Paylaş
Bir Göcek sakini durumu şöyle anlattı: “Göcek’in iki tane Ağustos’u vardır. Birincisi gerçek ağustos, ikincisi ise Eylül’ün yerine geçen Ağustos. Her ikisi de çok sıcaktır. İnsanı bunaltır.” Üç gün kaldım, rüzgârlı tekne gezileri dışında gerçekten de bunaldım, hep gölgelere sığındım... Göcek’in cennet koyları hep vardı ama 1980’li yıllarda keşfedilmeye başlandı. Daha öncesinde burası mütevazı bir madenci kasabasıydı. Dağ yamaçlarındaki madenlerden bol bol krom çıkartılıyor, iskeleye yanaşan motorlar aracılığı ile çevre limanlara gönderiliyordu. O dönemde kimsenin aklında ne mavi yolculuk, ne de turkuvaz koylarda deniz sefası yapmak vardı.
Bu kasabanın 1980’li halini hatırlarım. Sahilde, lüks lambasıyla aydınlatılan iki tane derme çatma balık lokantası vardı. Kadehler oralarda tokuşturulurdu! Göcek’e önce ‘mavi turcular’ geldi. Yani gerçek deniz severler. Akbükü, Boynuzbükü, Kile, Bedri Rahmi, Sıralıbük, Hamam, Karanlık, Kurşunlu, Binlik, Göbün koyları bu özel yolcular tarafından keşfedildi. Daha sonra Türkiye’de tekne severlerin sayısı arttı. Teknesini alan, Göcek Koyu’na demir attı. Koylarda kıçtankara yapmaya başladı.
Suyu içesiniz gelir
Şimdi buradaki marinalar, yelkenlisi, motoryatı yüzlerce tekne ile doldu. Bu tekneler birer ev gibi. İstanbul’dan sıkılan tekne sahipleri, hafta sonlarında soluğu burada alır. İki-üç gün gündüzleri denizle oynaşır, geceleri ise yıldızları seyrederek uykuya dalar. Yaşam akülerini doldurduktan sonra da, gerisin geri İstanbul’un karmaşasında topladıkları enerjiyi tüketirler. Göcek’te yeşil ile mavi hep kucak kucağa. Birbirlerinden hiç ayrılmaz. Koylardaysa turkuvaz bu iki renge eşlik eder. İnsan yüzerken derisinin mavinin tonlarına boyandığını sanır. Denizin derinliğindeki her şey görülür. Öylesine berraktır. Hatta insanın içesi gelir.
Derler ya: “En iyi tekne arkadaşımın teknesidir!” Ben de böyle dedim ve Göcek gezisi süresince arkadaşım Erol Özmandıracı’nın teknesini mesken tuttum. Bu tekne ile bük bük dolaştım, turkuvaz suları kulaçladım. Teknecilerin yemekleri basit ama lezzetlidir. Baş malzeme makarnadır. Domates soslu makarna, soğuk bira ile en beğenilen yemektir. Tabii yanında yeşil salata olmak koşuluyla. Makarna basit gibi görünse de her tekne kendi makarnası ve sosuyla övünür. Böylesine gizli bir lezzet yarışı vardır aralarında. Koylardaki lokantalar da basit, temiz ama lezzetlidir. Zaten biraz lüks olanın, müşteriyle dost olmayanın iskelesine pek yanaşılmaz. Bunların hangileri olduğu kulaktan kulağa yayılır hemen.
Mantıya doyamadım
Ben bu gidişimde Göcek’in içindeki lezzet duraklarını keşfetmeye çalıştım. Bu keşif gezim sırasında damağıma ilginç lezzetler sıvandı. Örneğin, kasabanın tek esnaf lokantası ‘Sofra’da yediğim, ekşili balkabağı yemeği şaşırtacak kadar lezzetliydi. Tarifini almadığıma pişmanım. Yörenin çitlembik filizi, ıspanak, pırasa ile yapılan bulgur pilavı da dikkatimi çeken diğer yemek oldu. Göcekliler keşkeği etsiz yapıyor. Tam bir vejeteryan keşkeği. Mideyi zorlamıyor. Kabak çiçeği kızartması da tam bir rakı mezesi. Mantıyı ise kaşıklamaya doyum olmuyor.
Ayran Cafe’de yediğim pilav üstü döner ise bugüne kadar yediklerimin en lezzetlilerinden biriydi. Köşe başında, küçük kafede bu kadar iyi bir döner yiyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Patron, lezzetin, dana eti dilimlerinin arasına koyduğu kuzu kuyruk yağından kaynaklandığını söyledi. Doğrudur, kuzu yağı sihirli değnek gibi neye değse onun lezzetini bir kat artırıyor. Ev yapımı ayran da övgüyü hak ediyordu. İddialı bir lezzete sahipti. Ayran Cafe’nin adına yakışıyordu.
Cennetteki lezzet durakları
Göcek’teki bir başka önemli lezzet durağı da ‘Dursun Usta’nın ızgara bahçesiydi. Önce, lokantanın yer aldığı meyve bahçesi insanı etkiliyordu. Mandalina, portakal, nar, dut ağaçları, asmalar, sarmaşıklar, bir birlerine dal uzatıp, gölgelik bir bahçe oluşturmuşlardı. Dursun Usta, 30 yıldan beri mutfaktaymış. Yapmadığı yemek yok ama o ızgarada karar kılmıştı. Etler Denizli’den geliyor, ızgarada kıvamında piştikten sonra müşteriye gidiyordu. Usta masaya koca bir kayık tabak koydu. İçinde yok yoktu: Pirzolalar, Beyti kebaplar, küşlemeler, yumuşacık köfteler, bonfileler… Burayı şef arkadaşım Murat Bozok önermişti, övmekte haklıymış.
Arkadaşım Erol Özmandıraca’nın tekneyle götürdüğü Boynuz Bükü’ndeki ‘Ali’nin Yeri’, cennetin bir köşesine saklanmış bir başka lezzet durağıydı. Masalar, koyun kıyısına, çimenlerin üstüne serpiştirilmişti. Çam ağaçları, masaların üstünden gölgelerini eksik etmiyordu. Sıra sıra dizilmiş saksıları çiçekler süslemişti. Mönü falan yoktu. Damak çatlatan bir ‘Erol’un Köftesi’, Fethiye domatesi ile yapılmış çoban salata, insana dilim dilim ekmek yedirten domates soslu, sıcak patlıcan kızartması, bir iki basit meze daha... İnsan Boynuz Bükü’nde ne yemeğin bitmesini, ne de zamanın geçmesini istiyordu.
Buzlu badem arabası
Göcek’e gelip de balık yemeden dönülmezdi. Aslında Göcek’in cennet koylarında pek balık yok. Onlar küsüp, kaçmışlar. Balıklar Fethiye’den ve İzmir’den geliyormuş. Balık yiyeceğiniz lezzet duraklarıda biri, ‘Güverte Restoran’dı. Kasabanın denizin üstünde iskelesi olan tek restoranı burasıydı. İstanbul deneyimli Sefa Usta’nın mezelerini tek tek anlatmak ve saymak zor. Belki yoğurtlu çitlembik filizini biraz öne çıkarabiliriz. Ama küpte pişen levreğe ayrı bir fasıl açmak gerek.
Teknik biraz karmaşıktı. Şişe geçirilen balığın, altında ateş yanan küpte pişmesi diye özetleyebilirim. Biraz Hintlilerin Tanduri’sini anımsatıyordu. Yanmış pullu derinin içinden çıkan lop et, sulu ve kıvamında pişmişti. Güverte’nin iskelesinde gün batımı da yemeklere ayrı bir lezzet katıyordu.
Çarşı Caddesi’deki Özcan Restoran da, Göcek’in önemli balık duraklarından biriydi. Zengin meze çeşitlerinin ve taze balıkların sergilendiği mostrası iştah açıyordu. Eğer Çarşı Caddesi’ne giderseniz, Göcek Midyecisi’nin seyyar arabasına rastlarsınız. Onu durdurup, bir kaç midye dolma yemeyi ihmal etmeyin. Eğer kulağınıza kanarya şakırtısı geliyorsa, bilin ki buzlu badem arabası size yaklaşıyor demektir. Aklınızda bulunsun.
Akülerim doldu
Çarşı caddesindeki West Cafe, bence Göcek’in en iyi lezzet duraklarından bir. Küçük yapraklı dev kauçuk ağaçlarının gölgelediği bu bistro, işini bilen servis elemanları, kulağımı okşayan caz müziği, zengin şarap kavı ve lezzetli yemekleri ile gönlümü çeldi. Özellikle et yemekleri çok lezzetliydi. Eğer taş fırın olsaydı, pizzalar daha da ön plana çıkabilirdi. Bir de dikkatimi çeken mönüdeki seçeneklerin çok olmasıydı. İnsan yemek seçmekte zorlanıyordu. Bir de bu kadar seçenek, aşçının lezzet konusunda konsantrasyonunu bozabilirdi.
Keşfettiğim diğer lezzet durakları da kaldığım Rixos Premium Göcek’teydi. Otelin konforu, lezzetli yemeklerle birleşince tatil daha da tatlanıyordu. Lokantalardan birinin adı ‘Daidala’ydı. Yörenin eski adıymış. Balık ağırlıklı bir mönüsü vardı. Ama balıklar bizim bildiğimiz kılıklarda sahneye çıkmıyorlardı. Milföylü somon balığı, levrek lokum, ahtapot kızartma, kalamar tava ve dülger kavurma en çok ilgimi çeken yemekler oldu. Şef Feyzullah’ın yaptığı fırınlanmış minik mantılar da damağımla hemen dost oldu.
Diğer restoran ise otelin plajındaki ‘The Beach Longe’ oldu. Burada daha çok denizin keyfini çıkartanlara öğle yemeği servisi yapılıyordu. Şef bana mönüden özel tadım yaptırdı: Üç mantar soslu madalyon, kalamar ve karidesli avakado salatası, az pişmiş T-Bone, Antepfıstıklı pirzolalar tadımda öne çıkan yemekler oldu. Göcek’te daha çok gölgelere sığındım ama denizin de tadını çıkarttım. Bu arada da bu kısa tatilden damağım da nasibini aldı. Yaşam akülerim doldu, bekle beni İstanbul, geliyorum...
Fotoğraflar: OitheBlog, Etstur, Turkey's For Life, Rixos Premium
Paylaş