Paylaş
Granada özenle günümüze kadar bozulmadan gelmiş. Heyecanlıydım. Narın bir parçası olmak, inanılmaz bir düzen içinde dizilmiş tanelerin arasına sıkışıp ‘Ben de buradayım’ demek için yola koyuldum. Aşk’tır Granada, baştan çıkarır. Saatlerce bir çeşmenin önünde durur, bakakalır, şiir yazdırır şair yapar sizi, bir manzarasında kaybolur resim çizer ressam oluverirsiniz, ordularınızı gönderir, savaşlar yaparsınız, şehir sizin olmalıdır yani velhasıl, uğruna adınızı tarihe bile yazdırır. İspanya’nın Endülüs Özerk Bölgesinde yer alan bu kent tarihi, mistik havası, Endülüs Emevilerinden kalan ve UNESCO Dünya Mirası Listesinde ki El Hambra Sarayı,
(Alhambra) cenneten bahçeleri, çay kokan labirent sokakları, yaşam tarzı, geçmişi ve doğası ile büyüleyicidir. Sierra Nevada dağının eteğinde, Beiro, Darro, Genil ve Monachil nehirlerinin kesişim noktasında konumlanmıştır. Yol boyunca zeytinler o kadar çoktu ki, sanki Dünya’nın bütün zeytin ağaçları buradadır sanırsınız. Uzaktan karlı zirvesiyle görünen Sierra Nevada, yaklaştıkça daha da heybetleşiyor, yemyeşil tarlalar, uçsuz bucaksız arsalar, gelin gibi süslenmiş ağaçlar sizlere ‘Yanılmadın, Granada’dasın ve hoşgeldin’ dercesine bekliyorlardı.
Kent neredeyse yönetiminde 8 asır boyunca süren, Arap hanedanlarının, en son kaybettiği şehir olarak bilinmektedir. Araplardan, Yahudilere, çingenelerden Katoliklere çok çeşitli ırklara ev sahipliği yapmış. Tabi bu uzun dönem süren ev sahipliği, bugün Granada sokaklarında kendini size her köşede hissettiriyor. Her tepeden, başka bir manzarayla karşılaşmanız mümkün. Albaicin Mahallesi bunlardan biri. Granada içinde ayrı bir dünya burası. El Hambra Sarayını karşıdan görebileceğiniz bir tepe üzerinde kurulmuş bembeyaz bir mahalle. Arap döneminde Müslümanların, şimdilerde ise Yahudilerin yaşadığı bu bölgede ‘Carmenes’ isimli çok yüksek duvarlı, iç avlularında limondan nara, portakaldan asmaya meyve ağaçlarının yer aldığı, iç bahçe, süs havuzlu, sevimli, beyaz evler. Aynı zamanda meydanlar, meydanlarda ki kafeteryalar, tavernalar ortamın huzurunu iki katına çıkarıyor. Mirador de San Nicolas (seyir noktası) adeta son vuruş gibi. Karşınızda, tüm ihtişamıyla El Hambra Sarayı. Gün batımı vaktinde varmanız önerim, batmaya başlayan güneşle sarayın değiştirdiği renkler,yansımalar, kahverenginin birden kırmızıya, toprak renginden, turuncuya dönmesi, El Hambra Sarayını daha da ihtişamlı, anı daha da ölümsüz kılıyor. Bir de bu ortama, Flamenko müziği ve dansı ile doğaçlama olarak dansını yapanlar eşlik edince inanın, zamanı ne olur durdursunlar diyorsunuz…
Gerçi belki de zamanın durduğu bir yer Granada’da El Hambra Sarayı (Alhambra). Endülüs’ün baş tacı. Kale, saray ve büyüleyici bahçelerden oluşan bir yapı. Kalem ile çizilmiş, suluboya ile boyanmış. İhtişamın, asaletin, yaratıcılığın en güzel örneği. Granada şehrini panoramik görebileceğiniz bir konumda, adeta Granada içinde başka bir Granada. Arap kültür ve sanatının dünyada ki en başarılı örneklerinden biri. Müslümanların İspanya hükmünden önce, bir Roma şatosundan (Alcazaba) ibaret olan bir yapı. 1237 yılında Arap Hanedanlığından, Nazarilerin kralının, yönetimi Albaicin tepesinden buraya taşımasıyla gelişmeye başlamış. Saraya dönüştürülen kule, 14.yy’ın ortalarına kadar değişik krallar tarafından park, bahçeler, avlular ve yeni saraylar eklenerek büyümüş. Bu süre içerisinde Nazari Krallarının yönetim noktası, evi, ofisi olarak kullanılmış. 1492 tarihinde şehrin düşmesiyle,Kraliçe İsabel ve Kral Ferdinand’a devredilen Saray, Katolik kültüründen beslenmiş ve bugün ki halini almış. En az 1 gün ayırmanız gereken bir saray. General Life (hükümdarların dinlenmek için kullandığı yazlık Saray), Nazri Sarayları, Charles Sarayı (Katolik döneme ait en önemli bölümlerden biri) ve bitmek bilmeyen labirent bahçeler, havuzlar. Cennet gibi!
Araplar, Yahudiler, Hristiyanlar… Peki ya Çingeneleriyle Sacramonte Mahallesi. Çok değişik. 18.yy’ın başlarında çingenelerin geldiği ve yaşamaya zorlanıldığı bir çeşit getto aslında bu mahalleler. Günümüzde ise ‘Mağara Ev’ olarak bilinen bu bölge, duvarlarında bakır kap kaçakların asıldığı, Flamenko gösterilerinin yapıldığı, her ne kadar turistik olsa da görmenizi, havasını solumanızı önerebileceğim atmosferlerden birine sahip.
Granada sanat, Granada kültür, Granada tarih, öyle ki şair, yazar ve tiyatro yönetmeni Garcia Lorca’nın en önemli eserlerini yazdığı yazlık evi, bugün müze olarak olarak Granada’da ki yerini almış. O kadar güzel korunmuş ki sanki hala Lorca ailesi orada yaşıyormuş hissi uyandırıyor. Görselliğin ihtişamına bir de baharat kokuları eşlik etmesin mi? La Alcaiceria (Arap Baharat Pazarı) Nueva Meydanı ile Bib Rambla Meydanı arasında kalan sokaklar sizi başka başka diyarlara taşıyan baharat kokularıyla karşılıyor. Takılar, halılar, semaverler, bazen derinden duyduğunuz Arapça sohbetler, Avrupa’nın tam ortasında Doğu sentezini yaşamanın şaşkınlığına dönüşüveriyor. Arap el işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olan renkli seramik tabaklar, ağaç işleri, ‘Farolas’ olarak bilinen rengarenk lambalar, etnik kıyafetler ve ‘Teteria’ adını verdikleri çayhaneler çok keyifli. Bu caddelerde yürümek, zaman geçirmek bir an için bile olsa oralı gibi hissetmenize yetiyor.
Granada Doğu ve Batı kültürünün bir arada yaşandığı bir şehir. Sokak yaşamı, müzikle besleniyor. Doğasını, tarihini korumuş ve gururla sergiliyor. Durgun ve naif. Gözünüzün doyacağı manzaralar, kulaklarınızın pasını silecek nağmeler, özlediğiniz kokular Granada’da. Özlem gidermek için Granada derim. Granada’ya gidin derim.
Paylaş