Paylaş
Teleferiğe atlayıp Boztepe’ye çıktığınızda, göreceğiniz manzara sizi Ordu’ya sırılsıklam aşık eder. Ben öyle oldum. Boztepe’den bir baktım ki, denize doğru uzanan dağların zirvesine kar oturmuş. Beyaz bulutlar vadilere çökmüş, kalmış. Bulutların üstündeki tepelerde beyaz badanalı evler, düşlerdeki evlere benzemiş. Bütün tepeler fındıklık. Bahar gelip bunlar yeşerince, yamaçların yeşil denize dönüşeceğini biliyorum.
Yamacın hemen kıyısını, mavi Karadeniz’in beyaz köpüklü dalgaları dövüyor. Dalgalar henüz insaflı, sakin. Delişmen günlerini de çok görmüştüm onların. Ürkütücü dalgalara dalıp, düşler kurduğum olmuştur geçmiş fırtınalı günlerde. Şöyle bir bakınca, Ordu’nun bir zamanlar ne kadar güzel olduğu hemen anlaşılır. Yüzünü denize dönmüş beyaz boyalı konaklar bunun şahididir. İnanmıyorsanız sorun onlara! Ama yeni yapılan binalar yok mu! Onlar işi bozmuş, Ordu’nun güzelliğine gölge düşürmüş.
Dereler ve yaylalar kenti
Kentin dışı da içi kadar güzel. Perşembe yakınlarındaki Yason Kilisesi’nin bulunduğu yarımada, sunduğu manzaralarla bir ömre bedel. Kiliseyi 1869’da bölgede yaşayan Rumlar yaptırmış. Şimdi kapıları kapalı çünkü cemaati kalmamış artık. Yarımada’nın bir tarafından güneş doğar, öte yanından ise batar. Karadenizin pembeye, kızıla boyandığı bu sihirli anları buradan seyretmeye doyum olmaz.
Ordu, dereler ve yaylalar kenti. Onun için şırıl şırıl, yemyeşil. Yaylaların güzelliği yanında İsviçre köyleri halt etmiş. Hele, ‘Sakin Şehir’ Perşembe’nin bir yaylası vardır ki, insanı sarıp sarmalar, bırakmaz. Ulugöl, sonbaharda etrafındaki ağaçların renklerini yansıtırken sihirli bir aynaya dönüşür adeta. Kur gölün kıyısına çadırını, unut dünyayı demek gelir insanın içinden.
Çiseli Şelalesi’nin berrak, turkuvaz suları insanı ölümsüz kılar sanki!
Kadınlar sihirbaz gibi
Ordu’nun doğası kadar mutfağı da davetkâr. Ordulular, otu, sebzeyi çok severler. Mutfakları yeşil yeşil. Dünya vejeteryanlarının göz bebeği olmaya aday. Ot deyince akla hemen Ege gelir ama Karadeniz bu konuda daha zengin. Karadeniz’in doğası otu, sebzeyi baş tacı etmiş. Çünkü arazi sarp olduğu için hayvancılık pek gelişmemiş. Uçsuz bucaksız tarlalar olmadığı için bakliyat da, buğday da ikinci planda kalmış. Mutfaklar Karadeniz’in verdiği balık ve yamaçlarda yetişen yeşilliklerle yetinmek zorunda kalmışlar.
Ordulular her türlü ottan, sebzeden lezzetli yemekler yapabilme hünerine sahip. Özellikle Ordulu kadınlar bu konuda adeta birer sihirbaz.
Mutfakta neler pişmez ki: Kabak kavurması, sakarca kayganası, fırın fasulye, pazı mücveri, soslu patlıcan, taze bezelye kayganası, pancar diblesi, fasulye diblesi, galdirik kavurması, pancar döşemesi, karalahana çorbası, mısır çorbası, ısırgan çorbası, dikenucu kavurması, tirmit (mantar), kabak muhallebisi, fasulye turşusu. Dahası vardır da benim gözüme bunlar çarptı.
Yemeklerin biri gitti biri geldi
İlk gittiğim yer, Boztepe’deki Radison Blu Oteli’nin restoranı oldu. Tüm Ordu’yu kuşbakışı gören bir restoran. Mutfağın komutanı Meral Hanım, masayı donattıkça donattı. Önce Karadeniz’in olmazsa olmazı karalahana çorbasının tadına baktım. Ardından her derde deva ısırgan otu çorbasından bir kaç kaşık aldım. İki çorba da hem damağımı sevindirdi hem içimi ısıttı.
Masada ilgimi çeken yemeklerden biri de taflan kavurması oldu. Taflanı ilk görüşte siyah zeytine benzetip, içimden, “Ordulular yaman insanlar, zeytinden bile yemek yapmışlar” demiştim. Gerçekten de aynı siyah zeytin formundaydı. Hatta tadı da zeytini andırıyordu. Bol soğanla kavrulunca lezzetli bir yemeğe dönüşmüştü kara taflan taneleri. Dikenucunun adını pek sevdim. Yörede melocan olarak biliniyor. Çoban ekmeği diyenler de var. Balıkesir civarında ise özlemekfilizi deniyor. Karadeniz sahilindeki her ilde başka bir isim takılmış bu lezzetli dikene. Kavurması, turşusu yapılıyormuş ama benim aklım böreğinde kaldı. Meral Hanım fazla yememem konusunda uyardı çünkü fazlası ishale neden oluyormuş. Yemeklerin biri kalktı biri geldi: Pezik kavurması, pancar diblesi, hoşkıran kavurması, sakarca kayganası, kuymak. Tek etli yemek ise patatesli yahni oldu. Bunun bayram yemeği olduğunu belirttiler.
Çay Uzunsaçlı’da içilir
Damağım tüm bu yemekler arasında en çok puanı, beyaz peynir ve bol maydanozla yapılan kuru yufka böreğine verdi.
Ordu’ya gelince Perşembe, Medreseönü’nde ,’Uzunsaçlı’ da çay içmek adettendir. Esas adı Nusret’tir ama ona kimse adıyla hitap etmez. Yörede ‘Uzunsaçlı’ olarak anılır. Onun ünü hem 50 yıldan beri kesmediği saçından ve demlediği çaydan gelir.
Çayı, dedesinden kalma asırlık ocakta kaynatır. Türk çayı kullanır. Suyunu dağdaki kaynaklardan getirtir. Deterjan bulaşmasın diye bardakları fındık kabuğunun külüyle ovalar.
Aksi suratlı derler ama ben hep güler yüzünü gördüm. İçtiğim çaylar bu sefer de çok lezzetliydi. Köftemi, Karadeniz’e doğru uzanan bir burun üzerindeki ‘Çaytepe Köftecisi’nde yedim. Karadeniz mutfağında et kısıtlı ama köftenin en lezzetlisini de Karadenizliler yapar. Hele dalga sesleri eşliğinde yiyorsanız, lezzet başka boyutlara tırmanır.
Ordu gezisinde gidilmesi gereken bir başka lezzet durağı da ‘Vonalı Celal’dir. Oraya gittiğimizde Celal Bey kravatını takmış bizi bekliyordu. Lokantanın girişi bir turşu müzesini andırıyordu. Kavanozlarda her şeyin turşusu vardı. Vonalı bize denizden çıkanları ikram etti: Çıtır hamsi, çıtır tekir, çıtır mezgit. Özellikle mezgit oldukça lezzetliydi. Hamsili pilavı yine doya doya yedim. Üstüne de çöven kökü köpüğü ve cevizle yapılan özel bir tatlı yiyerek damağımı şımarttım.
17 çeşit pide
Karadeniz’de pidenin yeri ayrı. Pide herkesin baştacıdır. Özellikle pazar sabahları herkes pidenin başına oturur. Adı konmamış bir lezzet yarışı vardır kentler arasında. Ordulular en lezzetlisini kendilerinin yaptığını söylerler. Samsunlular da, Giresunlular da, Bafralılar da, Espiyeliler de, Trabzonlular da aynı iddia da bulunurlar. Pide yemek için ‘Aktaşlar’a gittim. Saydım, mönüde 17 çeşit pide vardı. Ben klasiklerini seçtim: Çift yumurtalı ve kıymalı, kuşbaşı etli, Ordu yağlaması. Pideleri yerken damağımın çatladığını hissettim. Bahar geldi, geliyor. Her yer otlarla kaplanacak. Hem toplayın hem tadına bakın hem de Ordu’yla tanışın. Uzak değil, uçakla 1 saat 15 dakikada gidiliyor. Haberiniz olsun!
Paylaş