Paylaş
İstanbul'dan çıkışlı bir uçuşta Lizbon'a ulaşmanız beş saat sürüyor. Portela Havalimanı'ndan şehir merkezine hızlıca gidebilmeniz için bütün alternatifler mevcut. Benim size önerim günlük bilet satın alarak metro kullanmanız. 6 Euro ücretle satın alacağınız bilet ile 24 saat boyunca dilediğiniz kadar ulaşım aracı kullanabiliyorsunuz. Daha iyisi, şehirde mutlaka görülmesi gereken asansör kulesine de bu biletle çıkılabiliyorsunuz. Sadece asansör kulesinin tek başına bileti 6 Euro.
Günlük bilet satın almanın avantajıyla havalimanından 35 dakikalık metro yolculuğu ile şehrin merkezi Rua Augusta Caddesindeyim. Rua Augusta Caddesi üzerinde restoran, kafe, bar ve birçok markaya ait mağazalar bulunuyor. Burası şehrin en önemli sosyalleşme noktalarından birisi. Yerdeki kaplamalar enfes güzellikte. Bir kimliği var ve o kimlik şehre de sirayet ediyor. Tarzı olan şehirleri çok beğeniyorum. Caddeyi takip ettiğinizde Ticaret Meydanı'na (Praça do Comércio) ulaşıyorsunuz. Caddenin hemen çıkışındaki ismini caddeden alan Tak, detayları ve etrafındaki renklerle inanılmaz uyumlu. En sevdiğim renk sarıyı Lizbon'da birçok yerde görmek beni mutlu ediyor. Tak'ın içinden geçerken karşınızda Lizbon'a hayat veren Tejo Nehri ve oluşturduğu halici görüyorum. Bu şehri İstanbul'a en çok benzettiğim yer burası oluyor. Samimi ve sıcak insanlarını da eklediğimde bir Akdeniz ülkesinde gibi hissediyorum.
Uzun sayılabilecek bir yolculuğun ardından midemden acıktığıma dair sinyaller alıyorum. İstikamet uzun zamandır listemde yer alan ve karideslerini denemek için sabırsızlandığım Ramiro Restoran. Burası iyi malzemeler kullanmasıyla meşhur. Ana malzeme üzerinde fazlaca sos kullanımı ve malzeme karışımı yapmadan kaliteli pişirme yöntemleriyle damak çatlatan yemekler üretiyor. Çok sade duran karides tavasından dahi şahane tatlar ortaya çıkıyor.
Lizbon, ulaşım aracı olarak kullanabileceğim birçok imkân sunuyor. Şehrin simgesi de olmayı başarmış sarı tramvaylar bunun başında geliyor. İstiklal Caddesi'nde kullandıklarımızın sarısı olmaktan öteye gidemeseler de turistik açıdan önde geliyor. Ulaşım aracı olarak tasarlanıp enfes manzarasıyla turistlerin akın ettiği bir diğer ulaşım aracı ise Elevador de Santa Justa (Santa Justa Asansörü). Eyfel Kulesi'nin mimarı büyük demir ustası Gustave Eiffel'in öğrencisi Raul Mesnier de Ponsard tarafından tasarlanan kule, yukarı mahalle Bairro Alto ile aşağı mahalle Baixa arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak için yapılmış. Fakat sunduğu eşsiz manzara ile asansör olmanın çok ötesinde şehrin gökyüzü balkonu olmuş. Baixa Mahallesi'nin panorama görüntüsü, karşıda Sao Jorge Kalesi, biraz sağında Lizbon Katedrali, Alfama Mahallesi ve Tejo Nehri. Lizbon'da gördüğüm manzaralar eşliğinde bu şehirle sohbet ediyorum.
Lizbon'un sayfiye bölgesi diyebileceğimiz yarım saat uzaklıktaki Belem'e gitmek üzere yola çıkıyorum. Dar sokaklı mahalleler ve nehir boyu takip edilerek süren yolculuk, üstü açık otobüslerle yapılan şehir turlarını andırıyor. Belem'de ilk durak Kâşifler Anıtı (Padrão dos Descobrimentos). Tejo Nehri kıyısında konumlandırılmış bu anıt, Portekizlilerin gurur kaynağı denizci kâşiflerine adanmış. Kaidesi ile birlikte 52 metre yüksekliğe ulaşan anıt, açılmış yelkene benzeyen görüntüsüyle yelkenin hemen dibinde ileriye atılma hareketi gösteren kâşiflere yer veriyor. Anıtta Coğrafi Keşiflerin destekçisi Prens Henry, Hint rotasını keşfeden denizci Vasco da Gama, Brezilya'nın kâşifi Pedro Alveres Cabral, ilk dünya turuna çıkan denizci Ferdinand Magellan, Ümit Burnu'nu ilk geçen denizci Bartolomeu Dias ve diğer denizci ve sanat adamları yer alıyor. Kâşifler gittikleri ülkelere acıdan başka bir şey götürmüş mü bilinmez ama Portekizlileri oldukça mutlu ettiği anlaşılıyor.
Anıtı geride bırakıp nehir boyunda yürümeye devam ettiğimizde karşımızda nazik görüntüsüyle Belem Kalesi (Torre de Belem) çıkıyor. Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan kule, 16. yüzyılda Tejo Nehri'nin giriş çıkışı kontrol etmek amacıyla Vasco da Gama anısına yapılıyor. Kulenin konumu ile ilgili iki iddia söz konusu. Birincisi; nehrin tam orta noktası denilecek bir konumda bulunuyorken, 1755 yılındaki depremde Tejo Nehri'nin yatağının değişmesi sonucu karaya yaklaşmış olması. İkincisi ise; kulenin kıyıya yakın bir konumda adacık üzerine inşa edilmiş olması. İçinde büyükçe bir avlu barındıra kule zindanlara da sahip. Görüntüsüyle en şirin savaş unsuru diyebilirim.
İtiraf ediyorum Belem'e asıl gelme amacım Belem Pastanesi'nin (Pasteis de Belem) damakları şenlendiren Belem Turta'sını (Pastal de Nata) tatmak. Günümüzde sırrını sadece 3 kişinin bildiği bu turta, 1837'den beri adeta sanat galerisini andıran bu pastanede üretiliyor. Hikâyeye göre Jeronimos Manastarı'nda çalışan rahipler şarabı berraklaştırmak için fazla miktarda yumurta akı kullanıyorlarmış. Ellerinde kalan yumurta sarılarını değerlendirmek için de yumurta sarısıyla yapılan birçok tatlı tarifi keşfetmek zorunda kalmışlar. Turta da rahiplerin keşfi olarak manastırda tüketilmiş. 1820 liberal devriminden sonra, Portekiz'deki tüm manastırlar 1834'te kapatılıp, din adamları işsiz kalınca o tarihten sonra Portekiz'de pastane efsanesi başlamış. Önünde her daim uzun kuyrukların olduğu Belem Pastanesi'nde bir masa kapabildiyseniz çok şanslısınız. Elimde birkaç parça Belem Turtası, Tejo Nehri kıyısında yürümeye başlıyorum. Karşımda dimdik duran 25 Nisan Köprüsü her adımda biraz daha devleşiyor. Salazar'ın arkasından el sallarcasına nehrin üzerinden batan güneşe doğru gülümsüyorum. Yeni şehirlerde yeni insanlara doğru gidiyorum.
Paylaş