Paylaş
Barselona dimdik ayakta..
Barselona her şeye rağmen çok güzel...
Terörizmden nasibini alan son şehir olan Barselona, İspanya’nın 17 özerk bölgesinden biri olan Katalanya’nın başkenti. Barselona deyince akla, yaşamın tadını çıkarma konusunda uzman insanlar, Akdeniz cıvıltısı, tapas barlar, La Rambla’da piyasa yapan yığınlar ve şehrin adeta sembolü olan La Sagrada Familia (Kutsal Aile) Katedrali geliyor.
Güneşin yıl boyunca ısıttığı, doğanın cömertçe davrandığı bu kent 1992 Olimpiyatları dolayısıyla yapılan makyajın ardından, dünyanın en güzel şehirleri arasında kendine sağlam bir yer edindi. Önce en önemli meydan olan Katalanya’dan geçip, şehrin en kalabalık caddesi Las Ramblas’da dolaşın. Terör kurbanları anısına bırakılan çiçekleri göreceğiniz bu 1250 metrelik yolun sonunda bulunan Kristof Kolomb anıtı var. Caddede yürürken St. Joseph Boqueria isimli çok ilginç pazarda alışveriş yapanlar, Plaça Reial’da keyif çatanlar görsel bir zenginlik katacak yaşamınıza. Dar sokakları geçtikten sonra ulaşacağınız Bari Gotic (Gotik Bölge) geçmiş yüzyılların ipuçlarını serecek gözlerinizin önüne. Burası tarihi katedralin de olduğu yer.
Barselona’da sanat şehrin can damarı… Gaudi’nin eserlerini tavaf ettikten sonra Pablo Picasso’nun müzesini gezin. Vell Limanı diye Türkçeye çevirebileceğimiz bu yerdeki, Moll d’Espanya ve Maremagnum komplekslerinde bulunan restoranlardan birini tercih edebilir ya da dükkânları gezebilirsiniz. Hemen yandaki binada ise ‘Akvaryum’ ve ‘IMAX Tiyatrosu’ bulunuyor.
‘Montjuic Tepesi’ geçen yer yıllarca askeri alan olarak kullanıldığından fazla yapılaşma olmamış. Tepeye çıkmak için şehrin ikinci önemli meydanı olan Plaza d’Espanya’dan geçebilirsiniz. Tam karşınızda eski bir saray olan Katalanya Milli Sanat Müzesi var. Müzenin önündeki ‘Sihirli Çeşme’de (Fontana Magica) akşamları ses ve ışık gösterileri yapıyorlar. Yokuştan çıkarken, sol kolda Poble Espanyol (İspanyol Köyü) kalacak. Burada İspanya’nın değişik köşelerinin mimari özelliklerini taşıyan binalar var. Tepeye doğru çıkmaya devam edin. 1992 Olimpiyatları’nın yapıldığı yere geldiniz. Beyaz garip kule, mimar Santiago Calatrava’nın eseri olan telekominükasyon kulesi. Stad ise 1929’da yapılmış ve hala kullanılıyor. Botafumeiro, Travi Mar, El Asador de Aranda, Can Travi Nou ve Barceloneta sevdiğim restoranlar. El Nacional’in içinde iyi mekânlar var.
Aşkın adresi Paris
Paris dünyanın en etkileyici şehirlerinden biri! O kadar güzel ki Fransızların o burunları havada tavırları bile bu muhteşemliği gölgeleyemiyor. Işıklar şehri Paris, mimari görkemin, kültürün, entelektüalitenin, moda ve yemek sanatının zirvesi olmanın bilincinde ziyaretçilerini baştan çıkararak harika bir keşfe davet ediyor.
Her biri ayrı bir sanatsal şaheser olan etkileyici binaları bir tabloya bakar gibi özenle inceleyebilir, Paris’i simgeleştiren Eiffel Kulesi’nin tepesine çıkabilirsiniz. Şehrin olmazsa olmazları Arc de Triomphe (Zafer Takı), Louvre Müzesi, Versailles Sarayı ve şehrin biricik tepesinde konuşlandırılmış Sacre Coeur’ü (Kutsal Kalp Kilisesi) ziyaret edebilirsiniz. Güncel mekânlardan Pompidou Merkezi’ni, La Defence bölgesini ve Bilim Kompleksi’ni görebilirsiniz. Yerel lezzetleri tadabileceğiniz, her zevke ve bütçeye hitap edebilecek kafe ve restoranlarda soluklanmayı unutmayın. Sanat için yaşayanlardansanız şehirde 150’nin üzerinde sanat galerisi ve müze bulunuyor.
Üniversite denilince ilk akla gelen isimlerden biri olan Sorbonne’a uğramayı ihmal etmeyin. Neredeyse sokağı bir baştan bir başa kaplayan binanın da adı gibi görkemli olduğuna siz de tanıklık edin. Çocukluğunuza geri dönmek ve şehrin doğu çıkışındaki Disneyland’a gitmek size güzel bir hediye olacak.
Paris’i çok şık ama bir o kadar da pahalı restoranlarla hatırlamak istiyorsanız, size beş tane farklı seçeneğim var: Taillevent, La Tour D’argent, Guy Savoy Restaurant, Le Grand Vefour ve Le Jules Verne.
Aristokrasinin merkezi Londra
Londra çok farklı dönemlerin izlerini taşıyan bir dünya şehri ve her mevsimde ayrı güzel! Gökkuşağının her tonunun olduğu bir parklar şehri Londra. Kensington Gardens’dan başlayıp Hyde Park’dan geçip, St. James Park’a gider, şehir merkezinin büyük bir kısmını görmüş olursunuz.
Dünyanın en pahalı şehirlerinden biri olan Londra’nın her köşesi görülmeye değer dolayısıyla geniş bir zamanı hak ediyor. Sadece müzeleri gezmek bile başlı başına bir olay. Müzeler listesinize dünyanın en büyük koleksiyonlarından birine sahip olan, Efes’teki Artemis Tapınağı’nın ve Bodrum’daki mozolenin de bazı bölümlerini bünyesinde bulunduran British Müzesi’ni mutlaka koyun.
Madame Tussauds balmumundan yapılmış ve gerçeğe çok yakın olan heykelleriyle ilginizi çekebilir. Trafalgar Meydanı’nda bulunan Milli Galeri (National Gallery) 15.-19. yüzyıl arasındaki Avrupalı ressamların müthiş eserlerine ev sahipliği yapıyor. Galeride bir Türk halısına kollarını dayamış olarak resmedilmiş olan büyükelçiler, adlarını taşıyan resimde devleşiyorlar.
Eğlenceye zaman ayırmak için birbirine çok yakın olan, Soho, Leicester Meydanı ve Covent Garden civarında dolaşın. Londra’nın finansal merkezi City de ise 110 metre yüksekliğindeki kubbesiyle dünyanın en büyük kiliselerinden biri olan St. Paul’s var. 1894’de yapılan ve Londra’nın sembolü sayılan Kule Köprüsü (Tower Bridge) ve devamında, Thames Nehri kenarında dokuz yüzyıllık Londra Kulesi ( Tower of London) bulunuyor.
Düz bir şehir olan Londra’yı bir de tepeden görmek isterseniz, Big Ben ve Parlamento’nun karşı tarafında South Bank Centre’da bulunan London Eye isimli dönme dolaba binebilirsiniz. 135 metrelik dünyanın bu en büyük dönme dolabından şehrin eşsiz manzaralarını görebilirsiniz. Yemeğe düşkün olanlar veyemeğe yatırım parası ödemek isteyenler için Chiltern Firehouse, Berner’s Tavern, Heston Blumenthal, River Café, Scott’s, Restaurant Gordon Ramsay favorilerim.
Tarihin beşiği Roma
Roma, İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulmuş bir şehir. Keşfe başlamak için en iyi yer şehrin kurulduğu tepe olan Palatinus.
Bulunduğunuz yerden Roma Forumu’nu seyredebiliriz. Forum eski Roma’da şehrin siyasi, ticari ve hukuki merkeziymiş. Bugün kalıntı olarak gördüğünüz bu yer halkın gününü geçirdiği, toplandığı, sözleştiği cıvıl cıvıl bir alanmış.
Roma’nın tarihi simgesi olan Colosseum’un esas adı Flavius Amfitiyatrosu. İlk önce tiyatro gösterilerini sunmak için yapılmış. Daha sonra gladyatörlerin dövüştüğü alan haline gelmiş. Trastevere bir zamanlar esas Romalıların oturduğu yer olarak bilinen, genç ve yabancıların çok rağbet ettiği, Roma’nın en eski ve popüler semti. Dapdaracık Orta Çağ sokakları Roma’da çok sevilen, rengârenk bir yer! Roma’nın renkli ve şen meydanlarından Campo dei Fiori eski Roma kalıntılarının üzerine kurulmuş binaların, Orta Çağ hanlarının ve Rönesans konaklarının birarada bulunduğu bir semt!
Navona Meydanı, Campo dei Fiori’ye çok yakın. Ve barok dönemin en güzel örneklerinden biri... Ortada Mimar Bernini’nin dünyanın dört büyük nehrini ( Ganj, Nil, Tuna, Rio de la Plata) betimleyen çalışması ve iki yanında da çeşmeler var. Pantheon, Roma mimarisinin bir harikası olarak bugünlere kalabilmiş. Nicola Salvi, Trevi Çeşmesi’ni 1762’de tamamlanmış. O zamanlarda sanat eserlerinde tabiatı ve mitolojiyle ilgili konuları yansıtmak modaymış. Trevi bunun en güzel örneklerinden biri. Buraya gelen herkes Roma’ya yeniden dönmek için sırtını çeşmeye dönüp sağ elinle sol omuzunun üstünden çeşmeye parayı atıyor. Trevi’den çıkıp İspanyol Merdivenleri’ne gitmek üzere Barberini Meydanı’ndan geçin. İspanyol Merdivenleri’nin (Piazza di Spagna) tam karşısında moda dünyasının merkezi sayılan Via Condotti ile ona paralel şık alışveriş sokakları bulunuyor.
Özgürlükler şehri Amsterdam
Venedik’ten daha fazla kanalıyla, Paris’den daha fazla köprüsüyle, Avrupa’nın en çekici ve heyecanlı şehirlerinden biri Amsterdam. 1200’lü yıllarda Amstel Nehri’nin ağzında sulak araziler üzerinde bir balıkçı kasabası olarak kurulmuş. Kentin kalbi Dam Meydanı… Meydanın kalbinde ise Kraliyet Sarayı var. 1655 yılından beri burada. Bina aslında Belediye Sarayı olarak Jacob van Campen tarafından planlanmış. Napolyon’un kardeşi Louis Bonaparte tarafından bir saraya yakışır şekilde yeniden tasarlanmış. Yanı başındaki Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) meydanın bir diğer incisi.
Amsterdam Centraal dedikleri kentin ana istasyonu 1889 yılında açılmış ve şehrin en önemli simgesi olan eski limanın yerini almış, deniz ulaşımının yükünü tamamıyla ortadan kaldırmış. Amsterdam’ın uluslararası tren bağlantısı bu istasyondan başlıyor. Tren istasyonu olmasının yanı sıra bina, 19. yüzyıl mimarisinin en güzel örneklerinden biri olma özelliğine sahip. 8600’den fazla ahşap kazık ile desteklenmiş, üç yapay ada üzerindeki istasyonun ikiz kuleleri ile orta bölümündeki muhteşem tasarım bir zafer takı gibi görünüyor.
Kırmızı Fener Mahallesi’nin adı denizcilere hizmet eden hayat kadınlarının evlerinin dışına astıkları kırmızı fenerlerden geliyor. 1478’den itibaren hayat kadınlığı o kadar yaygınlaşmış ki bu konuda önlemler almaya gerek duyulmuş. Belirlenmiş olan alanların dışına çıkan kadınlar trampet ve düdükle uyarılarak geri yollanıyormuş. Bu bölge aynı zamanda mağazalar, restoranlar ve iş yerlerine de ev sahipliği yapıyor. Akşamları daha çok yetişkinlere yönelik eğlence ve şovlarla mahalle çok renkli bir hale geliyor. Efsane sanatçıların, efsane eserlerini görmek istiyorsanız müzeler şehri Amsterdam’da Rijk,Van Gogh ve Hermitage görmeniz gereken müzeler. Ama geniş zaman ayırmayı unutmayın. Her biri başlı başına dünyanın önemli müzelerinden ve muhteşem eserlere sahipler.
Paylaş