Anadolu vicdanının ve hoşgörüsünün sesi: Mevlana

Dünya için de bizim için de 2020 zor bir yıl oldu. Ama gelin yine de yıla kırgınlıkla değil hoşgörüyle veda edelim ve “Ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana’nın zamansız ve mekânsız çağrısına kulak verelim. Bu ay dünyanın büyük bir bölümünde İsa’nın doğumunu temsil eden Doğuş Bayramı kutlanırken, bu heyecana Mevlana’nın kavuşma günü olan ‘Şebi Arus’ coşkusunu da ekleyelim. Tarihi M.Ö. 7000’lere dayanan ve yüzyıllar boyunca ev sahipliği yaptığı uygarlıklarla ‘medeniyetler ve dinler beşiği’ haline gelen Konya, sadece Mevlana’yla değil tüm bu tarihi mirası harmanlayan kültürüyle de kucak açacak size.

Haberin Devamı

Konya bana göre Türkiye’nin en mistik, huzurlu ve misafirperver kentlerinden biri. Hitit, Lidya, Pers gibi büyük uygarlıkların yaşadığı şehir, Selçuklu’ya da iki asırdan fazla başkentlik yapmış. Hıristiyanlığın önemli azizelerinden Tekla’nın ev sahibi Konya; en önemli azizlerden Pavlus ve Barnabas’ı da ağırlamış. Konya yaklaşık 4 bin yıl önce Hititlerin vatanı olmuş. O dönemde adı ‘Kuwanna’. Tarih boyunca birçok farklı adı olmuş; ‘ikonların şehri’ anlamında ‘Iconium’, Bizans İmparatorluğu döneminde ‘Tokonion, Cogna, Konien’ gibi. Araplar ise ‘Kuniya’ demiş. Şehir geçmiş adlarına çok benzeyen şimdiki isminiyse Selçuklu döneminde almış; Osmanlı da aynı adı kullanarak Konya demiş bu güzel kente. Şimdi bir gezinti yapalım, Mevlana’dan başlayıp kentte görmemiz gerekenleri keşfe çıkalım.

Anadolu vicdanının ve hoşgörüsünün sesi: Mevlana


Evrensel hoşgörü

“Ölümsüz aşk istiyorsan, ölümsüze âşık ol. Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil. Sen adanmış ve yanmışsan bu uğurda, aşk sana uzak değil!” Ömrünü ilahi aşka adamış, ölümünü en mutlu gün diye beklemiş evrensel bir sevgi timsali Mevlana. Ölümünün 747’nci yılında, bir kez daha törenlerle anılacak. Bu yıl sınırlı sayıdaki katılımcıyla yapılacak kutlamalara katılanlar fark edecek ki Mevlana demek biraz da Konya demek, Konya demekse Mevlana demek...

Mevlana 1207’de bugünkü Afganistan’da âlimler şehri Belh’te doğmuş. Ailesi Moğol istilasından kaçarak Konya’ya sığınmış. Mevlana ‘efendi, önder, rehber’ anlamlarına geliyor. Özellikle Batı dünyasının onu anmak için kullandığı ‘Rumi’ lakabıysa “Rum ülkesinden ve Anadolulu” anlamlarına geliyor. Bu lakap ömrünü Konya’da geçirdiği için verilmiş. Konyalı manasına gelen Konevi, Hüdavendigâr, Hünkâr, Şeyh, Hazreti Pir de onun için kullanılan sıfatlar arasında.

Mevlana hep çok sevilen ve sayılan bir İslam âlimiymiş. O meşhur sözüyle gelişimini anlattığı hamlıktan pişmeye, sonra da yanmaya giden yolda ışığı Tebrizli Şems olmuş. Ancak müritleri, ondaki değişimden ve Şems’le olan yakınlığından çok rahatsız olmuş ve onu Konya’dan ayrılmaya zorlamış. Şems’in gidişiyle kahrolan Mevlana’nın eskiye dönmediğini gören müritleri pişman olup af dilemişler ve Mevlana’nın oğlu Sultan Veled, Şems’i bularak Konya’ya dönmeye ikna etmiş. Ne var ki bu geri dönüş uzun sürmemiş ve Şems birkaç ay sonra sonsuza dek gitmiş. Bir kısım tarihçiler Mevlana’nın müritlerinin Şems’i öldürdüğünü düşünüyor; bu görüşe katılmayanlar Şems’in tekrar Konya’yı terk ettiğini ve izini kaybettirdiğini anlatıyor.

Anadolu vicdanının ve hoşgörüsünün sesi: Mevlana


Pandemide Şebi Arus

Şems’i bir daha yitirmek Mevlana’nın hayatını tamamen değiştirmiş. Her şeyden elini eteğini çekip 25 bin beyitten oluşan ‘Mesnevi’yi yazmış. Mevlana için gerçek aşkın anlamı Allah’a duyulan aşk;  ölümse Allah’a kavuşacağı gün. Şiirlerini okuyanların hasret ve vuslat vurgusunu fark etmemesi mümkün değil. İşte bu yüzden ölüm yıldönümü 17 Aralık bir yas günü olarak görülmüyor,  düzenlenen Şebi Arus törenleri de ‘düğün gecesi’ anlamına geliyor. Pandemi, bu yıl Şebi Arus’u da etkiledi. Her yıl yapılan konser, sohbet, türbe önü buluşmaları gibi etkinlikler yapılamayacak. Kültür Bakanlığı, Konya Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği törenler dijital platformlardan canlı olarak yayımlanacak.

Anadolu vicdanının ve hoşgörüsünün sesi: Mevlana


Çinisine bak sarayını anla Kubâdâbad Sarayı

Mevlana törenlerinin ardından Konya’daki zengin tarihin izlerini sürmek için gideceğiniz çok yer var. Beyşehir Gölü’nün güneybatısındaki Kubâdâbad Sarayı, 1. Alaeddin Keykubad tarafından 1226-1236 arasında yaptırılmış. Türklerdeki saray külliyesi örneklerinin en eskilerinden biri kabul ediliyor. Birçok kez kazı çalışmalarının başlayıp durduğu sarayın külliyesinde; renkli camlar, kürkler, alçı dekorasyonlar, sikkeler ve çiniler bulunmuş. Sarayın duvarlarını süsleyen çiniler şaheser olarak kabul ediliyor. Bu çinilere bakarak buranın bir zamanlar son derece görkemli bir şekilde dekore edildiğini söylemek mümkün. Burada ele geçen eserleri, günümüzde çini müzesi olan Karatay Medresesi’nin ev sahipliği yaptığı Konya Karatay Müzesi’nde görebilirsiniz.

Geziyi uzatmak isterseniz...

İnsanlığın en eski izleri
Çatalhöyük

Konya’nın tarihi değerini anlamak isteyenler Çatalhöyük’ü ziyaret etmeli. İnsanların mağaralardan çıkıp toplu halde yaşamaya başladıkları, tarım yaptıkları, hayvanları evcilleştirdikleri ve yerleşimin yaklaşık 1700 yıl kesintisiz sürdüğü bir yer burası. Neolitik çağın dünyadaki en gelişmiş örneklerinden biri olan ören yerinde, olay betimleyen duvar resimlerinin dünyadaki en eski örnekleri bulundu. Çumra ilçesinin Küçükköy mevkisindeki Çatalhöyük’ü ziyaret edenler biraz hayal kırıklığı yaşayabilir. Burada Efes, Bergama ve Afrodisyas’ta gördüğünüz görkemli Roma eserlerini bulamayabilirsiniz. Ama unutmayın ki Çatalhöyük’te bulunan her şey onlardan 6-7 bin yıl daha eski. James Mellaart tarafından 1958’de bulunan Çatalhöyük’te yerleşim yapısı bugünkü şehircilik anlayışından çok farklı. Evler genelde iki oda ve duvarları birbirine bitişik. Penceresi olmayan evlere çatılardan girilmesiyle meşhur bu yapılarda çatılar aynı zamanda yürüyüş yolu görevi de görmüş. Etraftaki vahşi hayvanlardan korunmakmış amaç. Samanla karıştırılıp güneşte kurutulan tuğlalar ana malzemesi olmuş yapıların. Benzer şekilde yapılmış kerpiç evler bugün hâlâ Konya ve civarında görülebiliyor, kültürün devamlılığının bir kanıtı gibi. Çatalhöyük, 2012 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde. Bu noktada müzeden de bahsetmek yerinde olur. Konya Arkeoloji Müzesi kapılarını ilk kez 1901 yılında açmış. 1927 yılında Mevlana Müzesi’ne taşınan eserler, 1962 yılındaysa bugünkü yerine kavuşmuş ve Türkiye’nin zengin arkeoloji müzelerinden biri olmuş. Çatalhöyük ve Karahöyük kazılarından çıkan buluntular, prehistorik ve eski tunç çağı eserleri salonlarında sergileniyor.


Anadolu vicdanının ve hoşgörüsünün sesi: Mevlana


Geçmiş zaman kiliseleri

Anadolu her köşesinde bir sürpriz gizliyor. Konya’dan yaklaşık 50 kilometre mesafedeki Gökyurt’ta Kapadokya’dakileri andıran kiliseler var. Tek fark, bunlarda fresklerin olmayışı… Gökyurt şimdiki adı, eski adıysa Kilistra. Burayı size 15 Kasım’da yayımlanan sayımızda ‘Klistra: Bir küçük Kapadokya’ başlıklı bir yazıyla detaylı şekilde anlatmıştım. Bu köyde arkeolojik çalışmalar devam ediyor ve köy sit alanı. Gökyurt’u gezdikten sonra Sille’ye uğramayı da unutmayın. 13 ve 14’üncü yüzyıllardan kalma önemli Selçuklu eserlerinin bulunduğu Karaman’ın yakınındaki Binbir Kilise çok sayıda kilisenin olduğu, Bizans döneminden kalma sıradışı bir yerleşim.
Konya’nın Selçuklu Belediyesi’nin bir mahallesi olan Sille, şehirden 12 kilometre uzaklıkta. Bugün bir müzeye dönüştürülmüş olan Aya Eleni Kilisesi, Sille’de görülmeye değer yerlerden. 327’de Bizans İmparatoru Konstantin’in annesi Helena, hac için Kudüs’e giderken Konya’ya uğramış. İlk Hıristiyanlık çağlarına ait mağaralardaki mabetleri görmüş ve burada bir ibadet yeri yaptırmaya karar vermiş. Kilisenin vaaz kürsüsünü, duvarlardaki freskleri ve ikonaları görmeden geçmeyin çünkü hepsi birer sanat eseri. Hazır Sille’ye gitmişken yakınlarındaki tropikal kelebek bahçesine de uğramanızı öneririm.

Anadolu vicdanının ve hoşgörüsünün sesi: Mevlana


Selçuklu ve Osmanlı camilerinin en güzel örnekleri bir arada

Konya Bizans’tan sonra ihtişamlı Selçuklu hâkimiyetine geçmiş. Birbirinin ardı sıra eşsiz güzellikte camiler, medreseler, kervansaraylar yükselmiş şehrin her yanında. Bugün Konya’yı camileri olmadan düşünmek mümkün değil. Hem Selçuklu hem de Osmanlı döneminde yapılan çok sayıda cami var kentte. Eğer mimariye meraklıysanız, Alaaddin Camisi’ni mutlaka görmelisiniz. Anadolu Selçukluları döneminde yapılan Konya’nın en büyük ve en eski camisi. Şehir merkezine yüksekten bakan eski bir höyüğün, Alaaddin Tepesi’nin üzerinde. Bu tepede cami dışında pek çok önemli eser de var. Hepsine birden Alaaddin Manzumesi deniyor.
13’üncü yüzyıldan kalma İplikçi, Sahip Ata, Sadrettin Konevi camilerini de listenize ekleyin. Konya’daki en etkileyici dini yapılardan biri de taşıdığı manevi değer itibariyle Şems-i Tebrizi Camisi ve Türbesi; Şems Parkı’nın içinde...Osmanlı döneminden kalan camiler içindeyse klasik Osmanlı mimarisinin izlerini görebileceğiniz Selimiye Camisi dikkat çekiyor. Şehirde en beğendiğim camilerden biri de Aziziye Camisi. Cami barok, ampir ve rokoko üslubunun çok zarif bir kombinasyonu. Osmanlı’dan kalma en büyük dini yapı Kapı Camisi’ni de ziyaret etmeyi unutmayın.

Yazarın Tüm Yazıları