Paylaş
Hepimiz seyahate çıkmadan araştırır, dergi, blog ve internette bulduklarımızı bol bol okuyup inceleriz. Ama yerellerden ya da daha iyisi bizim gibi yabancı olup o ülkeye yerleşen ve şehri çoktan keşfetmiş olanlardan bilgi bulmamız çok daha zor olur. Halbuki onlar sokak sokak gezmiş, birçok kafeyi deneyimlemiş, arkadaşlar edinip şehrin en iyi yerlerini öğrenmişlerdir. Tıpkı Frank Adrian Barron gibi…
Frank Adrian Barron kimdir, bize kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
- Beş yıl önce San Francisco'dan Paris'e taşındım. O dönemlerde tatlı ile ilgili bir şey yapmıyordum. Sanat tarihi okudum ve bir müzede çalışıyordum. Eşime Paris'ten bir iş teklifi gelince buraya taşındım. Önce bir veya iki yıl kalırız diye düşünüyordum ve o nedenle Fransızca öğrenmek için de büyük bir çaba harcamadım sadece bir semester dil kursuna gittim. Fakat sonra Paris'e aşık olduk, burada birçok arkadaş edindik ve bir yıllığına geldiğimiz Paris maceramızın sonu beş yıllık bir Parizyen hayatına dönüştü.
Instagram'da sizi binlerce insan takip ediyor, peki @cakeboyparis hikayesi nasıl başladı?
- Arkadaşlarımla sürekli Avustralyalı bir arkadaşımızın kafesine gidip kahve içip pasta yiyorduk. Ağustos ayında bir gün gittiğimizde tatlı şefi izinli olduğu için kafede hiç kek veya pasta olmadığını öğrendik. Ben yanında tatlı olmadan kahve ikram edilmez, sana yardımcı olayım deyip kafe için bir pasta yaptım. Hazırladığım limonlu ahududulu pasta müşteriler tarafından o kadar çok beğenildi ki, çünkü klasik Fransız tatlılarından çok farklıydı. Herkes pastayı kimin yaptığını soruyor ve arkadaşım o aslında bir müşterimiz ve adı da Cakeboyparis diye cevap veriyordu. Cakeboy lakabı da bana pasta yemeği çok sevdiğim için arkadaşlarım tarafından çok önceden konulmuştu ve ben de bu isimde bir Instagram hesabına sahiptim. İki gün boyunca yaptığım pastalar Instagram'da o kadar çok paylaşıldı ki, hemen akabinde başka kafelerden de onlar için pasta yapmam istendi ve ben de hobi olarak pasta siparişleri hazırlamaya başladım. Sonra bir gün Alman bir dergi benimle bir röportaj yapmak istedi. Evimde pasta yaparak gerçekleştirdiğim bu röportaj benim için bir dönüm noktası oldu ve bir anda dünyanın her yerinden insanlar beni takip etmeye başladı.
Siz aynı zamanda bir seyahat tutkunusunuz, en favori seyahat rotalarınız nereler?
- Seyahat etmeyi çok seviyorum ve Paris çok merkezi olduğu için birçok yere gitmem daha kolay oluyor. Trene atlayıp Amsterdam'a, Berlin'e veya Londra'ya gidebiliyorsunuz. Ama benim özellikle Güneydoğu Asya'ya karşı özel bir sevgim var. Çünkü üniversitedeyken uzmanlığım Güneydoğu Asya sanat tarihi üzerineydi. Kamboçya, Endonezya, Tayland hep okuduğum ve sevdiğim ülkeler ama en favori yerim Bali... Şimdiye kadar gittiğim en büyüleyici yerdi.
Hiç Türkiye'yi ziyaret ettiniz mi?
- 1,5 yıl önce İstanbul'a beş-altı günlüğüne geldim. Yaş günüm olduğu için en büyük hayalim tekneyle bir boğaz turu yapmaktı ama kaldığımız süre boyunca nisan ayı olmasına rağmen hem hava çok soğuktu hem de sürekli yağmur yağdı. Hava sıcak olur düşüncesiyle yanımızda şortlar, güneş gözlükleri ve ince kıyafetler getirmiştik, tabii alışverişe çıkmak zorunda kaldık. Biz de bu havada yapılabilecek en güzel şeyi keşfedip farklı farklı hamamları ziyaret ettik.
Türk yemeklerini deneyip sevdiniz mi?
- İstanbul'da sanırım en çok çay içtim, özellikle elma çayı. Lokumlara bayıldım, daha önce denemiştim ama Türkiye'dekilerin tadı çok daha lezzetliydi. Ben vejeteryan olduğum için yemek konusu benim için sıkıntılı oluyor ama sahilde çok lezzetli sebze yemekleri yapan bir yer keşfetmiştik ve peynirli pideyi çok sevdim.
Parizyen olmak size ne çağrıştırıyor?
- Açık havadaki kafelerde uzun kahve molaları, şıklık, lezzetli yemekler. Özellikle Amerika'daki yemek alışkanlığından farklı olarak burada yemeklerin uzun uzadıya tadının çıkartılarak yenilmesi bana çok ilginç gelmişti. Bizler hep fast food, atıştırmalık, hatta iş yerlerinde bile masamızda yemek yerken Fransızların yemeğe zaman ayırması, masada yemeleri ve bunu büyük bir keyifle yapmaları en çok hoşuma giden şey oldu. Her şeye rağmen ben kendimi gerçek bir Parizyen gibi hissetmiyorum, uzun yıllardır burada yaşamama rağmen hâlâ tatile gelmişim ve şehrin tadını çıkartıyormuşum gibi geliyor.
Paris'teki en favori mekanları bizlerle paylaşabilir misiniz? Özellikle pasta yapan biri olarak en çok beğendiğiniz patisserieleri merak ediyorum...
- Patisserie konusunda benim favorim kesinlikle Pierre Herme, özellikle Ispahan yani güllü kruvasanına bayılıyorum. Evime yakın olan ve iki kız kardeşin işlettiği Bontemps Patisserie'yi de çok seviyorum. Her zaman taze malzemelerle çok özel ve farklı lezzetler yaratıyorlar. Bir başka favori mekanım da tuzlu karamelleri ile ünlü olan Jacques Genin. Orada çok lezzetli çikolatalar da var ama karamelleri inanılmaz lezzetli ve passion fruit veya hiç aklınıza gelmeyecek sebzelerden bile karameller yaratıyor bu mekan. Favori gezilecek mekanlarım ise Rodin Müzesi ve bahçesi. Palais Royal yine favori mekanlarımdan ve Cafe Kitsune'de kahve içmeyi çok seviyorum. Özellikle sonbaharda orası çok keyifli oluyor. Belki çok klişe ve turistik olacak ama Ile Saint Louis'de gezmeye bayılıyorum. Orası bana belki Hollywood filmlerinden dolayı gerçek Paris'i hissettiriyor. Ve her bisikletle geçişimde durup manzaraya bakıp "Vaaayyy işte Paris" diyorum.
Son olarak Paris'te hiç kimsenin bilmediği gizli mekanlarınız var mı? Gerçi bizlerle paylaşınca artık pek gizli olmayacaklar ama...
- Broken Biscuits bir karı kocanın işlettiği sadece iki sandalyenin sığdığı ufacık bir tatlı dükkanı. Ben gazetemi alıp orada keyif yapmayı çok seviyorum. Bir pasajın içinde olduğu için bu dükkan gerçekten de gizli bir köşe gibi. Broken Biscuits aslında bir tatlı atölyesi ve başka cafeler için orada tatlılar hazırlıyorlar ama oraya gidip hem tatlı hem de harika bir kahvaltı edebiliyorsunuz.
Bir Ana Tanrıça şehri
Paylaş