Paylaş
Edirne’ye gittiğinizde Selimiye Camii sizi bir mıknatıs gibi çeker. Mimar Sinan’ın ustalık eseri bu camii. Sanatta zamanın olmadığının muhteşem bir kanıtı. Sinan, bu eseri ile gurur duyduğunu hiç saklamaz. Yazar Safiye Erol, bu büyük eseri bir kitabında dört satırla şöyle anlatmıştı: “Dün gece rüyamda kendimi Selimiye’de gördüm. Başımı kubbeye kaldırmış, efsaneye göre 999 olan pencerelerden nur gibi sızan ışıkla yıkanıyordum. Mesuttum…” İznik çiniciliğinin doruğa ulaştığı yıllarda yapılan muhteşem çinileri, kalem işi bezemeleri, pencerelerdeki cam işçiliğini, bir oya gibi işlenmiş minberi, mihrabı, insanı gökyüzüne çeken muhteşem kubbesini bir kez daha seyrettim. Bin kez daha seyredebilirim!
Edirne’nin lezzet sırrı
‘İstanbul’un babası’, ‘Bursa’nın oğlu’ yakıştırmasını yaparlar Edirne için. Kolay değil, koca imparatorluğun başkentliğini yapmış, nice savaşlara ordular yolcu etmiş bir kent. Şimdi ise eski anılarına dayanarak ayakta kalmanın gayreti içinde. Yokuştan aşağı yürüyorum. Bildiğim anıtlar sıra sıra. İşte Muradiye Camii mavi çinileri, farklı biçimlerde tasarlanmış dört minaresiyle güzelliğini sergiliyor. Üç şerefeli cami, hanlar, hamamlar, kimi onarılmış eski evler… Devam ediyorum. Edirne Darüşşifası. Osmanlı’nın ilk şifa evlerinden biri. Daha çok ruh hastalarının tedavi edildiği bir külliye. Evliya Çelebi Darüşşifa’da verilen yemekleri şöyle anlatır: “Gece gündüz üç kere, ister divane ister hasta olsun mutfaktan her hastanın derdine göre nefis yemekler verilir. Keklik, turaç, sülün, güvercin, üveyik, kaz, ördek ve bülbüle varıncaya kadar bütün kuşlar hekimlerin arzu ve isteği üzerine pişirilerek hastalara verilir…” Edirne’nin lezzetli olmasının nedeni bu mu acaba? Er Meydanı, Sarayiçi’ndeki saray kalıntıları.
Muhteşem manzara
Tunca neredeyse kurumuş. Kış öfkesi, yerini yaz kuraklığına bırakmış. Meriç ise suyunun azalmasına rağmen yine de azametli.
Sultan Abdülmecit zamanında yapılan, 13 kemerli, yekpare korkuluklu köprünün üstünde yürüyorum. Amacım Edirne’nin en yeşil semti Karaağaç’a gitmek. İstasyonu bir kez daha görmek istiyorum.
Asırlık çınarların gölgelediği yolda yürümek her zaman hoşuma gitmiştir. Bu yolun sonunda Türkiye sona erer. Dönüşte köprünün ayağındaki bir kahveye oturup, güneşin batışını izliyorum. Öylesine güzel manzara ki! Bir yanda Selimiye, bir yanda tarihi köprü, gökyüzü rengarenk. Anlatıldığına göre, padişah da buradan güneşin gidişini seyredermiş. Hangi padişahtı, bilemiyorum.
O sırada Edirne’nin en mutlu insanını görüyorum. Köprünün ayağında balık tutuyor. Oltaya belki irice bir yayın balığı takılabilir. Radyosunu duvara yaslamış. Kadehi de radyonun yanında duruyor. Arada bir oltayı bırakıp, radyodan yükselen kıvrak müziğe tempo tutuyor. Belli ki baştan ayağa mutluluğa bürünmüş. Mutluluk böylesine basit, böylesine ucuz.
Hepsi birbirinden lezzetli
Edirne’ye gelince köfte yemek gerekir. Köfteci Osman’a gidiyorum. Bildik bir yer, 30 yıldan beri ızgarası hep dolu. Köfteler, piyaz, ayran, hardaliye, peynir helvası… Hepsi lezzetli. Balkanlı köfte, bu kent mutfağının baş köşesinde oturuyor. Her köşe başında bir köfteci var. Hepsi de lezzetli köfteler yapıyor. Trakya’nın ovalarında yonca ve kekik ile beslenen hayvanın etinden kötü köfte olmaz ki zaten.
Mutfağın diğer kralı ise yaprak ciğer. Edirneli ciğer yemezse işi rast gitmez. Onun için ciğerciler arasında kıyasıya bir yarış var. Bu sefer Ciğerci Niyazi Usta’da karar kılıyorum. Haftada 2.5 ton ciğer tüketiyormuş. Ciğer titizlikle temizleniyor. Kan damarları, sinirler sökülüp atılıyor, zar soyuluyor. Kağıt kalınlığında doğranan ciğerin kızarması için kızgın yağda bir dakika kalması yeterli.
Yanında servis edilen kızarmış kuru biber, lezzeti tamamlıyor. Acı sevmiyorsanız aman dikkatli olun! Biberler Karaağaçtaki tarlalardan. Soğan, söğüş domates (Çanakkale), acı sos. Tekmili birden masada. Mübarek çok ekmek yediriyor. Kazım Usta’ya bu kez uğrayamıyorum. Ciğercilerin hocası kendisi. Onun da ciğerine laf söyletmem. Ciğerci Aydın’ın önünde yine çok uzun kuyruk vardı. Sıcakta beklemek işime gelmedi. O da kentin önemli ciğercilerinden biri.
Değişik bir yemek istiyorsanız, buyurun Tadım Lokantası’na. Makedon kökenli dedenin başlattığı işi şimdi torunları yürütüyor. Usta, vitrine her gün 15 çeşit yemek diziyor. Benim tercihim ciğer sarmadan yana. İç pilavla kuzunun boşluk yağının buluşması sonunda ortaya muhteşem bir lezzet çıkıyor. Benim için bir ziyafet yemeği. Ekşili köfte ile karnıyarığı da unutmamak lazım. İkisi de adabıyla yapılmış.
Bu kadar lezzetli yemeğe tatlı ile nokta koymak lazım. Tatlı Konağı bu iş için en doğru adres. Hayrabolu tatlısının üstüne tahin ve ceviz koyuyorlar ama benim tercihim kaymaklısından yana. Kaymak bu muazzam tatlıya çok yakışıyor. Üstüne bir bardak buz gibi hardaliye içmek lazım. Trileçe de lezzetli, ne de olsa o da Balkanlı bir tatlı.
Edirne’nin bir diğer simge yiyeceği de badem ezmesi. En lezzetli ezmeleri yapan adreslerden biri de Keçecizade. Trakya’nın badem ağaçlarından toplanan bademlerle yapılan ezmeler, en güzel hediye. Her gelen kutu kutu alıyor. Edirne’den eli boş dönmek olmaz. Kavala kurabiyesi, deva-i misk, cevizli acıbadem kurabiyesi de diğer seçenekler. Edirne hem gözleri hem damakları mest ediyor. Bugüne kadar gitmeyenlere öneririm.
Paylaş