Paylaş
Heyecanlıydık, öncesinde kuzey kutup dairesi üzerinde bulunmuştuk ama bu kadar kuzeye ilk defa çıkacaktık. Üstelik cesur bir kararla kara kış ortası ocak ayını seçerek resmen survivor finaline adımızı yazdırmıştık. Tromso’dan bindiğimiz uçak, bir buçuk saat sürecek yolculuk için kuzeye doğru uçmaya çoktan başlamıştı. Güneş kuzeye gittikçe bizden uzaklaştı ve bir süre sonra, “Sizi güneyde bekliyorum” diyerek arkamızdan el sallayarak vedalaştı.
Svalbard’a geldiğimizi, jilet gibi kesip içimizden geçen o kuzeyli rüzgâr yüzümüze vurarak; “Hoş geldiniz” dediğinde anladık. Öğlen olmasına karşın hava sanki gece yarısı gibi karanlıktı. Zaman karışıklığı yaşamaya daha otele giderken başladık. 1906 yılında buraya gelerek yaşamın başlamasına sebep olan madenbilimci; John Munro Longyearbyen’in adını verdiği Longyearbyen şehrine girer girmez, evlerin önünde park eden kar motorları, karanlıkta görülebilmek için fosforlu yelek giyen insanlar ve temelsiz evler dikkatimizi çekiyor.
Eski bir madenci geleneği diyerek otele girdiğimizde ayakkabılarımızı çıkarmamız isteniyor. Çoraplarımızla kalakalıyoruz ama çok hoşumuza gittiği kesin. Gelenek eski olsa da madencilik hâlâ çok revaçta. Svalbard’da yaşamın kuruluş amacı zaten bu. En çok çıkarılan maden ise kömür ama o bildiğimiz sobada yaktığımız değil, daha değerlisi olan antrasit. Yıllar önce binlerce olan madenci sayısı günümüzde neredeyse 100’ün altına düşmüş. Madenciler yerlerini teknolojiye bırakıp çekip gitmiş ama o dönemde kullanılan tüm tesisler ve vagonların taşındığı yollar her yerde duruyor. Yapılan binaların yıkımının yasak olmasından dolayı her şey ilk günkü gibi karşımızda.
Svalbard’da üç adet mevsim yaşanıyor. 1 Ekim-28 Şubat arası kuzey ışıkları kışı (karanlık), 1 Mart-16 Mayıs arası güneşli kış (alacakaranlık) ve 17 Mayıs-30 Eylül arası polar yaz (aydınlık). Biz 24 saat karanlık dönemdeyiz. Sabahı olmayan bir gece gibi geliyor en başında ama saatimiz bunu sürekli yalanlıyor.
Bu kadar kuzeyde ve zorlu bir coğrafyada olması hayatın akışının önüne geçememiş. Birbirinden güzel kafe, bar ve restoranlar, çok iyi oluşturulmuş bir müze, kocaman bir havuz, gelişmiş bir poligon, sporun her dalının yapılabildiği spor salonları, sinema ve daha nice şaşırtıcı derecede geniş bir yelpazede sunulan hayatı güzelleştiren yerler. Yaklaşık 2600 nüfusun, 2100 kadarının buluşma noktaları buralar. Geri kalanlar Longyearbyen’de yaşamadıkları için sayıya dahil etmedim. Evet, Longyearbyen dışında da yaşayanlar var. 471 kişinin yaşadığı Barentsburg, 35 kişilik nüfusuyla, NASA üssüne ev sahipliği yapan, en kuzeydeki Ny Alesund ve sadece 6 kişinin yaşadığı Pyramiden.
Svalbard’da insan sayısının bu kadar az olmasından hiç şikâyetçi olmayan bir hayvan var. Buraların esas sahibi olan kutup ayıları… Sayıları, yukarıdaki insan sayısından daha fazla ve doğal yaşam alanlarında tüm vahşilikleri ile yaşamaktalar. Adında bile kutup geçen bu beyaz dev, buraların simgesi ve koruma altında. Şehir sınırları dışında kalan her yer onlara ait. Eğer şehir sınırları dışına çıkma planınız var ise yanınıza silah almak zorundasınız. Bu silah, kutup ayılarını öldürmek için değil karşılaştığınızda korkutmak için. Öldürdüğünüzde, insan öldürme cezası sizi bekliyor. Silahsız olarak gezemeyeceğinizi bildiren, dünyada sadece Svalbard’da bulunan kutup ayısı tabelası; “Bu alanın dışında kutup ayısı tehlikesi” belki de dünyadaki en meşhur trafik işareti.
Sadece kutup ayıları yok bu soğuk diyarlarda, dev morslar, balinalar, fok balıkları, kutup tilkileri ve nereden geldikleri bilinmeyen, şehir içerisinde serbestçe gezen, beslenmeleri yasak olan kutup geyikleri. Peki biz hangisini gördük derseniz, tabi müzede hepsinin cansız hallerini gördük ama dışarıda karanlıkta yolumuzu zor bulduk derim.
Sürekli karanlık oluşa biyolojik saatimiz ayak uyduramadı sanırım. Yerli yersiz acıkıyoruz. İstemsiz olarak aceleci davranıp, devamlı saate bakıyoruz. Sanki gün boyu uyumuş ve akşam dışarı çıkmışız da çok kalmamalı birazdan gece olacak, gidip yatmalıyız gibi ilginç hislerle takılıyoruz. Biz bunlarla uğraşırken insanlar fosforlu yelekleri ile hayatı normal seyrinde yaşıyorlar.
Norveç’e bağlı olmasına karşın kendi iç tüzüğe sahip. Kendi seçimlerini yapıp yöneticilerini seçiyorlar. Hatta 3 sene bilfiil yaşarsanız siz bile oy kullanabiliyorsunuz. 3 sene nasıl yaşarız diye soracak olursanız, Svalbard’da herkese yaşama hakkı tanınıyor. Sizden istedikleri kendinizi finanse etmeniz. Ya orada çalışarak ya da sahip olduğunuz birikiminizle bu şartı yerine getiriyorsunuz. Kim burada yaşamak isteyebilir diye düşünebilirsiniz ama hemen kestirip atmayın, burada da yaşamak için birbirinden güzel sebepler var.
İlk ve en önemlisi, aşırı soğuktan dolayı burada hiç bakteri ve virüs yok. Bu da demek oluyor sıfır hastalık! Evet, burada yaşayanlar hiç hasta olmuyorlar. Ta ki buradan başka bir yere gidene kadar. Gittikten 48 saat içerisinde hastalık maalesef kesin.
Eğitim. “Gezegenin en iyi okulu” olduğunu savundukları bir okulları var. Ücretsiz ve sınavsız. 6-16 yaş arası çocuklar, öğrenmek istedikleri her konu hakkında eğitim alabiliyorlar. Bu bir sanat dalı, bir spor branşı veya akademik bir ders olabilir. Konuştuğunuz dil ise önemsiz. Çünkü öğrenci hangi dili konuşursa konuşsun, okulda eğitime başlayacaksa, Norveç’ten acilen o dili bilen bir öğretmen getiriliyor. Ayrıca dünyanın en kuzeyinde bulunma özelliğine sahip bir gelişmiş üniversiteleri bile var.
Az vergi ve yüksek maaş. Vergi Norveç’te alınanın neredeyse yarısı. Çalıştığınız işte kazanılan ücretler de fazla, kazan kazan durumu. Şu cümleyi kuracağım ömrüm boyunca düşünsem aklıma gelmezdi, “Kuzey ışıkları güneyimde kaldı”. Evet, bu yaşanmış bir olay. Svalbard’ın bize sunduğu en güzel nimetlerden birisi olan “Kuzey ışıkları”, 3 gün süresince güneyimizden geçip gittiler. Bizim şanssızlığımızı bir kenara bırakırsak, 24 saat karanlık olduğundan, ışıkları her an görebilme ihtimaliniz var. Kulağa çok hoş geldiği kesin.
Zaman durdu burada. Geçmediğini düşünmeye başladık. Buralılar zamanın geçtiğini güneşi görmelerine kalan günü söylediklerinde hatırlattı bize. 8 Mart’ta dünyanın en kuzeyindeki kiliselerinin önünde topluca güneşin görüleceği günü bekliyorlar. Dakika dakika şafak sayıyorlar. Burada her birimiz çok iyi anlıyoruz, her sabah gördüğümüz ve çok da önemsemediğimiz güneşin aslında ne kadar önemli olduğunu.
Bu karanlık günlerin bir de aydınlık halleri varmış. Güneş o dönemde sürekli tepede hiç batmadan daireler çiziyormuş. Bu durum ilk anda kulağımıza hoş geldi ama buralılar karanlığı daha çok seviyorlar. Çünkü aydınlık dönem biyolojik saatleri için çok daha fazla sıkıntı yaratıyormuş. Bedenleri ve zihinleri sürekli uyanık kalmak istiyor, uyuyamıyorlarmış. Kısa süreliğine hoş olabilir ama uzun süre dediklerine hak verdik.
Kaç gündür güneşi görememenin yanında insandan başka canlı da göremedik. Yerden 50cm aşağıya doğru uzanan ‘permafrost’ denilen donmuş toprak yüzünden Svalbard’da ağaç ve bitki yetişmiyor. Tüm ihtiyaçlar anakaradan geliyor. Yetişen tek yeşiller, yazın görülebilen liken ve yosunlarmış. Bu permafrost yüzünden binaların kanalizasyonları, kablo bağlantıları hep yeryüzünden geçiyor. Hatta binaların temelleri bile yok, hepsi prefabrik. Ayrıca Svalbard’da ölmek yasak, nasıl mı? Burada mezarlık yok. Yıllar önce ölen 35 kişiyi gömüyorlar, hava nispeten ısınıp karlar eriyince ölü bedenler hiç bozulmamış haliyle toprağın üzerine çıkıyor. Bunu görünce bu işten vazgeçip ölüleri Norveç’e götürme kararı alıyorlar.
Sürekli yeni bir şeyler öğreniyoruz. Daha önce duyduklarımıza hiç benzemeyen şeyler bunlar, tıpkı tohum ambarı gibi. Çok özel bir yer var burada. Belki basit gelebilir yazılı hali ama o kapı önünde durup baktığınızda, dünyanın geleceğinin buranın arkasında olduğunu düşününce ağırlığı benim gibi sizi de ürpertecektir. Olası bir ‘yok oluş’ veya kıtlıkta, yeniden yaşamın sürdürülebilirliği adına oluşturulmuş bir ambar. ‘Global Seed Vault’, dünyanın her ülkesinden getirilen tüm türlere ait tohumların saklandığı bir ambar.
Ambar sonrası, uzayı ve gökyüzünü karış karış tarayan, iklimleri ve ozon tabakasını araştıran dev radar ve gözlem evlerini görünce, buranın dünyamız için birçok şey yaptığına emin olduk. Bizi Oslo’ya götürecek uçağımıza giderken Karmaşık duygular içerisindeyiz. Burada yaşayabilir miyiz? Cevabını veremedik hiç birimiz... Ama şundan eminiz, bugüne dek yaptığımız seyahatlerin en faydalısı bu oldu. Hak ettiği değeri veremediğimiz ya da sahip olup önemsemediğimiz yaşam döngümüz içerisindeki etkenleri tekrar gözden geçirdik. Bundan böyle her sabah uyandığımda güneşe bakıp, görebildiğim için ona çok teşekkür ediyorum.
Paylaş