Eylül öyle güzelsin ki…

Ülkemizde sonbaharın tadı bir başka oluyor. Geçen haftaki yazımda size doğa içinden rotalar önermiş, bağbozumu yapmaya davet etmiştim. Bu hafta da birlikte bu topraklardan geçen medeniyetleri hatırlayalım. Yüzyıllar öteden hikâyeler, sonbaharın ılık rüzgârlarıyla fısıldasınlar kulağımıza...

Haberin Devamı

Anadolu’yu nasıl tanımlarsın deseler; medeniyetlerin, tarihin, dinlerin, hikâyelerin, efsanelerin beşiği derim... Farklı coğrafyalardan göçle bu topraklara gelen her topluluk bir iz bırakmış. Mısır, Ege ve Yunan medeniyetlerine yakın konumu farklı kültürlerle kaynaşmasını sağlamış. Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu topraklar İpek ve Baharat yollarının denize açıldığı yer olmuş. Ticaret, savaşlar ve göçler insanlık tarihine şahitlik etmiş bu toprakları beslemiş. Adları, kahramanları, dilleri değişse de âdetler, hikâyeler, ninniler kalmış bize miras. İşte bu sebeple Anadolu, hem kültürler arası bir köprü hem de zamansızlığın sembolü, dünü bugüne taşıyan bir zaman tüneli gibi.

5 bin yılda dokuz şehir

Homeros’un ‘İlyada’sını elimize alalım ve bu destanın içinde kaybolalım. Troya’nın öyküsü çok büyüleyici ama şehirdeki kalıntılar biraz hayal kırıklığı yaratıyor. 1996’da UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınan Troya’da yapmanız gereken, hayal gücünüzü kullanıp bu eserlerin binlerce yıldır burada olduğunu düşünmek. Mitolojiye göre Zeus, dünyanın ilk güzellik yarışmasında üç tanrıçadan birini seçme görevini Paris’e verilir. Kendisine dünyanın en güzel kadını Helen’i teklif eden güzellik tanrıçası Afrodit, verdiği rüşvet sayesinde ödülün sahibi olur. Ve Sparta Kralı Menelaus’un karısı Helen kaçırılıp Troya’ya getirilir. Bunun üzerine kral karısını ve şerefini kurtarmak için ordularıyla beraber Troya’ya yelken açar. 10 yıl süren savaşta iki taraf da bir sonuç elde edemez. En sonunda Yunan tarafı bir hileyle geri çekiliyormuş gibi yapar ve Troya’nın kapısına tahta bir at bırakır. Zafer sarhoşluğuna eğlenceler de eklenince Troya halkı gecenin ilerleyen saatlerinde sızıp kalır. Gerçek zaferse şehrin içine alınan atta saklanan Yunan askerlerin olur.

Troya tarih boyunca çok sayıda şehrin üst üste kurulduğu bir yerleşim. 5 bin yıllık süreçte dokuz farklı şehir kurulmuş. Savaşın geçtiği dönem 6. şehir ve yaklaşık olarak MÖ 1250 yılları. Şehir çok sayıda lidere ve medeniyete ev sahipliği yapmış, sonra unutulup gitmiş. İnsanlar bir efsane olarak bakmışlar bu isme, ta ki Schliemann adında bir adam ortaya çıkana kadar!

Tapınağın altında...

Çanakkale’den Assos’a doğru giderken doğayla uyum içindeki Selçuklu köprüsünün üzerinden Assos’un silüeti çıkar karşınıza. Tepe üzerinde hâkim konuma sahip antik kente girdiğinizde şehrin en yüksek noktasındaki Athena Tapınağı’na gidin. Bu güzel tapınağın altında oturun ve armağan ettiği zeytin ağacıyla Atina şehrine adını veren bilgelik tanrıçasına sevgilerinizi gönderin. Troya Savaşı’nda Troyalı yiğitlere tuzaklar kurup Yunanları destekleyen Athena, arkadaki Kaz Dağları’nda düzenlenen ilk güzellik yarışmasında üç adaydan biri olmuş. Günbatımında buradan, kadın şair Sappho’nun yaşadığı Midilli Adası’nı izleyin. Kafesinden oteline her şeyin çok ortalama olduğu sahile inip bir kafede oturabilirsiniz. Geceyi ev sıcaklığındaki, yeşil ve mavinin iç içe olduğu bir cennette, Simurg Inn’de geçirebilirsiniz.

Eylül öyle güzelsin ki…


Adatepe isimli vaha

Kaz Dağları ve Edremit Körfezi manzarasına hâkim bir konumdaki Adatepe’de çoğu Rumlardan kalan 400’den fazla evin büyük bir kısmı restore edilmiş. Dünyanın oksijen oranı en yüksek yerinde, Zeus Altarı’ndan olağanüstü manzarayı seyredip meydandaki asırlık çınar altındaki kahvelerde nostaljiyi yaşayın. İda Blue Hotel son zamanlarda sık sık gittiğim huzur dolu bir vaha.

Papirüs gelmeyince
parşömeni icat ettiler

İzmir’e bağlı Bergama’daki antik şehrin dünya tarihinde çok önemli bir yeri var. O dönemde dünyada iki büyük kütüphane mevcutmuş. Biri 500 bin kitap kapasiteli İskenderiye, diğeri de 200 bin kitaplı Bergama. Mısırlılar kendi kütüphanelerinden daha büyük olacak kaygısıyla Bergama’ya papirüs ihracatını durdurmuşlar. Kral II. Eumenes, hemen papirüsün yerine geçecek bir şey bulmalarını emretmiş. Çözüm olarak kurutulmuş hayvan derisi kullanmaya başlamışlar. Buna da parşömen demişler. Dünyada ilk defa parşömen sayesinde yaprakları üst üste koyup ciltlemek mümkün olmuş.

Burayla ilgili başka ilginç bilgiler ise şöyle: Akropol’deki Trajan Tapınağı 1900 yıllık görkemiyle tepeden tüm şehri selamlarken, Asklepieion ise MÖ 4. yüzyıldan kalma eski bir hastane. Girişine “Ölüm buraya giremez” yazmışlar.  Buradan Efes’e geçin… Önce Yunan, sonra Roma medeniyetlerine kucak açmış ve onların eserleriyle donatılmış bir antik yerleşim yeri Efes. Dünyanın yedi harikasından biri olan ve adını bölgeden alan İyon tarzı kolon başlıklarının üzerinde göğe doğru yükselen Artemis Tapınağı, şehrin hem gurur hem de zenginlik kaynağı olmuş. Efes dışında, Meryem Ana’yı Efes’e getiren, St. Jean’ın kilisesini ve 1375’te inşa edilmiş İsa Bey Camisi’ni ziyaret edebilirsiniz.  Şirince’deki Güllü Konakları en iyi adreslerden. 2009’da şov dünyasının en ünlü isimlerinden Oprah Winfrey’i götürmüştüm Güllü Konakları’na. Manzaraya nazır Türk kahvelerimizi yudumlarken “Burası tıpkı Toskana gibi” demişti.

Eylül öyle güzelsin ki…


2.500 yıllık şehir orijinal halini koruyor

Söke’deki Priene, Menderes Nehri’nin limanını yok ettiği, Mykale Dağı’nın yamaçlarına kurulmuş ve benim için Anadolu’daki favori yerleşimlerden biri. Dünyada ilk olarak 2.500 yıl önce Milet’te kent planlamacısı Hippodamos tarafından uygulanan ızgara şehir planıyla inşa edilen şehir orijinal halini koruyan nadir yerlerden.
Bunun en büyük nedenlerinden biri de Romalıların şehre fazla ilgi göstermemiş olması. Priene’deki 5 bin kişilik antik tiyatroyu, şehrin koruyucusu olan Tanrıça Athena’ya ve Demeter’e adanan tapınakları mutlaka görmelisiniz.

Yazarın Tüm Yazıları