Paylaş
İstanbul’a üç saat uzaklıktaki Barselona, her mevsim turistlerin gözdesi olmayı başarıyor. Şehre girer girmez Katalan esintileri teninize dokunmaya başlıyor. Avrupa’nın soğuk yapıları yerini sımsıcak, içerisinde onlarca gizemli güzellik barındıran Gaudi dokunuşlu eserlere bırakıyor. Antoni Gaudi, zarif süslemelerin öne çıktığı, doğadan ilham alan, kıvrımların ve bitkisel desenlerin kullanıldığı Art Nouveau akımının öncüsü bir mimar. Eserlerini ortaya koyarken doğayı örnek alarak, dümdüz çizgiler, duvarlar, pencereler yerine; doğadaki ağaçları ve kayaları andıran şekiller kullanıyor. 1852 yılında hayata merhaba demesinden, geçirdiği kaza sonrası La Sagrada Familia Bazilikası’nı yarım bırakana kadar adeta şehri süslüyor. İlk durağımız son eseri La Sagrada Familia’ya (Kutsal Aile Bazilikası) doğru yola çıkalım.
Bazilikanın çok ötesinde La Sagrada Familia
Gaudi’nin hayatını adadığı, yapımı hâlâ süren La Sagrada Familia şehrin simgesi olmayı hak ediyor. Gaudi, 1882 yılında Francisco de Paula de Villar’ın başladığı bazilika inşaatını 1883 yılında devralıyor ve 1926 yılında tramvay kazasında hayatını kaybedene dek 43 sene boyunca büyük emekler veriyor. Sadece bir bazilika yapmanın ötesinde, eserlerini konuşturabilen Gaudi, doğadan aldığı ilham ile üç cephesinde de hikâyeler sunuyor. Bazilika, doğuda doğuşu, batıda tutkuyu, güneyde ise ihtişamı temsil ediyor. Doğu cephesindeki doğuş İsa’nın doğumunu, batı cephesindeki tutku İsa’nın çarmığa gerilişini, güneyde henüz tamamlanmayı bekleyen ve yapımı hala devam eden ihtişam ise Tanrıya giden yolu tasvir ediyor.
Devasa bir karınca yuvasını andıran bazilikanın şekli kumdan kalelerden kayıp giden kumları andırıyor. Kulelerinin en yükseği İsa’yı, ondan biraz daha alçak olanı da Meryem’i temsil ediyor. Tasarlanan 18 çan kulesinin 12’si havarileri, dördü ise dört İncil’i simgeliyor. Eserine uzaktan bakmak için geri geri yürürken tramvayın altında kalan Gaudi’nin ölmesi, bazilikanın kaderini değiştiriyor. Maddi imkânsızlıkların ortaya çıkması, İspanya İç Savaşı’nda bazilika tasarımlarının yanması, Gaudi’nin karmaşık mimari dehasının çözülememesi sebebiyle bazilika inşaatına bir süre devam edilemiyor. Gaudi tekniğinin günümüz teknolojisine adapte edilemiyor olması ise başka bir sorun. Böylece bitmeyen bazilika efsanesi de başlıyor. La Sagrada Familia, Gaudi’nin diğer eserlerinden elde ettiği gelirler dahil bütün parası ve Barçalıların bağışlarıyla yapılıyor. 16 yıllık aranın ardından 1940 yılında tekrar yapımına başlanan bazilika, Papa XVI. Benedict tarafından 7 Kasım 2010 tarihinde kutsanıp bir bölümü ibadete açılsa da bazilikanın inşası hala devam ediyor. Her gün 500’den fazla kişinin çalıştığı bazilikanın, Gaudi’nin yüzüncü ölüm yıldönümü olan 2026 yılında bitirilmesi öngörülüyor.
Büyüleyici güzellik Park Güell
Gaudi, sıra dışı çalışan zihnini Park Güell’e de yansıtıyor. Buradaki eserleri bir insanın hayal gücünün ne kadar ileriye gidebileceğinin en büyük kanıtı. 1900 yılında, şehrin ünlü zenginlerinden Eusebi Güell, ailesinin soyluluk göstergesi olarak Gaudi’ye bir park yapmasını sipariş ediyor. Konut kompleksi olarak tasarlanan parkın yapımına 14 yıl emek harcanmasına rağmen ekonomik zorluklar yüzünden bitiremiyor ve Gaudi’nin tamamlanamayan eserleri arasındaki yerini alıyor. Yapımı bitirilen 2 ev, 3 viyadük, sütunlu salon, meydan ve Guadi’nin evi olarak kullanılan daire 1923 yılında park olarak ziyarete açılıyor. Yapılan iki evden birisi Gaudi'nin kısa süre evi olsa da, şimdi Gaudi'nin eserlerinin sergilendiği müze olarak kullanılıyor.
Gaudi o kadar hassas bir mimar ki, bahçeye yaptığı oturakların konforundan emin olmak için, bahçede çalışan işçileri oturtarak ölçü almış ve konfor testi yapmış. Aradan geçen yüz yıl zarfında yeme alışkanlıklarına bağlı vücut genişlemeleri bu konforu değiştirir mi bilinmez. Park Güell, kapısından adım atar atmaz misafirlerini renk cümbüşü içerisinde karşılıyor. Nereye baksam göz alıcı renkler ve doğadan etkilenen sanat anlayışı (Art Nouveau) beni büyülüyor. Oyuncaksız bir lunaparkta geziyor hissi yaşıyorum. Parkın bahçesinde bulunan teras Barselona'nın sunduğu tüm güzelliklerle dolu. Her yerdeki mozaik kaplamalar ve ilginçleştirilmiş hayvanlar ilgi çekiyor. Park Güell, ziyaretçilere âdeta bir masalda yaşıyormuş hissi veriyor.
Uzaktan bakıldığında doğada kendine yer edinmiş kocaman bir kaya kütlesi: Casa Mila
Gaudi, Barselona'da birçok ev ve apartman yapmış bir mimar. Benim en çok etkilendiğim ve mimari açıdan dehasını en yüksek bulduğum ise Casa Mila (Mila Evi). Dış cephesinin görüntüsünden dolayı La Pedrara (Taş) olarak da anılıyor. Uzaktan bakıldığında doğada kendine yer edinmiş kocaman bir kaya kütlesini andırıyor. Sanki Petra gibi kayalara oyularak yapılmış. Burası 1912 yılında Rose Segimon ve Pere Mila'nın kullanımı için tasarlanıyor. Art Nouveau’nun İspanyol yorumu olan Modernista akımının Barselona’daki en önemli eseri olarak kabul edilmekte.
Gaudi binayı iki parça halinde inşa edip, duvarların taşıyıcı özelliğini ve taşıyıcı kolonları kullanmadan yapmış. Bu da çok geniş alanlar kazanıp, ilham aldığı doğaya benzeyen daha kıvrımlı duvarlar yapabilmesine olanak sağlamış. Evin içerisinde bir tek düz duvar yok. Her yere kavisler verilmiş, Bunu sağlayabilmesindeki en önemli etken ise arklardan faydalanması olmuş. Bağımsız bölümler, yuvarlak bir avluyu çevreleyen daireler halinde inşa edilmiştir.
Gaudi yıllardır süre gelen dikdörtgen ve kare mimarinin kurallarını tamamen yıkmış, tamamen doğa formlarıyla modellenen bir dil oluşturmuş. Böylece masallarda anlatılan güzellikte bir ev çıkmış ortaya. Barselona, Türkiye’den gidecekleri mutlaka bir yerinden yakalayacaktır. Deniz, mutfak, mimari, futbol ve sıcak insanları sizi kendisine âşık edecek. Avrupa’nın güneyinde herkesi bekleyen bir şehir var. Bekletmeyin!
Paylaş