içinde beliren kırmızı rengiyle de, güneşli havalarda masmavi gökyüzü altında beliren rengiyle de çok nefis görünüyor. Aslında ne tam kırmızı ne de tam turuncu olan rengi ‘Uluslararası turuncu’ olarak adlandırılıyor.
Golden Gate (Altın Kapı) isminin İstanbul'dan gelen hikâyesi var. 1846 yılında Kaliforniya'daki altına hücum zamanında ünlü bir kaşif olan, Kaptan John C. Fremont'un, yabancıların Golden Horn (Altın Boynuz) diye adlandırdığı Haliç'e ithafla körfezi böyle adlandırdığı, köprünün de ismini buradan aldığı söylenir. San Francisco'nun bir diğer meşhuru ise Bay Köprüsü ama Golden Gate'ten sonra onu anlatmayacağım. Hava kararmaya başladı. Körfezden gelen soğuk rüzgarlar mevsim tanımaksızın üşütüyor. San Francisco'nun eğlence merkezi olan Fillmore sokağındayım. Geçirdiğim muhteşem günü dans ederek kutlayacağım. O meşhur şarkıda da söylendiği gibi; San Francisco’ya gidiyorsan, saçına çiçekler taktığından emin ol…
Paylaş