Paylaş
Macellan 1520’de gittiğinde, gördüğü Kızılderili ateşlerinden dolayı ‘Ateş Toprakları’ demiş bölgeye. Sonra da bakmış yerlilerin ayakları giydikleri çarıklardan dolayı daha da büyük gözüküyor, İspanyolca ayak anlamına gelen ‘pata’dan yola çıkarak onlara ‘Patagon’, memleketlerine de ‘Patagonya’ adını vermiş. 19’uncu yüzyıla kadar insanlar daha ziyade keşif gezileri için bu bölgeye gitmiş. Buharlı gemilerle okyanus aşırı seyahatlerin daha kolay hale gelmesi, Eski Dünya’dakileri daha bilinmeyen yerlere doğru yönlendirmiş.
1810’da özgürlüğüne kavuşan Şili, bakmış ülkenin güney bölümleri elden gidiyor, Patagonya’nın kendi kısmına kuzeyden yerleşimciler yollamaya başlamış. Falkland Adaları’ndan getirilen koyunlarla hayvancılık, ardından balıkçılık, ormancılık, kömür derken bölgede ciddi bir hareket başlamış. Bugün en önemli gelir kaynaklarından biri de turizm.
Arjantin’le Şili arasında kalan ve Antarktika’nın yukarısında, dünyanın en güney noktası olan Patagonya sadece adının cazibesinden dolayı bile gidilebilecek bir yer. Doğal güzellikleriyle ilgi merkezi olan bölgede penguenlerden balinalara, denizaslanlarından bir tür sukuşu olan kormoranlara yüzlerce farklı canlı yaşıyor.
Her yıl milyonlarca turist Patagonya’da göllerden şelalelere, buzullardan karlı zirvelere, görsel bir şölenin tadını çıkarıyor. Bölge büyük bir coğrafyaya dağıldığından sıcaklık bulunduğunuz yere göre değişebiliyor. Ocak ayında Puerto Madryn’de 28 derecelerde olan hava Ushuaia’da gece 5 dereceye kadar düşebiliyor. Aralık ayında güney yarımküreye yaz daha yeni gelmiş olsa da dışarıda lapa lapa kar yağabiliyor! 22 Haziran’da da ‘en uzun gece’ partisi var. Gecenin uzunluğu 18 saati geçiyor.
Dünyanın sonu: Ushuaia
Adı ‘Batıya sokulan körfez’ anlamına gelen Ushuaia’ya (Uşuaya okunuyor) 1871’de Anglosaksonlar gelmiş. Önce İngilizcenin hâkimiyeti söz konusuyken sonrasında bayrağı İspanyolca devralmış. Dünyanın sonuna nasıl olsa kimse gelmez deyip Ushuaia’yı 1947’ye kadar büyük bir hapishanenin bulunduğu bir yerleşim olarak kullanmışlar. 1980’lerde 8 bin kişi yaşarken turizmin gelişmesi ve Antarktika’ya giden gemilerin bu limandan kalkmasıyla nüfus da 60 binlere çıkmış.
Ushuaia’ya turistlerin yüzde 30’u cruise yolculuğuyla ulaşıyor. Buzul kaplı 1500 metrelik zirveleriyle Fuegan Ant Dağlar’ına sırtını yaslamış olan şehirde her şey ‘dünyanın sonu’na endeksli. Beagle Kanalı’nda katamaranla bir tur yaptığınızda sizi önce Dünyanın Sonu Deniz Feneri’nin yakınına götürüyorlar. Limandaysa ‘Dünyanın sonu limanına hoş geldiniz’ tabelası karşılıyor ziyaretçileri. Sahilde koskocaman ‘Ushuaia dünyanın sonu, her şeyin başlangıcı’ yazıyor. Tüm hediyelik eşyalarda da dünyanın sonuyla ilgili yazılar var. Önerim ‘Sonlar yeni başlangıçlardır’ mottosunu hatırlamanız ve anacadde San Martin üzerindeki güzel dükkânların keyfini çıkarmanız.
Şehirden 15 dakika uzaklıkta, Tierra del Fuego (Ateş Toprakları) Milli Parkı var. İçindeki ‘dünyanın sonu treni’yle parkı gezebiliyorsunuz. Park, tilkisinden ördeğine, lama benzeri guanakodan kunduzuna hayvanların etrafta huzur içinde dolaştığı yeşil bir cennet. Roca Gölü mavisiyle insanı büyülüyor.
Macellan penguenleri
Patagonya’nın Arjantin’deki kısmı Rio Negro (Kara Nehir), Neuquen, Chubut, Santa Cruz (Kutsal Haç) ve Tierra del Fuego isimli beş bölgeden oluşuyor. Buenos Aires’ten 1350 kilometre uzaklıktaki Puerto Madryn’e gitmek için önce Trelew’a uçmanız gerekiyor.
Trelew’a iki saat mesafedeki Punta Tombo, Macellan penguenlerinin yaşam alanı. Kışın Brezilya sahillerinde yaşayan bu penguenler ilkbahara doğru Patagonya sahillerine göç ediyor. 18 penguen çeşidinden biri olan Macellan penguenlerinin boyları 45 santim civarında ve 20 yıl kadar yaşıyorlar. Küresel ısınmaya bağlı mevsim değişiklikleri bu hayvanların güneye dönüşünü her sene daha da zorlaştırıyor ve maalesef türleri için ciddi bir tehlike oluşturuyor.
Punta Tombo’ya giden yolda sert esen rüzgârlar dolayısıyla genelde bodur ağaçlar ve değişik hayvanlar var. Sürüler halinde dolaşan guanakolar görüyorsunuz. Yünleri çok değerli çünkü bir guanakodan senede ancak 300 gram yün çıkıyor. Mara dedikleri yabani tavşanlar da ortalıkta dolaşıyor. Devekuşuna benzeyen reaların dişileri ise yumurtlama döneminden sonra kaçıp babayı yumurtalarla baş başa bırakıyor. Etrafta yavrularla dolaşan bir ebeveyn rea görürseniz anlayın ki o fedakâr baba.
Puerto Madryn’den yaklaşık bir saat mesafedeki Valdes Yarımadası enteresan bir yer. Bir tarafında San Jose Körfezi var ki Antoine de Saint Exupéry’ye ‘Küçük Prens’i yazarken ilham kaynağı olmuş. Diğer tarafında da Nuevo (Yeni) Körfezi var, burası da balinaları seyretmeye gidebileceğiniz bir yer. Puerto Madryn’den 100 kilometre uzaklıktaki Puerto Piramides’den teknelerle açılıp yavrularına yüzmeyi öğreten 30 ton ağırlığında, 16 metre boyundaki balinaları görebiliyorsunuz. Yarımadanın ucundaki Caleta Valdes’de de denizfilleri var, bunlar dev boyuttaki foklar...
Paylaş