Kâşiflerin şehri Lizbon

Lizbon, Akdeniz’e kıyısı olmayan bir Akdenizli, bir masal diyarı... İstanbul gibi, bu şehir de yedi tepe üzerine kurulmuş, ihtişamıyla nam salmış tarih boyunca. Yedi tepeden açtığı kollarıyla kucaklamış üzerinde yaşayanlarını. Size bu hafta şehirde bulunan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmiş iki eser olan, Belem Kulesi ile Jeronimos Manastırı ve etrafındaki yerleri anlatacağım.

Haberin Devamı

Tarih boyunca yolu düşmeyen kalmamış Portekiz’e. Keltler, Fenikeliler, Yunanlar, Romalılar ve Vizigotların olmuş Portekiz. 711 yılında Arapların eline geçmiş ve etkisini hala hissedebileceğiniz bir dönem başlamış. Keşifler zamanında uzak diyarlara giden kocalarını bekleyen gözü yaşlı kadınlara omuz vermiş şefkatle yaslamaları için başlarını... Yalnız kaldıklarında ‘fado’nun hüzünlü ezgileriyle, kavuştuklarında sevinç çığlıklarıyla çınlamasına izin vermiş yedi tepesinin...

Kâşiflerin şehri Lizbon


Bizim Boğaz’ın yerini tutamasa da geniş bir nehir var kentin ortasından geçen. Tejo Nehri... Hatırı sayılır bir yeri var şehirde. Etkileyici güzellikteki bu doğal liman, gemilere erzak sağlamak için ideal bir yerleşim imiş zamanında. Araştırmacılara göre Lizbon, Fenike dilinde “Güvenli liman” anlamına geliyor zaten. Hepimizin ihtiyacı olan güvenli limanlardan birini doğa kendisi hazırlamış Lizbonlulara, iltimas geçmiş Avrupa’nın en ucuna.

Lizbon’un Kız Kulesi

Belem Kulesi, şehrin sembollerinden biri kabul ediliyor. Portekiz Kralı I. Manuel, Tejo Nehri’nin kıyısında 30 metre yüksekliğinde bir kale olarak inşa ettirmiş. Sonraki yüzyıllarda deniz feneri, hapishane, gümrük kontrol noktası olmuş. Kimse restoran yapmaya kalkmamış neyse ki! Halat şeklinde işlenmiş taşların olduğu burçlarda Arap etkisi var, şehrin pek çok yerinde pek çok eserinde rastladığımız gibi. 16. yüzyıl Portekiz mimarisini yansıtması açısından önemi olan bir eser.

Kâşiflerin şehri Lizbon


Dışarıdan bakıldığında sade ve küçük gibi ama aslında içi sizi şaşırtacak kadar kocaman, üstelik şık süslemelerle bezeli. Denildiğine göre büyük depremden önce İstanbul Boğazı’ndaki Kız Kulesi gibi bu kule de suda, nehrin ortasındaymış. Depremde sahil ile birleşmişse de, şimdilerde gelgit etkisiyle zaman zaman öpüşüyor nehir ve kule. Restoran yapmadıkları gibi bir de 1983’te Dünya Kültürel Mirası Listesi’ne almışlar. Bu listeye girmeye hak kazanan bir diğer yapı ise olağanüstü mimarisi ile Jeronimos Manastırı.

Hindistan’ın baharatı ile hayat bulan manastır

Portekiz’in altın çağı olan keşifler döneminin en muazzam örneklerinden biri bu manastır. Adını denizcilerin yol göstericisi olduğuna inanılan ve Anadolu’da da yaşamış Aziz Jerome’dan almış bu yapı. 32 metre yüksekliğinde ve 12 metre genişliğindeki iki katlı manastırı Vasco De Gama’nın Hindistan seferinden dönüşü anısına yapmışlar. 70 yılda biten manastırın inşaat masraflarının büyük bir kısmını Hindistan’dan getirilen baharatın geliri ile karşılamışlar. Yapının dış cephesindeki palmiye ve baharat ağaçları kabartmaları, Hindistan ve Afrika seferlerini anımsatmak için tasarlanmış.

Kâşiflerin şehri Lizbon


Denizcilik motiflerinin de olduğu binanın dışında dondurma külahını hatırlatan bezemelerle süslü koniler var. Bu görkemli katedralin içinde pek çok Portekiz kral ve kraliçesinden başka Vasco De Gama’nın mezarı da var. Portekiz sanatının en güzel örneklerini temsil ettiği için listeye dahil edilmiş bu görkemli manastır ve katedrali.

Portekiz kâşifleri

Portekiz Kâşifleri Anıtı, Jeronimos Manastırı’nın önünde Tejo Nehri kıyısında. Aslında çok eski değilse de Lizbon’un simgelerinden biri bu anıt. 1960 yılında yapılmış. Sahilden açılan büyük bir gemi şeklinde, yaklaşık 50 metre yüksekliğindeki eser, Portekiz’de ilk denizcilik okulunu kuran Denizci Henry dedikleri Prens Henrique el Navegante’nin ölümünün 500. yıldönümünde yapılmış. Portekizli ünlü denizci ve bilim insanlarının 15. ve 16. yüzyıllarda yaptıkları keşiflerin anısına ithaf edilmiş ve çok etkileyici bir görüntü katmış meydana. Portekiz Dünya Fuarı için tasarlanmış aslında. Anıtı çoğu kâşifin seferleri için yola çıktığı Belem isimli bu bölgeye özellikle yapmışlar.

Bir pastaneden bir efsaneye

Jeronimos Manastırı’nı gezdikten sonra gelin hemen yakınlardaki pastanenin bir efsaneye dönüşünün öyküsünü anlatayım size. Burası 1837’de kurulan Belem Pastanesi yani ‘Pasteis de Belem’. İçerisi ilk kurulduğu yıllardaki gibi, aynı sadelik ve mütevazılıkta. 400 kişilik yer var ama hep tıka basa dolu. Hafta içi 20 bin, hafta sonları ise 50 bin adet turta satıldığı söyleniyor. Belem turtası, çanak şeklinde milföy benzeri bir hamurun içinde muhallebi kıvamında fırınlanmış özel bir krema aslında. Hazırlaması tam iki gün sürüyormuş. Üzerine tarçın ya da pudraşekeri ekerek yemeyi seviyorlar. Tarifi hiçbir yere yazılmıyormuş. Dünyada bu tarifi bilen yalnızca dört-beş kişilermiş. Hiçbir zaman hepsi bir arada aynı uçağa, aynı arabaya binmez, aynı yemeği yemezlermiş. Gerçekten çok özel olan bu turta gurmeler tarafından dünyada tadılması gereken 20 lezzetin arasında gösteriliyor.

Yazarın Tüm Yazıları