Paylaş
Sabahın ilk saatlerinde adaya varmayı tercih etmelisiniz. Akdeniz koca ve durgun bir göl gibi sizi karşılar, aslında bu duruş Akdeniz’in nazlıca size ‘Hoşgeldin’ deyişidir. Ada sakindir, ada lavanta kokar, ada yaz demektir, ada yeniden doğmak gibidir. Ayak basar basmaz o huzur zaten sizi sarar sarmalar. Özel bir havası, enerjisi, kokusu vardır buranın. Her daim yaz mevsiminin başka bir adıdır sanki. İlk sizi karşılayan ve merhaba diyen Santa Maria Palma Katedralidir. La Seu Katedrali olarakta bilinir. Roma Katolik Kilisesi olan bu görkemli yapı, 1601 yılında tamamlanmış ve Katalan Gotik tarzda inşa edilmiştir. Dönem Endülüslerinden kalan bir camiinin yerine yapılmıştır. 1901 tarihinde ise, Barcelona’da bulunan ve ‘Bitmeyen Kilise’ olarakta adlandırılan Sagrada Familia’nın mimarı, Antoni Gaudi, restorasyondan 50 yıl sonra Mallorca’ya çağrılmış, ve bu katedralde bir çok şeyi değiştirmeyi başarmıştır. İslami bir kale olan ve hemen katedralin karşısında bulunan Palau de l’Almudaina devasal duruşu, iç avluları ve bahçeleri, süs havuzları ile en az Katedral kadar görkemlidir.
Palma’da sokaklar her daim keyiflidir. Her bir köşede, tarihi bir detayla karşılaşmanız mümkündür. Ada ziyaretinizde muhakkak X.yy’dan kalan Arap Hamamlarına da uğramalısınız. Eski bir villanın bahçesine itina ve özen ile yerleştirilen bu hamamlar, döneminde hem yıkanma, hem de buluşma noktası olarak kullanılmış. Portakal, palmiye ve kaktüs ağaçlarıyla orta avlusu, hafızalarınızda, görsellikte hep ilklerde yer alacak. Palma’nın dar sokaklarında kaybolmalı, butik dükkanlardan hatıralar satın almalı, Passeig del Born’da yaz kokulu bir limonata içmeli, yat limanı bölgesinde muhakkak bir akşam yemeği eşliğinde, adanın bu güzel kentinin tadını çıkarmalısınız. Tabi Plaça de Cort’ta yer alan 1000 yıllık zeytin ağacının önünde de bir fotoğrafınız olmalı!
Gelelim sona bıraktığım ve en çok sevdiğim bölümüne, kristalimsi sular, bakir koylar ve vahşi doğa...Sierra Tramontana, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan dağlara ve bu dağların arkasında sizi bekleyen, hayrete düşüren manzaralara…Ada da sınırsız sayıda, irili ufaklı koy ve geniş plajlar var. Geniş plajlara değil, ulaşımı zor, sınırlı sayıda kişi alabilen küçük, bakir koylara yönelmelisiniz. İşte o zaman ada da olduğunuzu hissedeceksiniz.
Tramontana… Mallorca adasının mücevheri, zümrütü. Yılanımsı kıvrak virajlar…Dik dağlar, bir noktaya kadar ulaşan koyu yeşil çamlar, masmavi gökyüzü, ağustos böcekleri eşliğinde keyifli bir yolculuk. Adanın bu yüzü en sevdiğim ve heyecanla beklediğim bölümü. Mallorca’da koylara ulaşmak kolay değil, ama ulaştığınız zamanda yollara değdiğine hak vereceksiniz. Dağların kalbinde kalan pitoresk köyler, yol boyunca hayal kurmanız için en yakın arkadaşınız olacaklar. Hem anın tadını çıkarmak, hem de bir an önce cennete varmanın telaşını inanın yaşayacaksınız. Yolun sonunda en sevdiğim koylardan ‘Cala Sa Calobra’ bizi bekleyen çünkü. Karşılaşacağınız mavinin mi desem, yeşilin mi daha doğru olur, bilemedim renk kartelalarında yeri yok. Sadece burada bu renk, inanın!! Gri dağların denize düşen gölgesi, sabah sakinliği ve dağların arasından oyulmuş tünellerin serinliğinde ‘Yuppppiiiii, sonunda bu’ dedirten ruh hali. Görmelisiniz, gitmelisiniz, harikulade. Buna benzer koylar ada da çok. Her yıl gitmeme rağmen her gidişimde farklı birine gitmek ve hep aynı duyguyu yaşamak, sizce de şaşırtıcı değil mi? O güzel sularda yüzmek, manzaraya birden deniz tarafından bakmak…
Pitoresk köyler, kasabalar demişken tabi ki Valldemossa’ya uğramadan dönmemelisiniz. Mallorca ile Soller kentlerine eşit uzaklıkta olan bu ortaçağ kasabası, denizden yüksektedir ve dağların eteklerinde kurulmuştur. Taş evler, taş kaldırım sokaklar, kırmızı başta olmak üzere her renkten çiçeklerle bezenmiş balkonlar, masal içinde masal gibi. Atmosferin farklı bi huzuru var. Burayı özel kılan nedenlerden biri de ünlü besteci Frederic Chopin burada yaşamış ve ölümsüz bestesi ‘Prelude’ü burada bestelemiş olması. Sevgilis George Sand ile yaşadığı La Cartuja Manastırı (Real Cartuja de Valldemossa), 19.yy ‘da özel müşterilerin kabül edildiği bir inziva oteli olarak hizmet vermiş, bugünlerde ise kaldıkları iki oda Chopin Müzesi olarak ziyarete açık. Chopin’in çalıştığı odalar, hatta piyanosu bile burada.. Onun anısına her yaz Ağustos döneminde Chopin Müzik Festivali ile Valldemossa daha da büyülü bir hal alıyor.
Valldemossa tadında köyler ve kasabalar düşünün…Dört bir yanınız ise Akdeniz. Şairlerin, müzisyenlerin, yazarların yaşadığı ve izlerini bıraktığı topraklar. Bugün günümüzde bile bir çok ünlünün, jet sosyetinin mekan olarak seçtiği güzel Mallorca. Yat limanları, doğası, kültürü ile zengin. Her gittiğimde aynı heyecanı yaşatan ve tekrar tekrar gideceğim, başka yerlerini keşfedeceğim diyerek bitiremediğim, listemde hep olan bir destinasyon. Frederic Chopin, tek değilsin inanJ Paris’te ki dostuna, mektubunda yazdığı gibi:
Palmiye, sedir, zeytin, portakal, limon, narlar arasındayım. Seralarda görebildiğimiz ağaçlar çevremde. Deniz lacivert, dağlar zümrüt yeşili, hava cennetteki gibi ılık. Asmalı balkonlarda, Araplardan kalma kalede geceleri gitar sesleri, şarkılar yankılanıyor. Harika bir yaşam, çiçek açıyor gibiyim"
Paylaş