Akışı hızlı ırmak ve Saumur

Loire’ın kıyısındayım. Kemerli köprünün altından delice akıp giden suya bakıyorum. Tarihi ortaçağa dek giden bir kent Saumur. Norman istilâsından kaçıp sığınacak güvenli bir yer arayan rahipler tarafından X. yüzyılda kurulmuş. Bir manastırdan ibaretmiş önce, derken surlarla çevrili evleri ve şatosuyla hatırı sayılır bir yerleşim merkezine dönüşmüş

Haberin Devamı

Fransa’nın kalbinden doğan, Balzac’ın deyişiyle “Başka hiçbir akarsuya benzemeyen” bu ırmak, Atlantik okyanusuna dökülmeden önce tam bin kilometrelik bir yol kat ediyor doğudan batıya. Kimi yerde bulana durula, kimi yerde alabildiğine hızlanarak, köpürüp coşarak, geçtiği yerleri sulayıp hayat vererek, bir zamanlar mekân tuttuğum, ‘Gemiler de Gitti’ de anlattığım Saint-Nazaire’de okyanusa kavuşuyor.

Loire’ı yıllar önce, Galatasaray Lisesi’nde yatılı okurken de görmüştüm. Şimdiki gibi Saumur kentinde değil, Beyoğlu’ndaki kuytu sinemalardan birinde Marguerite Duras’nın ünlü filmi ‘Hiroşima Sevgilim’i seyrederken. Hafta sonu olmasına karşın salon neredeyse boştu. Yeni dalga bir Fransız filmi kimsenin ilgisini çekmiyordu anlaşılan. Genç kadın oyuncunun Japon sevgilisine Hiroşima’da, Pasifik okyanusuna dökülen ırmağın kıyısındaki kahvede söyledikleri yıllar sonra burada, Poire ırmağıyla bir kez daha buluştuğum Saumur’de düşüyor aklıma: “Akışının düzenli olmayışı ve kıyılarında biriken kum adacıkları nedeniyle Loire’da gemiler işlemez. Bomboştur ırmak. Bilsen, öylesine yumuşaktır ki ışık. Bu ışık sayesinde Loire ne kadar da güzeldir.”

Akışı hızlı ırmak ve Saumur


Loire her zaman böyle ıssız, teknesiz ve yalnız değildi elbette. Bir zamanlar Nantes’ın bugün artık işlevini yitirmiş limanından demir alan hafif tonajlı gemilerle mavnalar, akıntıya karşı günlerce yol alıp şarap, tuz ve yapı taşından oluşan yüklerini Saumur kıyısındaki depolara boşaltıyorlardı. Şatolarda verilen şölenlerde su gibi akan şaraplar da, yumuşak taşın (touffeau) içine oyulmuş evlerde kurutulan etin tuzu da Loire sayesinde buraya dek ulaşabiliyordu.

Haberin Devamı

Manastırdan şehre

Saumur, kendi hüsnüne hayran, akıp giden sularda suretini seyreyliyor. Bu duruşunda, kendini güvenceye alabilmek için duvarları çepeçevre kuşatan kule ve burçların inşasında, protestanların da payı olsa gerek. Saumur, XVI. yüzyılda Fransa’yı kana bulayan din savaşları sırasında protestan inancının kök saldığı bir kentti çünkü. Bugünse şarapçılık ve ‘Le Cadre Noir’ adıyla bilinen binicilik okulunun merkezi. Ünlü ‘Saumur Champigny’ şarapları çevredeki bağlarda üretiliyor, cumhurbaşkanlığının muhafız alayıysa soylu atları ve mahir binicileriyle burada eğitilip yetiştiriliyor.

Akışı hızlı ırmak ve Saumur


‘Le cadre Noir’ın her yıl büyük ilgi gören gösterilerini izleyemedim ne yazık ki, ama beyaz ya da kırmızı, Saumur şaraplarından tatma şansım oldu. Hem de iki gün boyunca. Kent belediyesi tarafından düzenlenen kitap fuarına davetliydim. Bu fuarın Fransa’nın diğer kentlerinde düzenlenen benzerlerinden önemli bir farkı var. Yalnızca kitaplar değil bölgenin şarap üreticilerinin stantlarında, albenili şişeler içinde ışıl ışıl parıldayan şaraplar da sergileniyor. Ve ziyaretçiler, ellerinde kadehleri, yazarlara kitaplarını imzalatırken şaraplarını da yudumlayabiliyorlar. Sohbet daha canlı, çok daha sıcak oluyor böylece.

Akışı hızlı ırmak ve Saumur


Saumur İkinci Dünya savaşında epeyce hasar görmüş. Loire’ın üzerindeki eski ve yeni köprüler yıkılmış. Irmak boyunca sıralanan evlerle kahveler, manastır ve kiliseler de. Güzelim, yemyeşil bağlar bozulmuş, mahzenler yer ile yeksan olmuş. Ama savaştan sonra yeniden yapılmış hepsi. Marguerite Duras ‘Sevgilim Hiroşima’da bu bölgenin eşsiz ışığını, ırmağın Nevers’de delice akışını anlatırken barışa çağırıyordu seyirciyi. Ben o zaman savaş nedir görmemiş bir lise öğrencisiydim, sonradan Sarayevo’da başıma yağacak bombaların ne anlama geldiğini bilmiyordum henüz, savaşın gerçek yüzüyle tanışmamıştım. Duras’nın filminde savaş yalnızca aşka, Fransız kızın tutkuya sevdiği Alman askerine değil tüm insanlığı da karşıydı. Yıkılan köprülerde, yakılan evlerde, kaybolan hayallerde, artık geri dönmesi mümkün olmayan sevgilerde hepimizin dünyasından bir şeyler vardı.

Loire akıp gidiyor halâ. Blois kontu Hilebaz Thibaud’nun 1026’da yaptırdığı, o günden bu yana da sürekli değişen, yenilenen şato tünediği tepeden suda suretini seyreyliyor. Zaman da, ırmak gibi, hızla akıp gidiyor. Aynı suda iki kez yıkanılmayacağım, her defasında başımıza başka olayların geleceğini, üzerimizden yeni suların döküleceğini artık bilmemiz gerekiyor. Ve Saumur’de Heraklitos’u anmanın keyfi de bir başka oluyor.

 

Yazarın Tüm Yazıları