Paylaş
Yolculuk ettiğim Deccan Odyssey lüks bir trendi. Kompartımanların bir otel odasından hiç farkı yoktu. Bar ve restoranları, lezzetli yiyecek ve içecekler sunuyordu.Bu yolculukta yol arkadaşlığımı, ‘bilgi küpü’ Faruk Pekin yaptı. Hal böyle olunca, aşırı bilgi yüklemesine uğradım. Tahmin edebileceğiniz gibi birçoğunu unuttum. Çünkü öylesine çok isim, tarih, hikâye ve rivayet anlattı ki, hangisini beynime kazıyacağıma şaşırdım. Trenin kalkacağı Mumbai (eski adıyla Bombay) kentine daha önce gelmiştim. Onun için gördüklerim pek sürpriz olmadı. Örneğin gitmeyen trafik! İstanbul’un trafiği bile bu trafiğin yanında akıcı.
Bu kez kenti çok dolaşmadım. Trenin kalkış saatine kadar Hindistan Kapısı’nda kalabalıkları seyrettim. Sonra tam onun karşısındaki ‘The Taj Mahal Palace Hotel’in barında bir cin-tonik içerek, İngiliz işgalcileri düşündüm. Onların da aynı barda, aynı içkiyi içerek Hintlileri nasıl sömüreceklerini düşündüklerini biliyordum.Tarihi Victoria İstasyonu’na geldiğimde, kırmızı halılar serilmiş, karşılama töreni başlamıştı. Trene binerken boynuma çiçeklerden bir kolye, alnımın ortasına da üçüncü gözü temsil eden boyayı sürdüler.Barda bir bardak Hint şarabı ile trene merhaba dedim. Akşam yemeğinde Hint mutfağından bazı örneklerin tadına baktım. Aşçıların eli lezzetliydi.
Gerçekle düş birbirine karışıyor
Tren bir beşik gibi salladıkça, uykunun derinliklerinde kayboldum gittim.Gözümü açtığımda, tren Vadodara istasyonunda durmuştu. Hint usulü acılı ve lezzetli kahvaltıdan sonra kenti dolaşmaya çıktık. Yoksulluk yine diz boyuydu. Sanırsınız rüzgârlar, tüm dünyadaki naylon torbalarını önlerine katıp, Hindistan’a taşımışlardı. Toplanmaya toplanmaya çöpler bile pislenmişti sanki.
Ama Lakşmi Vilas’da görüntü değişti. Burası 2 bin dönüm üzerine kurulmuş olan dünyanın en büyük özel konutuydu. Odalar, kuleler, işlemeli duvarlar, heykeller, kapılar... Bu yapının sahibi, sanırım odaların dörtte üçünü görmemiştir bile.Saraydan sonra tekrar gerçeğe dönüp, tozlu ve kirli sokaklardaki çok renkli yaşamları seyrettik. Eğer bir bank bulursanız, oturun ve çevreyi seyredin. İnanın ki kendinizi bir masalın içinde hissedeceksiniz. Gözünüzün önünden geçenlerin gerçek olduğuna inanmakta zorlanacaksınız.Trenin barında, akşam yemeğini beklerken gördüklerimi düşündüm, Hindistan’da gerçekle düşün birbirine karıştığına karar verdim.
Melekler, devler ve perilerin tasarımı kale
Ertesi gün kırmızı halı Udaipur kentinin garına serilmişti. Bu kent için “Hindistan’ın Venedik’i” deniyordu. Udaipur’un ortasındaki Pichola Gölü’nün etrafı, beyaz evler ve saraylarla süslenmişti. Evleri sarmalayan mor çiçekli begonviller, görüntüye ayrı bir romantizm katıyordu. Durgun gölün üstünde sanki gizemli hikâyeler süzülüp duruyordu. Saraydan bozma muhteşem otellerin davetkâr görüntüleri tahrik ediciydi.
Gölün romantizminden sıyrılıp, hemen yanı başındaki City Palace’a tırmandık. Bir zamanlar süren görkemli yaşamın izleri hala duruyordu.
Fantastik saraylar, tapınaklar, zamanın durduğu dar sokaklar derken trene geldiğimde ayaklarıma karasular inmişti.Tren ertesi sabah ‘Mavi Şehir’ Jodhpur’da durdu. Kimilerine göre ise burası ‘Güneş Şehri’ydi. Gezinti pazar yerinden başladı. Burası ‘ne ararsan bulunur’ cinsinden bir yer. Çeşit çeşit mal, rengârenk kadınlar, yoksul dilenciler, motosikletleri üstünüze süren kadınlı erkekli sürücüler, korna sesleri, satıcıların haykırışları, yattığı yerde geviş getiren inekler...
Kargaşadan sıyrılıp, kentin en yüksek yerindeki kayalığın üstüne yapılmış Mehrangarh Kalesi’ne tırmandık. Ünlü yazar Rudyard Kipling’e göre bu başyapıtı melekler, periler ve devler tasarlamıştı. Gerçekten de kalenin her yanında insan ötesi bir güzellik vardı. Tepesinde kerkenezler kanatlarını kıpırdatmadan süzülüyorlardı.Güneş batarken kentin çivit mavisi rengi daha da belirginleşti.Trene dönerken yoksullar, kaldırımlara yataklarını sermeye başlamışlardı bile.
Bir dünya harikasıyla tanışma
Bir sonraki gün gezinin en heyecanlı duraklarından biriydi. Yoksul Agra kentinde, dünya harikası bir yapıyı, Taj Mahal’i gezecektik.
Bu ünlü esere giderken, otobüsün penceresinden kenti seyrettim. Yoksul mahallelerde en çok kullanılan inşaat malzemesi, eskimiş plastik çuvallar. Damlar onlarla kaplanıyor, duvarlar onlardan yapılıyor, kapı yerine bu eski, yıpranmış çuval parçaları kullanılıyor.Taj Mahal’in önü ana baba günüydü. Sıkı bir aramadan geçtik. İçeriye sigara, çakmak, ucu sivri bir şey, kalem sokmak yasak... Kadınlar ayrı erkekler ayrı sıraya giriyor.
Ve kapıdan geçince Taj Mahal tüm beyazlığı ile ortaya çıktı. Mermerin tüm güzelliğini sergileyen bu olağanüstü yapının inşaatında 20 bin işçi çalışmış, yapımı 22 yıl sürmüş. Şah Cihan bu türbeyi çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal için yaptırmış. Kadın 14. çocuğunu doğururken ölmüş.Kalabalıklar yüzünden Taj Mahal’de fotoğraf çekmek zor. Tam deklanşöre basarken önünüzden geçen birisi objektifi kapatıyor. Veya guruplar poz verirken sizi engelliyor. En iyisi sabretmek.Taj Mahal, büyük bir aşk masalının bembeyaz bir tapınağıydı. İnsanı kendinden geçirip, bir başka âlemin kucağına atıyor burası.
Taj Mahal’den sonra Kızıl Kale’ye gittik. Bu kale hüzünlü bir öyküye ev sahipliği yapıyor. Karısının ölümünden sonra akıl sağlığını kaybeden Şah Cihan, oğlu tarafından Taj Mahal’i gören bir kuleye kapatılmış.
Yoruldum ve bir taşın üstüne oturdum. Önümden geçen kadınların sarıldıkları kumaşların renklerini defterime kaydettim: Vişneçürüğü, bordo, pembe, kavuniçi, sarı, kırmızı, siyah, beyaz, mavi, fıstık yeşili, çivit mavisi, turkuvaz, lacivert, simli, aynalı, işlemeli, iki renkli... Kalenin avlusunda renk curcunası vardı.
Son durak 7 kere yıkılıp 7 kere kurulan Yeni Delhi
Gece, tren tıngır mıngır başka bir istasyona doğru giderken, rüyamda bu renkli masalları görüyordum.
Ertesi gün Rantambore Ulusal Parkı’nda Bengal kaplanı safarisine çıktık. Burası 400 kilometrekare büyüklüğünde el değmemiş bir alan. Bir zamanlar Jodhpur Mihracesi’nin avlanma sahası olan park, şimdi vahşi hayatın sığınağı olmuş.Birçok hayvan gördük. Antiloplar, geyikler, rengârenk kuşlar, maymunlar, yaban domuzları, tavus kuşları... Hatta üstü açık arabanın içinde giderken başıma vahşi kuşlardan biri kondu. Kısmettir diye çok heveslendim.Ama Bengal Kaplanları inat etti, kendilerini bize göstermedi.
Bir sonraki gün tren ‘Pembe Şehir’ Jaipur’da durakladı. Burada binaların çoğu gerçekten de pembeye boyanmış. Mihrace Ram Singh, kenti ziyarete gelen Galler Prensi’ne “Hoş geldin” demek için onun geçeceği yolun üstündeki binaların ön yüzlerinin pembeye boyanmasını istemiş, o günden sonra yapılan binalar da pembeye boyanmış.İlk saraydaki kadınların dış dünyayı görebilmeleri için yapılmış olan Rüzgâr Sarayı vardı. Kadınlar bu 7 katlı sarayın kafesli pencerelerinden caddeyi seyrediyorlarmış. Fillerle çıkılan Amber Kalesi, Cantar Mantar gözlemevi, karmakarışık caddeler, size yapışıp kalan satıcılar, yılan oynatıcıları derken masal gibi bir gün daha sona erdi.
Son durakta başkent Yeni Delhi var. Yedi kere yıkılıp, yedi kere yeniden kurulan Delhi. Lüks ve tarifsiz yoksulluğun yan yana yaşandığı 17 milyonluk bu kentte Hint masallarının sonuna geldim.Qutub Minar’da, 800 yıllık kuleyi uzun uzun seyrettim. 8 asır öncesinin estetiği beni büyüledi adeta.
Cuma Camii’nde ise biraz ürktüm. Şah Cihan’ın cuma namazlarını kıldığı bu camide, 20 bin kişi aynı anda namaz kılabiliyormuş. Biz ikindi namazının biraz öncesinde oradaydık. Ezanın hemen ardından gelenlerin ortasında kaldık. Ezileceğimi, masalın sonunu okuyamayacağımı sandım. Sağ olsun Faruk Pekin tecrübesiyle ikindi namazından telef olmadan çıkabilmeme yardımcı oldu.
Salkım saçak yolculuk
Tren, Hindistan’ın en önemli ulaşım aracı. Yolcular bir şehirden ötekine salkım saçak yolculuk yapıyorlar. Hele önemli festival günlerinde, tren kalabalıkların altında kayboluyor.Hindistan, 70 bin kilometre uzunluğundaki demiryolu ile dünya dördüncülüğünü elinde bulunduruyor. İki ray arasındaki açıklık ise 1.666 mm. Bu açıklık bizde 1435 mm. Onun için onların trenleri daha geniş.1 milyar 300 bin kişinin yaşadığı Hindistan, öyle bir kaç gidişte kavranacak bir ülke değil. O kadar çok ırk, dil, din, tanrı, efsane, gerçek var ki, bunları kavrayabilmek zaman istiyor. Ülkede tapınılan tanrı sayısı 300 bin. Neredeyse her köyün bir tanrısı var. Bunu anlayabilmek için bir ömür lazım.
Fotoğraflar: Alamy
Paylaş