Paylaş
20 milyon turist
Guggenheim Müzesi yavaşça akan Nervion Nehri’nin kıyısında yer alıyor, güneş ışınları titanyum kaplaması üzerinde adeta dans ediyor. Müze ABD’li Guggenheim Vakfı’nın New York ve Venedik’ten sonraki üçüncü müzesi. Düzensiz eğrisel biçimlerin hakim olduğu yapı, ünlü mimar Frank Gehry tarafından tasarlanmış. 1997 yılında tamamlanan binanın mimarisi içinde sergilenen 20. yüzyıl çağdaş sanat eserlerinden çok daha fazla üne sahip. Bilbaolular dünyaya sanayi ve sanatın bir arada nasıl harmanlanacağını göstererek ders vermişler.
Aslında Gehry dış cephe kaplamasında kurşun bakır alaşımı kullanmak istemiş. Ancak çoğu ülkede bunun kullanımının yasaklanmasıyla farklı bir malzemeye ihtiyaç duymuş. Alüminyumu düşünmüş önce ama rengi değiştiği ve kirliliğe dayanıklı olmadığı için uygun bulmamış. Paslanmaz çeliği de binanın konumu ve Bilbao’nun ışık koşulları nedeniyle beğenmemiş. Titanyumun yağmurda altın rengini alması Gehry’nin aradığı cevabı bulmasına yetmiş. Böylece ışıkla malzemenin oyununu izleyebilmemizi sağlamış.
Işık ve renk oyunları
Camlı dış cephe düzenlemelerinde kullanılan üçgen ve kırık cam kompozisyonları güneş ışığını, farklı açılarda kırarak unutulmaz ışık oyunları yaratıyor. Baş döndürücü kıvrımları ve mimarisi çok çarpıcı olan müzenin yapılmasını istemeyenler çıkmış başlangıçta ama 100 milyon dolarlık maliyet kendini üç yılda amorti etmiş ve bugüne kadar 20 milyon civarında kişiyi ağırlamış.
Dışarıdaki eserler
Müzenin hemen girişindeki 12 metrelik çelik, toprak ve binlerce çiçekten oluşan yaşayan bir yapıt niteliğindeki Jeff Koons imzalı köpek müzenin bekçisi gibi. Fransız sanatçı Louise Bourgeois’nın annesine adadığı Maman yani “Anne” adlı örümcek, 1999 yılında yapılmış. Bronz, mermer ve çeliğin kullanıldığı eser yaklaşık 9 metre. Örümceklerin ağları hem yavrularına bir yuva hem de avlanmak için bir tuzak. Sanatçı eserinde anneliğin hem koruyucu hem yırtıcı yönünü betimlemiş. Örümceğin ince bacakları kırılganlığı, çelik olmaları ise dayanıklılığı simgeliyor. Pekçok yapıtı İstanbul’da da sergilenen Anish Kapoor’un havuzun ortasına yerleştirilmiş 13 metre yüksekliğindeki eseri, paslanmaz çelikten yapılmış kürelerden oluşuyor. Küreler üzerine yansıyan şehir manzaraları ziyaretçilere insan gözünün her zaman doğruyu göremeyebileceğini anlatıyor.
Serra’nın eseri
Müzenin ilgi alanı 20.yüzyıl çağdaş sanatı. Yerleştirme ve benzeri sanat objeleri, resim ve heykellerden daha fazla. Pek çok galeri var içeride. En büyüğü ve ilgi çekeni ise heykeltraş Richard Serra’nın bu müze için tasarladığı kalıcı sergisi The Matter of Time’ın yer aldığı uzun galeri. 2005’te tamamlamış Serra bu enstalasyonu. Galerinin tamamı, heykel alanının bir parçası olarak kabul ediliyor. Serra, insanların heykellerin arasından ve içinden geçişine göre konumlandırmış çalışmasını.
Üç kata yayılan sergi galerileri ana avlunun çevresinde bulunuyor. Her kat asansörlerle ve geçitlerle birbirine bağlanıyor. Müzede toplam 20 sergi salonu, bir oditoryum, restoranlar ve de mağaza var. Bilbao’ya milyonlarca turistin gelmesini sağlayan Gehry, Kıraç ailesi için bir müze tasarımı yaptı. İstanbul Tepebaşı’ndaki TÜYAP’ın yerine planlanan bu proje maalesef bürokratik engeller yüzünden hayata geçirilemedi. İstanbul’dan direkt uçuşla gidebileceğiniz Bilbao’nun 1,5 saat yakınındaki San Sebastian’a gitmeyi de unutmayın. Gastronomi merkezi olan bu şehirde Arzak, Kokotxa, Elkano, Akelarre, Martin Berasategui ve Mugaritz gibi Michelin yıldızlı restoranlar bulunuyor. Arzak’ta yer bulamazsanız sahibi Elena’ya benden selam söyleyin, giderken de yanınızda çok sevdiği baklavadan bir kutu götürün. Vaktiniz varsa oradan da Fransa’nın en güzel şehirlerinden biri olan 45 dakika mesafedeki Biarritz’e gidin.
Peki kim bu Basklar?
Bask Bölgesi, 1979’daki özerklik yasası ile üç eyaletin birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir federasyon aslında. Başkenti Vitoria. Bilbao ve San Sebastian bölgenin önemli şehirleri. Resmi dil Baskça ve İspanyolca. Bask bölgesi, kişi başına düşen gelirle İspanya’nın en zengin yerlerinden. Fakat zamanında pek çok Basklı güvenlik nedeniyle bölgeden ayrılmış. Abaza’larla akraba oldukları ve Kafkasya’dan geldikleri düşünülen Bask halkı İspanya’nın en eski halkı. Ataları binlerce yıl önce bu topraklarda önemli bir medeniyet yaratmışlar. 8. yüzyılda İberya’yı işgal eden Araplar’a karşı büyük bir direniş göstermişler. 1202 yılında bugünkü İspanya Krallığı’nın temeli olan Kastilya Krallığı’na katılmışlar. Ama hep özerk yapılarını sürdürmüş Basklar. 1876’da özerkliğin toptan kaldırılmasıyla, Basklar arasında ulusalcılık hızla yayılmış.1959’da ETA’lı yıllar başlamış. İspanya ve Fransa sınırları içinde yaşayan Basklara ait bağımsız bir devlet kurmak için yola çıkmışlar. Önce ülkeyi 1975 yılında kadar diktatörlükle yöneten Franco’ya karşı silahlı mücadeleye girmişler, sonra da eylemlerini İspanya geneline yayan bir terör örgütü haline dönüşmüşler. Yaklaşık yirmi yıl boyunca eylemlerini sürdüren örgüt, 2006 tarihinde ‘süresiz ve kalıcı ateşkes’ ilan etti. O yıllarda terör Bask Bölgesi’nin en önemli sorunuydu ancak bu hava yerini huzura ve barışa bıraktı.
Bask kültürü
Sanayi geliştikçe yerel kültürde elbette yıpranmalar olmuş. Ama dağ köylerinde Basklar’ın kendine özgü yaşamı devam ediyor. Bask yemekleri ve geleneksel pişirme yöntemleri, Bask mimarisine göre yapılmış evler hala var. Bu pastoral yaşam sizi kendinizden geçirecek. Katolik olan Basklar’ın genellikle üflemeli ve vurmalı çalgılar kullandıkları müzikleri büyük ölçüde dinin etkisinde. Bask şarkılarında aşk, doğa ve ulusal özlemler konu olarak seçiliyor.
Paylaş